İran Özgür İşçiler Birliği önderiyle söyleşi: “Rehber de olsa, şah da olsa zalime ölüm!”

İran’da Mahsa Jina Amini’nin “ahlak polisi” tarafından katledilmesinin ardından kadınların öncülüğünde başlayan eylemler hızlı bir şekilde tüm ülkeye yayılarak 43 yıllık diktatörlüğe, İran İslam Cumhuriyeti rejimine karşı kitlesel bir halk ayaklanmasına, devrimci bir seferberliğe evrilmiş durumda. İran halkları, işçiler, kadınlar, gençler 40 günü aşkındır sokaklarda, işyerlerinde, okul ve üniversitelerinde eylemlerini sürdürüyor. İşçi Demokrasisi Partisi (İDP/Türkiye) ve enternasyonalimiz İşçilerin Uluslararası Birliği – Dördüncü Enternasyonal (İUB-DE) olarak başlangıcından bu yana destek ve dayanışma içerisinde bulunduğumuz halk ayaklanmasını ve ülkedeki durumu İran Özgür İşçiler Birliği (İÖİB) önderlerinden bir dostumuzla konuştuk.

İUB-DE Uluslararası Yürütme Kurulu üyesi Görkem Duru’nun, İran Özgür İşçiler Birliği önderiyle 24 Ekim 2022 günü yaptığı görüşmeyi aşağıda takipçilerimizle paylaşıyoruz.

Görkem Duru: Merhabalar. Öncelikle bu görüşme için sana çok teşekkür ederiz. İDP ve İUB-DE olarak İran’da gerçekleşen halk ayaklanmasını hem bölge halklarının mücadelesi hem de dünya sınıflar mücadelesi bağlamında çok önemsiyoruz. Ülkede bugün yaşanmakta olan seferberliği ve bunu açığa çıkartan koşulları da birlikte tartışabilmek bizim için çok önemli bir fırsat. Ve tabii geçtiğimiz yıllarda İran işçi sınıfı içerisinde önemli grev ve mücadele deneyimlerine şahit olduk. Belki de bu deneyimler, bugünkü devrimci seferberliğe evrilen sürecin yolunu hazırladı. Ki sen de son yıllarda yaşanmış olan işçi sınıfı mücadelelerinin içerisinde rol almış önemli bir işçi önderisin ve üyesi olduğun İran Özgür İşçiler Birliği’ni de yine bu süreçte inşa ettiniz. Dilersen bugünkü ayaklanmayı konuşmadan önce, görüşmeye seni tanıyarak başlayalım.

İran Özgür İşçiler Birliği (İÖİB): Merhabalar. Öncelikle ben de bu görüşmeyi gerçekleştiriyor olmaktan ötürü çok memnunum. İran’ın içerisinden geçmekte olduğu bu kritik ayaklanma sürecine göstermiş olduğunuz ilgi bizler için de çok önemli. Ayaklanmayı yaratan koşulların duyulması ve seferberliklerle uluslararası dayanışmanın büyümesi bakımından da kritik. Ama öncesinde kendimi tanıtarak başlayayım.

Ben 15 yıl boyunca Ahvaz Çelik fabrikasında (4000 kişinin çalıştığı bir fabrika) işçilik yaptım. Çalıştığım fabrika devlete aitti ama bir yandan da bir aracı kurum tarafından idare ediliyordu. Bu dönemde haklarımızı alabilmek adına eylemler, grevler örgütlemiştik. 2011 yılında ise fabrika özelleştirildi. (Bu dönemde İran rejimi doğrudan sahibi olduğu şirketleri “özelleştirme” adı altında devletin ve devrim muhafızlarının gerçek uzantıları olan inşaatçılara devrediyordu.) Özelleştirmenin üzerinden bir yıl geçmesinin ardından ise şirketin yeni sahibi yolsuzluktan suçlu bulunup rejim tarafından idam edildi. Bunun ardından yargı eliyle şirket müsadere edildi. Beş yıl boyunca şirket müsadere yönetimi altında idare edilirken bu süre zarfında ürettiklerimiz de devrim muhafızlarına ya çok ucuz fiyatlara ya da bazı zamanlarda ücretsiz olarak verildi. 2016 yılına geldiğimizde ise yedi ay boyunca ücretlerimizi alamadığımız için greve gitme kararı aldık ve yıl içerisinde üç ayrı grev örgütledik. Bu grevler 2011 yılından önce gerçekleştirdiklerimizden çok daha kitlesel ve etkiliydi. Mücadelemizi yaygınlaştırmak adına şehir merkezinde de eylemler düzenledik. 2016 yılındaki grevlerimiz neticesinde fabrikadaki tüm devlet görevlilerini fabrikadan atmayı başarabildik ve bu durum İran İslam Cumhuriyeti hükümetine büyük bir darbe vurdu. 17 gün süren son grevimizin ardından ise rejim güçleri ve yargı erki fabrikayı hesaplarındaki 780 milyar tümenle birlikte Milli Banka’ya teslim ettiğini açıkladı. Bu kısmı bu kadar uzun anlatmamın nedeni, benim de ilk önemli örgütlenme ve mücadele deneyimlerimden birisi olması. Birkaç arkadaşımla birlikte bu mücadelenin örgütleyicileri bizlerdik. İran Özgür İşçiler Birliği adlı bir işçi grubu inşa ettik yine bu süreçte. 2018 yılına kadar ise yine dört ayrı grev daha örgütledik. Bu mücadele döneminde dört kez tutuklanıp, yedi defa da işkenceye ve dayağa maruz kaldım.

Biz Ahvaz Çelik işçileri olarak haklarımız için mücadelemizi sürdürürken bir yandan Haft Tapeh işçileri de grevdeydi. Mücadelemizi ortaklaştırabilmek adına koordinasyon kurmayı hedefledik. Yine bu dönemde Erak vilayetinde de işçi eylemleri vardı ve oradaki sınıf kardeşlerimizle de iletişime geçip koordine olmaya çalıştık. İslam Cumhuriyeti rejimi farklı sektör ve bölgelerden işçilerin irtibat halinde birlik olmasının önüne geçmek adına her türlü baskıyı uyguladı. Örneğin, tutuklandığım zaman bana yöneltilen suçlama İran’ın farklı şehirlerindeki işçiler arasında irtibat kurmaya çalışmak oldu. Ayrıca yurtdışı bağlantılı komünist, sosyalist örgütlerle bağlantılı çalıştığıma dair itiraflar vermem için bana işkence uyguladılar. Hapse atmaya çalışmalarının gerekçeleri de bunlar oldu zaten.

GD: Belki bu noktada, bu eylemlerin nasıl örgütlendiğini biraz daha açmak iyi olabilir. Sonuçta İran rejimi herhangi bir örgütlenmeye yasal zeminde izin vermiyor. Ama geçtiğimiz yıllardaki işçi seferberliklerinde önemli bir örgütlülük birikimi gözükmüştü. Bu aynı zamanda bugünkü duruma da deneyim aktarabilecek bir gelişme olabilir.

İÖİB: İran’da işçilerin herhangi bir örgütlenmeye gitmeleri yasadışı ve rejim tarafından acımasızca cezalandırılıyor. İran işçi sınıfının önündeki en temel problemlerden bir tanesi de bu zaten. Herhangi bir örgütlenmeye gitmek; sendika, dernek ya da şura benzeri organlar inşa etmek rejim tarafından kesinlikle kabul edilmiyor. Ama tabii ki bu işçilerin bir araya gelip gizli bir şekilde örgütlenmesini, şura ya da konsey benzeri organlar etrafından birleşmesini engellemiyor. Örneğin, bizim de fabrikamızda gizli bir konseyimiz vardı. Tabii başlangıçta bu örgütlenmelerimizi gizli tutmaya çalışsak da mücadele anı geldiğinde biz öncü işçiler deşifre oluyorduk. Bu, bizler ve diğer fabrikalarda benzeri mücadeleleri örgütleyen ve bugün de örgütlemeye devam eden sınıf kardeşlerimiz için kaçınılmaz bir durum. Ancak İslam Cumhuriyeti rejimi altında başka seçeneğimiz de yok. Bu nedenle de İran işçi sınıfının hak mücadelesi için öncü işçilerin fabrikalarda gizli komiteler, konseyler inşa edip işçileri bir araya getirmeleri gerekiyor. Ayrıca işçiler fabrikalarda gizli gruplar kurmalarının dışında mahallelerinde de buna benzer örgütlenmelere öncülük ediyor. Tabii bu, farklı fabrikalardan öncü işçilerin yerellerde oluşturulan gruplar üzerinden birbirleriyle irtibat kurmasına da hizmet ediyor. 2018, 2019 ve 2020’de gerçekleşen seferberliklerde böyle olmuştu ve bugün de benzer bir örgütlenme var. Biz de İran Özgür İşçi Birliğini böylesi bir süreç içerisinde inşa etmiştik. Ve İran’da bizimkine benzer epeyce oluşum mevcut. Haft Tapeh işçilerinin birlikleri, otobüs şoförlerinin komiteleri, eğitim emekçilerinin örgütlenmeleri gibi. Ama tabii ki bu oluşumların hepsi yasadışı olduğundan rejim tarafından yoğun bir baskıya, takibata ve tutuklamaya maruz kalıyor. Genelde de bu örgütlenmelere önderlik edenler 8 ile 10 yıl arasında hapis cezasına çarptırılıyorlar.

GD: Öncelikle İran işçi sınıfının son yıllardaki seferberliklerine ve örgütlenme girişimlerine dönük olarak sunduğun detaylı aktarım için teşekkür ederiz. Aslında İran’da bugün yaşanmakta olan halk ayaklanmasının arka planında da 2018, 2019 ve 2020 yıllarındaki kitle seferberlikleri, isyanlar yatmakta. Tabii geçtiğimiz yıllardaki mücadelelerle bugün sürmekte olan seferberlik arasında farklar da mevcut. Mahsa Jina Amini’nin ahlak polisi tarafından katledilmesinin ardından başlayan eylemler hızlı bir şekilde diktatörlük rejimine karşı bir halk ayaklanmasına döndü. Öncelikle kadınların başını çektiği mücadeleye gençlik, üniversite ve lise öğrencileri eşlik etti. Son iki haftadır da işçi sınıfının petrol, şeker, çelik, eğitim gibi farklı sektörlerden grevlerle mücadele sahnesine çıktığına tanıklık ediyoruz. Aslında geçtiğimiz yılların mücadele deneyimlerine baktığımızda bugünkü halk ayaklanmasının onları aştığını tespit edebiliriz. Sen bu süreci nasıl değerlendiriyorsun?

İÖİB: İlk olarak söyleyebileceğim; geçtiğimiz yıllardaki ayaklanmalar, İran işçi sınıfının başını çektiği mücadele ve örgütlenme girişimlerinin sonuçları olarak açığa çıkmıştı. 2009 yılından 2019 yılına kadar geçen 10 yıllık dönemde İran’da halk ayaklanması ya da isyanı olarak değerlendirebileceğimiz bir kalkışma olmamıştı. O 10 yıllık dönemde rejime muhalefet açısından çok durgun bir ortam vardı. Bu 10 yıllık durgunluğun nedeni 2009 yılında ortaya çıkan Yeşil Hareket’in yenilgisinin ardından rejime karşı olan tüm sivil, siyasi aktivistlerin, oluşumların sert bir şekilde ezilmesinden kaynaklandı. Ve bu 10 yıl boyunca hak mücadelesi veren, sesini çıkaran, eylem yapan neredeyse tek kutup işçi sınıfıydı. İşçi hareketinin yükselişi ise toplum üzerindeki o geri çekilmenin perdesinin aralanmasını, toplumun yeniden kendisine inanıp güvenmesini ve haksızlıklara, rejimin zulmüne karşı isyan etme yetisini geri kazanmasını sağladı. Bu nedenlerle, 2019 yılında gerçekleşen ayaklanmalar işçi hareketinin dinamizmiyle şekillendi. Özellikle 2020 yılındaki mücadeleleri İslam Cumhuriyeti rejimi çok şiddetli bir katliamla bastırdı. İran rejimine göre 200’ün üzerinde, Uluslararası Af Örgütü’ne göre ise 1015 kişinin bu katliamlarda hayatını kaybettiği açıklandı. Ancak İran içerisinde çalışma yürüten bizlerin erişebildiği kayıp sayısı 4000 kişi civarındaydı. Ve 10 binden fazla insan da tutuklanarak cezaevine atıldı. Tabii bu katliam, şiddet ve baskı toplumun kısa süreliğine geri çekilmesine neden oldu. Ama baskı ne kadar olursa olsun zulüm, eşitsizlik, yoksulluk o kadar yüksek seviyede ki, insanlar bir olay olsun, bir kıvılcım çaksın da bu rejime karşı sokağa dökülelim, eylem yapalım diye beklemedeydiler. Mahsa Jina Amini’nin katledilmesi işte bu kıvılcımı çaktı.

Bugün toplum çok güçlü ve açık bir şekilde “Biz diktatörlük istemiyoruz”, “Biz İslam Cumhuriyeti istemiyoruz” diyerek devletin karşısında duruyor.

Bugün sürmekte olan halk ayaklanmasının yakın zamandaki örnekleriyle farklarına gelecek olursak. 2019 ve 2020’deki isyanlarda toplum bugünkü kadar bir ve bütünleşmiş olarak rejime karşı bir pozisyon almamıştı. Ama bugün toplum çok güçlü ve açık bir şekilde “Biz diktatörlük istemiyoruz”, “Biz İslam Cumhuriyeti istemiyoruz” diyerek devletin karşısında duruyor. Hatta bugün insanlar yalnızca İslam Cumhuriyeti istemiyoruz demiyor, aynı zamanda İslam’ın kendisini de reddediyorlar. Bu, geçmişteki ayaklanmalarla bugün arasındaki en temel farklardan birisi. Rejim önceki ayaklanmalarda da şiddete başvuruyordu, dayak atıyordu, kurşun sıkıyordu, katlediyordu ama önceki ayaklanmalarda halkın rejime karşı kendisini savunabilecek örgütlülüğü yoktu. Halk artık polise, devletin kolluk güçlerine karşı kendini savunmayı öğrendi ve bunu uyguluyor. Birçok videoda da izliyorsunuz, örneğin polis bir kadını, genci tutuklamaya çalışırken oradaki halk polislere saldırarak insanların gözaltına alınmasına engel oluyor.

Önceki grevler genellikle işçi sınıfının ekonomik hakları, çalışma koşulları üzerinden gerçekleşiyordu. Bugün ise işçiler Mahsa Jina Amini’nin katledilmesine karşı greve çıkıyor, buna neredeyse ilk kez tanıklık ediyoruz. Bunlar tamamen siyasi grevler.

Bugünkü halk ayaklanmasının geçmiştekilerinden farklarından bir diğeri de İran dışında yaşayan İranlıların, örneğin Almanya, Avustralya, ABD ve Kanada’da, bulundukları ülkelerde çok geniş ve kitlesel olarak sokağa çıkmaları, eylem yapmaları ve yaşadıkları ülkelerin rejimlerine İran İslam Cumhuriyeti ile ilişkilerini kesmelerine dönük sürekli dilekçeler yazıp baskıyı bu seviye artırmış olmaları.

Devam etmekte olan kitlesel ayaklanmada işçi sınıfının rolüne gelecek olursak. Örneğin, 10 Ekim gününde, İran’ın Güney Pars vilayetinde geçici statüde çalışan petrol sanayisi işçileri üç günlük greve çıktı. Ama bu grevlerin geçmişteki grevlerden de önemli bir farkı var. Önceki grevler genellikle işçi sınıfının ekonomik hakları, çalışma koşulları üzerinden gerçekleşiyordu. Ancak bugüne geldiğimizde, işçiler Mahsa Jina Amini’nin katledilmesine karşı greve çıkıyor, buna neredeyse ilk kez tanıklık ediyoruz. Bunlar tamamen siyasi grevler. Örneğin üç günlük greve çıkan Güney Pars bölgesinde 100 binden fazla petrol işçisi geçici statüde çalışıyor. Hükümet bu grevin diğer bölgelere sirayet etmesinden fazlasıyla çekindi. Ve bu grevin ilk gününün ardından, gece işçilerin yaşadıkları yerleşimlere baskınlar düzenledi. Birçok işçi o gece tutuklansa da grev ikinci ve üçüncü gününde de devam etti ve rejim de işçileri tutuklamayı sürdürdü. Üç günlük grev boyunca 250’den fazla geçici petrol işçisi tutuklandı. Ve tabii rejimin bu baskısı sonucunda işçiler grevi sonlandırmak zorunda kaldı. Yine bu süreçte Haft Tapeh’te ve başka birçok fabrika ve sektörde de grevler gerçekleşti. Bu grevlerde iktisadi taleplerin öne çıkarıldığını görsek de işçilerin bunu tercih etmesinin nedeni, siyasi taleplerle çıktıkları grevlerde rejim tarafından çok daha şiddetli bir şekilde bastırılmaları. O nedenle bu grevlerin önemli bir kesiminde ekonomik talepleri görmüş olabiliriz ama bunlar özünde rejim karşıtı, siyasal içerikli grevlerdi.

Kadınlar ve sanayi işçileri dışında eğitim emekçilerinin grevleri, üniversite, lise ve ortaokul öğrencilerinin boykotları gerçekleşiyor. Bugün İran içerisinde şu söyleniyor: “Eylemlerin kalbi üniversite ve liselerde atıyor.”

Mahsa Jina Amini’nin katledilmesinin ardından başlayan halk ayaklanması boyunca işçiler farklı günlerde, farklı sektörlerde birçok grev örgütleseler de bunlar yukarıda saydığım gerekçelerle süreklilik kazanamadı. Bu, işçilerin greve çıkmak isteyip istememesiyle alakalı bir durum değil. Ayrıca sokaklarda en çok atılan sloganlardan bir tanesi de “İşçiler greve!” Bugün içerisinde bulunduğumuz durumda devletin uygulamakta olduğu baskı ve şiddetin seviyesi oldukça yüksek. Öte yandan İran işçi sınıfının neredeyse yüzde 90’ı geçici işçi statüsünde çalışıyor ve evine ekmek götürebilmenin çabasıyla yaşıyor. Bunların hepsi birleştiğindeyse süresiz bir grev ilan edilmesi kolay olmuyor. Ancak halk ayaklanması öyle bir boyuta gelir ve işçi sınıfı da rejimin daha fazla ayakta kalamayacağına ikna olursa, işte o zaman birlik olup siyasal bir greve gitmelerinin önü de açılmış olur.

GD: Tam da bu noktada ufak da olsa bir katkı yapmak istiyorum söylediklerine. Aslında çizmekte olduğun çerçeve 2010 yılında başlayan ve tüm bölgeyi etkisi altına alan Kuzey Afrika ve Ortadoğu devrimci süreciyle birçok benzerlik sunuyor. Minimum 30 yıllık diktatörlük rejimleriyle yönetilen Tunus, Mısır, Suriye gibi ülkelerde kitlelerin “iş, ekmek, özgürlük” gibi temel talepleri hızlı bir şekilde “Halk rejimin yıkılmasını istiyor” sloganı etrafından devrimci seferberliklere dönüştü. Ve Bin Ali ve Mübarek rejimlerini deviren Tunus ve Mısır örneklerine baktığımızda ise ayaklanmaların diktatörlüğü alaşağı edebilmesi, iki ülke işçi sınıfının da grevlerle sahneye çıkmasıyla mümkün hale geldi. Bu tam da senin söylediğin gibi, işçi sınıfının rejimin daha fazla ayakta kalamayacağına ikna olmasıyla gerçekleşti. Çünkü hep akılda tutmamız gereken bir başka mesele, İran dahil bahsi geçen ve 30-40 yıllık diktatörlük rejimleriyle yönetilen ülkelerde toplumsal örgütlülük ve işçi sınıfının örgütlülüğü neredeyse atomize edilmiş oluyor. Ve yine karşılaştığımız bir başka husus ise rejimden kopulabildiği takdirde emekçilerin, kadınların, gençlerin ve tüm ezilenlerin seferber olmasını sağlayan talepleri gerçekleştirebilecek bir iktidar alternatifinin yaratılıp yaratılamadığı oluyor. Böylesi bir alternatifin açığa çıkmadığı durumlarda da ülke burjuvazilerinin demokratik gerici taktiklerle kitlelerin taleplerini soğurmasının önü açılıyor. İran’a baktığımızda da aslında İslam Cumhuriyeti’nin içerisindeki reformist kanat ya da Şahçılar gibi mevcut rejim yıkılsa dahi kapitalist sömürünün, baskıcı politikaların sürdürülmesi için devreye girebilecek unsurlar var. Bu çerçevede, bugün İran’da güçler dengesini nasıl değerlendiriyorsun? Ve rejimden kopuşu ve emekçilerin, kadınların, gençlerin, tüm ezilenlerin taleplerini sahiplenebilecek bir alternatifin inşasının olanaklarını nasıl görüyorsun?

İÖİB: Eylemlerin başından beri işçiler sokakta. Ama henüz eylemlere tam anlamıyla bir sınıf olarak katılmıyorlar, ayaklanmanın henüz o siyasi seviyeye ulaşamamış olması nedeniyle bunun bu şekilde olduğunu düşünüyorum. Daha ziyade yurttaş olarak sokağa çıkıyor emekçi halk. Şu an İran’daki seferberliklere aktif olarak katılan insanlarla iletişim halindeyiz. Onların da bize aktardıkları, şu anda birçok bölgede kadınlara ve gençlere ek olarak eylemlere öncülük edenlerin işçiler olduğu. Ama tabii bu öncülükten çok güçlü bir örgütlülük düzeyi olduğu sonucunu çıkartmamamız lazım. Ama yerellerde eylemlerin organize edilmesine öncülük edenlerin önemli bir kesimi genç öncü işçiler. Ve yine geçtiğimiz ayaklanmalardan farklı olarak bugün İran’da seferberlikler esnasında yerel, mahalli komiteler kurulmuş vaziyette. Bu komitelere öncülük edenler de yine genç, öncü işçiler.

Sokaklarda seferber olan gençler, kadınlar, işçiler ve onların oluşturdukları yerel komiteler kapitalist düzenin temsilcilerinin eylemlere sirayet edip etkilemesine izin vermiyor. Bugün seferberliklerde en çok atılan sloganlardan biri “Rehber de olsa, şah da olsa zalime ölüm!”

İran burjuvazisi ise telaş içinde. Ancak bir yandan da ayaklanmanın kendi çıkarlarına hizmet edebilecek bir hale gelmesi için çok çabalıyor. Eylemlerin başlangıcından bu yana şah rejimine dönmek istiyoruz diyenlerin sesi oldukça cılızdı ve birçok bölgede böyle bir talep dahi dillendirilmedi. Şu an sokaklarda seferber olan gençler, kadınlar, işçiler ve onların oluşturdukları yerel komiteler kapitalist düzenin temsilcilerinin eylemlere sirayet edip etkilemesine izin vermiyor. Örneğin bugün seferberliklerde en çok atılan sloganlardan biri de “Rehber de olsa, şah da olsa zalime ölüm!”

Oldukça yaygın atılan bu slogan İran halkının tamamını kapsıyordur demiyorum ama ayaklanmanın merkezine yerleşmiş olması İran halkının ne istediğini gösteriyor. Ne gerici bir molla rejimi ne de önceki şah rejimi.

Ama burjuvazi bütün imkânlarını kullanıyor. Özellikle medya eliyle, BBC Farsi, Radyo Azad, Manoto, Iran International gibi çok geniş mali kaynaklara sahip ve çok geniş bir kitleye erişebilen kuruluşlar eliyle İran halkının, eski şah Muhammed Rıza Pehlevi’nin oğlu Rıza Pehlevi’nin yeniden şah olarak başa geçmesini istediğine dönük kirli bir propaganda yapıyorlar.

Öte yandan İran halkı içerisinde, özellikle de gençlik arasında sosyalizme dönük ilgide yoğun bir artış söz konusu. Örneğin ayaklanmada en öne çıkan sloganlardan biri olan “Rehber de olsa, şah da olsa zalime ölüm” sloganı İran sosyalist ve komünist hareketinden gelen bir slogan ve sadece sokaklarda değil, üniversitelerde, liselerde de atılıyor. Bugün insanlar sürekli olarak eşitlikten, adaletten, hak ve hukuktan bahsediyorlar ve İran’da burjuvazinin bu talepleri karşılayabilme imkânı yok. Ve aslında insanlar bilinçli bir şekilde ifade edemeseler de talepleriyle birlikte sosyalizm fikrine çok yatkınlar. Ama maalesef burjuvazinin elinde çok büyük bir güç olduğunu da unutmamamız gerek. Kapitalist düzenin temsilcileri İran’da emekçi halk yararına, sosyalist bir rejimin inşa edilmemesi için haliyle büyük çaba harcayacak.

GD: Aslında birçok noktada benzer bir kavrayışa sahibiz. Biz de meseleye şu şekilde yaklaşıyoruz. İçerisinde bulunduğumuz çağda eşitlik, adalet, özgürlük, ekmek gibi kitlelerin en temel demokratik taleplerinin burjuvazi tarafından kalıcı bir şekilde karşılanması mümkün değil. Yani, 2008 yılında başlayan kapitalist krizin ardından dünyanın birçok ülkesinde, farklı momentlerde kitlelerin kendiliğinden bir şekilde ayaklandığı epeyce örnek gördük. Ve bu örneklerin çoğunda kitleler kapitalist sömürü politikalarını, baskıcı rejimleri karşılarına aldı. Ancak öte yandan, bu deneyimlerden de yola çıkarak şöyle bir eksikliği de tespit edebiliriz. Ki biz bunu devrimci önderlik krizi olarak tarif ediyoruz. Mücadele halindeki emekçilerin, gençlerin, kadınların ve tüm ezilenlerin taleplerini bir eylem programı etrafında birleştirecek devrimci bir alternatifin eksikliği. Buradan İran’a bağlayacak olursak… Tabii ki İran sosyalist hareketinin önemli bir kesimi maalesef ki sürgünde. Ancak sen şu anda İran sosyalist hareketini nasıl değerlendiriyorsun, güçleri ve İran içerisindeki etkileri ne durumda? Ayrıca sen de mücadele ve grevler içerisinde yetişmiş bir işçi önderisin. Ahvaz Çelik grevi döneminde kurduğunuz İran Özgür İşçiler Birliği’nin bir parçasısın. Peki İran’da şu anda benzer başka örgütlenmeler de var mı?

İÖİB: İran İslam Cumhuriyeti rejimi 43 yıldır ülkede sosyalizmle mücadele ediyor. On binlerce onurlu İranlı sosyalist bu rejim tarafından idam edildi. Tahmin edeceğiniz üzere İran’da sosyalizmle ilgili bir kitap okumak suç. Toplu ortamlarda buluşup sosyalizm hakkında konuşmak suç. Dolayısıyla bu 43 yıl içerisinde İran toplumu sosyalist fikirlerle çok aşina olamadı. Rejim, toplumun sosyalizmle olan aşinalığını koparmak için büyük bir gayret sarf etti. Ve tabii İslam hükümeti üzerinden topluma sürekli olarak kendi ideolojisinin propagandasını yaptı. Bu ortam da İran’daki sosyalist, komünist örgütlenmelerin işini çok zorlaştırdı. Bugün İran’da sosyalist düşünceye, fikirlere en çok meyli olan kesim ise genç öğrenciler. Kendi aralarında sosyalist fikirleri tartışıyorlar, sosyal medya aracılığıyla birbirleriyle iletişime geçiyorlar. Ancak herhangi bir devrimci partinin, grubun ülke içerisinde faaliyet yürütmesine hiçbir izin yok. Ve dediğiniz gibi, bütün devrimci oluşumlar İran dışarısında faaliyet yürütüyorlar. Ama tabii ki sürgündeki birçok grubun ülke içerisinde ilişkide olduğu kesimler var. Tabii gizli bir şekilde de olsa bu örgütler ülke içerisinde ilişkide olduğu kesimlerle eğitim, örgütlenme gibi faaliyetlerini sürdürmeye çalışıyor. Ancak mevcut koşullardan ötürü bu örgütlerin hiçbirinin ülke içerisinde çok güçlü ve etkin olduğunu söyleyemeyiz.

İkinci sorunuza gelecek olursak. Evet, İran Özgür İşçiler Birliği gibi başka işçi örgütlenmeleri çalışmalarını sürdürüyor. Bizler de onlarla iletişim halinde kalmaya çalışıyoruz. Yine sosyalist gruplarla da iletişim halindeyiz.

Bu sadece İran halkının ayaklanması değil. Aynı zamanda bölge halkları için bir ayaklanma. Ve enternasyonal dayanışma bağlamında kurumlardan ellerinden gelen tüm desteği sunmalarını talep ediyoruz.

GD: Mevcut halk ayaklanmasını karakterize ederken belirtmiştin: İran dışında yaşayan İranlılar çok kitlesel bir şekilde bulundukları ülkelerde dayanışma eylemleri düzenleyerek ellerinden gelen desteği sunmaya çalışıyorlar. Ancak şu ana kadar yurtdışındaki İranlılar dışında örgütlenen ciddi bir uluslararası kampanya maalesef ki açığa çıkamadı. Öte yandan İran emekçi halkının 43 yıllık diktatörlük rejimine karşı sürdürmekte olduğu seferberlik çok hayati bir öneme sahip. Ve biz İUB-DE olarak, bu halk ayaklanmasıyla mutlak suretle enternasyonal dayanışmanın artırılması gerektiğini düşünüyoruz. İran halkının, diktatörlük rejiminin yıkılması, kolluk güçlerinin şiddet, katliam ve baskılarının son bulması, tutukluların serbest bırakılması taleplerinin uluslararası arenada sınıf örgütleri, sendikalar, sosyalist partiler, kadın ve gençlik örgütlenmeleri gibi geniş bir yelpazede sahiplenilmesinin çok önemli olduğu kanaatindeyiz. Ve aynı şekilde böylesi geniş bir kampanyanın örgütlenmesiyle destek olacak kurumların kendi ülke rejimleri üzerinde İran İslam Cumhuriyeti ile ekonomik, diplomatik ve askeri ilişkilerini sonlandırması talebiyle yaratacağı basıncın da İran emekçi halkının seferberliğine önemli bir katkı sunacağı muhakkak. Ama tabii ki böylesi bir uluslararası kampanyanın kapsayıcı bir şekilde örgütlenmesi için İran içerisinde faaliyet sürdüren kurumların bu çağrıyı ortak bir şekilde yapmaları da oldukça önemli. Bu çerçevede, uluslararası desteğin sağlanması bakımından senin düşüncelerin neler? Ve özellikle İran içerisinde faaliyet sürdüren kurumlar olarak sizlerin uluslararası kamuoyundan beklentiniz neler?

İÖİB: Açıkçası dediğiniz gibi, sınıf örgütlerinin, siyasi yapıların ve diğer kitle örgütlerinin İran’daki seferberlikle uluslararası bir dayanışma örmesini bizler de çok önemsiyoruz. Bu birlik ve dayanışma vurgusu, bugün İran halkının da en çok ihtiyaç duyduğu noktalardan bir tanesi. Bu dayanışma bir yandan İran’ın birçok bölgesinde seferber olan halk için gerekli. Öte yandan eylemler süresince rejim tarafından tutuklanıp hapse atılanlar da böyle bir dayanışmaya ihtiyaç duyuyor. Çünkü Mahsa Jina Amini de gözaltındayken polisin işkencesi sonrasında hayatını kaybetmişti ve bugün eylemlerde tutuklanan herkes için böylesi bir risk söz konusu. Halk ayaklanmasıyla dayanışma için gerçekleştirilecek bir uluslararası kampanyanın bence iki önemli noktası var. Biri rejim karşıtı mücadelenin sahiplenilmesi, diğeri ise tutsakların serbest bırakılması için baskı oluşturmak. Ve tabii en önemli şeylerden birisi de diğer ülkelerdeki sınıf örgütlerinin, sosyalistlerin ve kitle örgütlerinin İran İslam Cumhuriyeti rejimiyle ilişkilerin kesilmesi adına kendi devletlerine baskı yapması. İran İslam Cumhuriyeti rejiminin seferberlikler neticesinde devrilmesi sadece Türkiye, Irak, Suriye gibi yakın ülkelerde değil Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesinde ve hatta uluslararası ölçekte emekçi halklar adına önemli bir etki yapacaktır. Bundan dolayı da hepimizin bu ayaklanmanın başarıya ulaşması için mücadele etmesi gerekiyor. Bu sadece İran halkının ayaklanması değil. Aynı zamanda bölge halkları için bir ayaklanma. Ve enternasyonal dayanışma bağlamında da kurumlardan ellerinden gelen tüm desteği sunmalarını talep ediyoruz. Bu noktada hem İşçi Demokrasisi Partisi’ne hem de İşçilerin Uluslararası Birliği – Dördüncü Enternasyonal’e İran’daki halk ayaklanmasına göstermiş olduğunuz ilgi ve dayanışma için de ayrıca teşekkür ederim.

GD: Asıl biz sana teşekkür ederiz. İDP’nin de İUB-DE’nin de temel perspektifi devrimci bir enternasyonalin inşası. Bunu inşa etmenin yollarından biri de farklı ülkelerdeki devrimcilerle acil talepler üzerinden birlikler oluşturmaktan geçiyor. Ve tabii dünya halklarının, emekçilerin, kadınların, gençlerin ve tüm ezilenlerin seferberlikleriyle dayanışıp, bu seferberlikler içerisinde kitlelerin taleplerini sahiplenip ileriye taşıyabilecek alternatiflerin yaratılma çabasından. Bu da biz devrimci enternasyonalistlerin en temel sorumluluğu.

Yorumlar kapalıdır.