Dört olay, bir hakikat: Demokratik devrim tamamlanmalı

Osmanlı Devleti’nde, 1908 Devrimi’yle oluşturulan parlamentonun (Meclis-i Mebusan) açılması gibi gelişmelere rağmen, henüz oluşmakta olan Türk kapitalizminin sınırlılıkları dolayısıyla, 1908 Devrimi tamamlanamamış bir demokratik devrim olarak yaşandı. Demokratik devrimin görevlerini tamamlamadan kurulan Türkiye Cumhuriyeti de bu karakteri sebebiyle politik özgürlükler, ulusal sorun ve toprak sorunu gibi birçok temel sorunu çözemedi. 1900’lerin başından bu yana çözülemeyen bu sorunlar hayatımızda hâlâ hissettiğimiz, her anımızda karşımıza çıkan sorunlar olarak çözülmeyi bekliyor ve çözülmediği sürece de ezilenlerin ve emekçilerin hayatını zindan etmeye devam ediyor.

Bu minvalde, geçtiğimiz ay içerisinde gerçekleşmiş olan ve demokratik görevlerin tamamlanmamış olmasıyla ilişkili dört olaya dikkat çekmek istiyorum.

İlk olay Boğaziçi Üniversitesi’nde eğlenen bir grup öğrencinin videosunun iktidar medyası Yeni Şafak tarafından sızdırılmasıyla yaşandı. Videoda “Dikkat dikkat! Allah konuşuyor” ifadesini kullanan Boğaziçi Üniversitesi öğrencisi, ismiyle birlikte hedef gösterildi. Kamuoyu, hedef gösterilen öğrenciye savcılık tarafından soruşturma açıldığından, bir TRT muhabirinin video yayınlandıktan hemen birkaç saat sonra attığı tweet’le haberdar oldu.

İkinci olaydaysa Kadir Has Üniversitesi öğrencisi bir gencin Mustafa Kemal’in Kabe’ye oturduğunu gösteren bir fotoğrafı paylaşması sebebiyle hedef tahtasına oturtulmasına şahit olduk. Yine hedef göstermeler sonrası bu genç hakkında da soruşturma başlatılmasıyla yetinilmeyerek akabinde gözaltı işlemi de gerçekleştirildi.

Üçüncü olayda Antalya’nın Serik ilçesinde bir lisede okuyan öğrencilerin Kuran’a ayaklarıyla vurdukları bir video sosyal medyaya düştükten sonra üç öğrenci hakkında savcılık soruşturma başlattı ve öğrencilerin örgün öğretim hakkı ellerinden alındı. Bu demek oluyor ki verilen cezaya göre, Kuran’ı tekmeleyen öğrenciler artık sadece açık liseden eğitim görebilecekler veya eğitim alamayacaklar.

Bu üç olayda da laik bir devlet olma iddiasında olmasına karşın Türkiye Cumhuriyeti’nin aslında laiklik anlayışının dinle devlet işlerini ayırmak olmadığı, aksine dini kontrol ederek emekçi sınıfları sevk ve idare etmek olduğu tekrar açığa çıkmaktadır. Dini değerleri aşağılama (TCK 216/3) adı verilen yasa yoluyla demokratik haklara dönük önleyici yaklaşımlar ve siyasal gericilik, kimi zaman bu yasanın kapsamına dahi girmeyen olayları bu suç kapsamına sokmaya çalışmaktadır.

Burada ikirciksiz bir tutum alınması elzemdir. Dini değerlere veya toplumun sözde “değerlerine” uygun olmayan davranışları cezalandırmaya çalışan rejim ve onun yargısına karşı durulması, yarım kalan demokratik devrimimizin görevlerini tamamlamak için kritik önemde olacaktır. Bu gibi hadiselerde devrimci Marksistler olarak sessiz kalmamız yahut toplumun hassasiyetlerini gözetmek uğruna yukarıdaki hadiseleri siyaset dışı olaylar olarak görmemiz doğru olmayacaktır. Çünkü biz militan ateizm ve din düşmanlığı dahil olmak üzere her türlü din eleştirisinin meşru olduğunu savunmaktayız. Bu yüzden de genel olarak dinlere, özel olarak da yaşadığımız coğrafya hasebiyle İslamiyet’e karşı hakaret addedilen yukarıdakine benzer hadiselerin demokratik haklar kapsamında ele alınması gerektiğini bulunduğumuz her alanda ifade etmeli ve bu hakların tanınması için mücadele etmeliyiz. İlk olarak da dini değerleri aşağılama diye bir suç olamayacağını, bu yüzden de TCK 216/3’ün iptalini talep etmek yerinde olacaktır.

Yazıda değineceğim son olay ise şu: Sosyal medya fenomeni olan trans deneyimli Mükremin’in bir süredir hamile mizanseniyle videolar yayınlarken en sonunda da doğum mizanseniyle kucağında bir bebekle yayınladığı video tartışmalara sebep oldu. Bu olaydan sonra sosyal medya fenomeni Mükremin hedef gösterildi ve savcılık hakkında soruşturma başlattı. Bu hadise ilk üç olaydan biraz daha farklı çünkü dini değerleri aşağılama nedeniyle değil toplumun “değerlerinin”, özellikle kutsal (!) olan anneliğin aşağılanması gerekçe gösterilerek Mükremin’e soruşturma başlatıldı. Gerekçesi yukarıdaki olaylardan farklı gibi gözükse de son kertede “genel ahlaka”, toplumun “değerlerine” aykırı davranışların ve yaşam tarzının cezalandırılmaya çalışıldığı söylenebilir.

Bu dört olayda da gözüken ortak nokta olarak dinci ve patriyarkal Türk kapitalizmine karşı tehdit oluşturabilecek yaşam tarzlarının görünürlüğünün artmasına karşı rejimin bekçisi olan mevcut hükumet baskı yoluyla toplumu genel olarak sindirmeye çalışıyor. Gelenekler ve inançlar hakkındaki hassasiyetlerin tarih boyunca ezilenlerin ve emekçilerin aleyhinde bir araç olarak kullanıldığını da akılda tuttuğumuz takdirde, yaşadığımız coğrafyada yarıda kalmış demokratik devrimin tamamlanması da ancak işçi sınıfının ve ezilenlerin mücadelesiyle gerçekleşecektir.

Yorumlar kapalıdır.