CO2, seninle başımız dertte

Belki artık her yazıya, “Bir iyi, bir kötü haberim var” klişesiyle başlamanın zamanı gelmiştir. İyi haberim, zor günler bitti; kötü olan ise bizi daha zor günler bekliyor. Kışın bitmemesi, hâlâ geç aydınlanan hava, iliğimize kadar hissettiğimiz ekonomik kriz, pandemi bitti bitecek derken hemen yanımızda gelişen Ukrayna’nın işgali, zor durumdaki psikolojimizi daha da zorluyor, fakat tüm bunlar olurken daha büyük ve ciddi bir tehlike daha var. O da her geçen gün artan CO2 salımı ve buna bağlı olarak ilk darbelerini gördüğümüz iklim krizi.

İklim krizi derken
Sanayi toplumuna geçmemizle birlikte, kapitalizmin doğayı yok sayan aşırı kâr ve bilinçsiz üretim hırsı, aslında dünyayı tüketmekte ve habitatının geri dönüşü olmayan şekilde tahrip olmasına neden olmakta. 1800’lerin başından itibaren enerjiye olan vahşice talep, çoğunlukla karbon salımına sebep olan kömür ve karbon bazlı yakacaklarla sağlandı ve sağlanmakta, bunun sonucunda CO2 salınmakta. Bildiğimiz gibi CO2, yani karbondioksit küresel ısınmanın ve gerçek anlamıyla iklim krizinin asıl etmenlerinden.

Geçen yıl dünyada sıcaklık rekorları kırılırken, ülkemiz de ciddi bir kuraklık krizinden ve onlarca farklı noktada çıkan yangın felaketinden geçmek zorunda kaldı. Fakat bunun böyle kalmayacağı ve kötüye gideceği Birleşmiş Milletler’in yaptığı son araştırmada ortaya çıktı. Dünya çapında orman yangınlarının 2030’a gelindiğinde yüzde 14, 2050’ye gelindiğinde yüzde 30 ve yüzyılın sonunda ise şu ankine göre her sene yüzde 50 daha fazla artacağı tahmin ediliyor. Ayrıca bu raporda orman yangınlarının küresel ısınmayı hızlandıracağı ve iklim krizinde dönülemez çizgiyi çok daha erkene çekeceğinden de bahsedilmiş.

Deniz üstü köpürür

Diğer bir araştırmaya göre, 2000 yıl boyunca denizlerin kara parçalarına olan yüksekliği incelenmiş. Özellikle 1863 yılından beri yapılan detaylı incelemede ise, deniz seviyesinin yükselişinin sanayileşme ile doğrudan bağlantısı bulundu. Özellikle 1940-2000 yıllarında olan deniz seviyesinde yükselme değişimi, dünyanın son 2000 yıllık tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir hızda gerçekleşiyor. Bu, deniz kenarında olan yaşamı tehdit etmesinin yanı sıra, buzulların beklenenden daha da hızlı eridiğine bir işaret. Yani daha hızlı eriyen buzullar, toplam kütle kaybının daha hızlı gerçekleşmesinden dolayı iklim krizi açısından, deniz suyu seviyesinin ivmesi artan bir şekilde yükselmesini sağlayacak başka bir tehlike daha aslında.

Ne yapmamalı?

Kömür ve türevlerini enerji üretimi için kullanmamalı. Temiz ve yenilebilir enerji talep ederken, doğaya daha fazla zarar verecek çözümlerden kaçınılmalı. HES yapacağız diye derelerimizi, güneş panelleri koyacağız diye verimli topraklarımızı yok etmeye göz yumulmamalı. Doğayı yok edenin aslında kapitalist sistemin kendisi olduğu ve sınıf temelli mücadele etmeden buna kesin çözüm bulunamayacağı unutulmamalı. Tüm bunlar olurken, bu büyük felaketle bireyler olarak değil, ancak ve ancak örgütlenerek mücadele etmemiz gerektiğini hep hatırlamalıyız. Defaatle tekrarlamaktan vazgeçmeyeceğim: Doğa kapitalizmin umurunda değil ve olmayacak. Ancak biz günümüzü, geleceğimizi güvence altına almak için doğayı, dünyayı mücadele ederek koruyacağız, başka yolu yok!

Yorumlar kapalıdır.