Gıdada fiyat artışı önlenebilir mi?

Gazetemizin mart sayısında gıda fiyatlarındaki artış ve gıda krizi hakkında yazmıştık. Burada, ocak verilerine göre tarımdaki üretici enflasyonunun yüzde 52 olduğunu ve bu durumun kötü gidişatın yalnızca başlangıcı olduğunu ifade ediyorduk. Maalesef beklenen olmaya devam ediyor. Geçtiğimiz nisan ayında tarımsal üretimdeki enflasyon yıllık yüzde 118,53 oldu!

Normalde nisan ayında mevsimlik tarımın artışı ile en azından aylık olarak tarımsal ürünlerde ucuzlama söz konusu olmalıyken artış yaşandı. TÜİK’in aylık enflasyonu yüzde 7 civarı olarak açıklamasına rağmen tarım ürünleri üretici fiyat indeksi aylık yüzde 17,76 arttı!

Bu korkutucu tablo, içerideki (enflasyon) ve dışarıdaki (Ukrayna’nın işgali) olumsuz tabloların bir yansıması değil, doğrudan doğruya hükümetin inşaat ve banka sermayesi lehine bilinçli olarak nakşettiği politikaların sonucu. Zira bereketli topraklar hâlâ var, henüz bir su kıtlığı yok. Yeterli tohum ve sağlıklı gübreye ulaşımda da aşılamaz engeller söz konusu değil. Ancak bakanlık eliyle Saray rejimi hemen hasat öncesinde ithalata başvurarak çiftçinin ürünlerine bir fiyat baskısı uyguluyor ve çiftçiye yeterli kredi imkânları tanımayarak çiftçiyi aracıların insafına mahkûm ediyor. Böylelikle “tarlada ucuz, rafta pahalı” ürünlerle karşı karşıya kalıyoruz. Emeğinin karşılığını alamayan çiftçinin yanıtı ise masraf kısmak için hayvanlarını azaltmak, toprağı ekmemek ya da en ucuz ve sağlıksız tohum ve gübreyi kullanarak toprağa zarar vermek oluyor. Sonuç olarak gıda fiyatları, kendine yeter bir ülke olmaktan çıkmış Türkiye için kara günlerin gelmekte olduğunu söylüyor.

Bu korkunç tabloya karşı yapılması gereken net: inşaatçıya-rantçıya değil çiftçiye maddi destek verilmesi, tarım arazilerinin ıslah edilmesi, su havzalarının gözümüz gibi korunması, aracıların yerine kamunun geçmesi, kısacası bir tarım planlamasının yapılması. Böylesi bir iş için de ortada bilinmeyen bir formül, keşfedilmemiş bir bileşen falan yok! Çözüm çok kolay ve önümüzdeki tek engel hükümetin bir avuç zengin dışında kimseyi düşünmeyen ekonomi politikaları.

Hükümet bu yıkımın birinci derecede sorumlusuyken Millet İttifakı da durumun kötülüğünü ifade etmek dışına çok da bir şey söylemiyor. Üzüm ve fındıkta adalet isteyen çiftçilerin ve benzerlerinin seferberliklerine basit vaatlerde bulunmanın ötesine geçmiyor. Millet İttifakı Cumhur İttifakı’na muhalif olsa da gıda krizine dair halkın ihtiyaçlarına yönelik bir planlama sözü vermiyor. Bu durum da bir kez daha ülkenin demokrasiye olan ihtiyacı ile aç-açıkta kalmama mücadelesinin ne kadar da kardeş olduğunu ve bu mücadelenin yalnızca bir Emek İttifakı ile sürdürülebileceğini gösteriyor.

Peki, mevcut yanlış politikalara karşı yapayalnız mıyız? Hayır. Türkiye’den birçok emek ve meslek örgütü bir araya gelerek 2 Nisan gününde “Tarım Platformu“nun kurulduğunu ilan etti.

Platform, neoliberal tarım politikalarına karşı arazi kullanım, tarımsal üretim ve sulama planlaması istiyor. Tarım Bakanlığının yeniden yapılandırılmasını, böylece tarım alanları, çayır ve meralar, zeytinlikler ve diğer dikili alanların korunmasını, enerji ve madencilik yatırımlarına karşı çıkılmasını savunuyor. Küçük aile işletmelerinin yanı sıra kooperatifçiliğin desteklenmesi ve tüm bunlarla beraber mevsimlik tarım emekçilerinin güvenceye kavuşması gibi halkın ihtiyaçlarını odağa alan bir emek perspektifinin nüvesini ortaya koyuyor.

Gıda krizi kapıda ve tablo karanlık. Ancak sorunun olduğu her yerde mücadele, bir araya gelebileceğimiz bir merkezi bize sunuyor. Gıda krizini önlemek mümkün ve mücadele odağı olacak yerler var!

Yorumlar kapalıdır.