Sanatçı Deniz Tekin: “Müzik emekçileri kendini tehdit altında hissediyor”
Onur Şener’in istek parçayı söylemediği gerekçesiyle öldürülmesinin üzerinden bir ay geçti. Müzik ve eğlence sektörüne yönelik baskılar sürerken, kayıtsız ve güvencesiz çalışmak zorunda kalan müzik emekçilerinin durumunu sanatçı Deniz Tekin’le konuştuk.
Müziğe yönelik yasaklar devam ediyor. Neden korkuyorlar?
Baskının etkilerini, kültür endüstrisinin parçası olan diğer tüm alanlarda olduğu gibi, müzikte de görebiliyoruz. Festivaller, konserler politik baskılarla son dakikada iptal ediliyor, yerel belediyeler izin vermiyor. Konser verilen mekânlarda polisin dinleyiciye, sahnedeki müzisyene kimlik kontrolü yapması ve ses yasağını gerekçe göstermesi gibi yöntemlerle gözdağı veriliyor. Bu tavır, müzik yapana da dinleyene de “Burada var olamazsınız” demektir. Neden? Çünkü iktidar, ”çocuklarının alkol içmesinden ve yanlış yola sapmasından korkan” muhafazakâr kesimin ve toplumun hassasiyetlerine, “milli ve ailevi değerlerine” oynayarak konuyu kendinden uzağa çekiyor. Taşlama oyunuyla suni bir karşıtlık yaratmaya çalışıyorlar. Görmezden geldikleri, bastırdıkları insanların birleşmesinden korkuyorlar. Müziği susturmaktaki amaçla, Onur Yürüyüşü veya herhangi bir protesto için toplanan grupları polis şiddetiyle bastırmaktaki amaç ve yöntem aynı. İnsanlar henüz toplanmadan ara sokaklarda coplar ve dayakla gözaltına almaya çalışıyorlar. Benzer şekilde, politik söylem ya da müziğin alt mesajı etrafında olabilecek her türlü kitlesel birleşmeyi engellemeye çalışıyorlar.
Müzik sektörüne bakıldığında, alanda çalışan herkesin renkli, neşeli, “çılgın” ve bol kazançlı bir hayat yaşadığına dair bir önyargı bulunduğunu görüyoruz. Ancak ekonomik kriz ve pandemiyle birlikte müzik sektörünün koşullarının iyice kötüleştiği ortada. Yapılan son araştırmalara göre, müzik emekçilerinin en az yüzde 70’i açlık sınırının altında çalışıyor. Müzik emekçileri neler yaşıyor?
Pandemi ve ekonomik krizin derinleşmesinden sonra durum daha da kötüleşti. Müzik yapan ya da teknik kısmında çalışan bazı arkadaşlarım müzikten kazanç sağlayamayarak başka yollara yöneldi. Müziği düzenli bir geçim kaynağı olarak kurgulamak, aydan aya öngörebilmek çok zor; konserlerimizin bir kısmı düzenli olarak iptal oluyor. Bu sebeple birçok müzik emekçisi, birçok işi aynı anda yapıyor veya aynı zamanda başka alanlarda da çalışmak zorunda kalıyor.
Müzik endüstrisinin iç dinamikleri etkileşim, tüketilebilirlik ve sermaye endeksli ilerleyince, diğer endüstrilerin iş karakteriyle aynı kaderi paylaşıyor. Üretim ilişkileri dünyanın geri kalanından muaf değil; şirketlerin ve şirketleşmiş sanatçıların kâr odaklılığı, üretilen müziği de bir metaya, tüketim nesnesine indirgiyor.
Müziği aylık dinleyici sayısı veya sosyal medya etkileşimine indirgerseniz suya sabuna dokunmayan ve toplumun farklı kesimlerini rahatsız etmeyecek şeyler üretirsiniz. Sanat toplumu bütünleştirici bir etkiye sahipken, toplumsal bir duyguya karşılık gelebilecek her şeyi sansürle, otosansürle dışarıda bırakmak, sanatın içini tamamen boşaltmak anlamına geliyor. Toplumun o an kolektif olarak yaşadığı duygu etrafında harekete geçmesinin önüne geçiyor. Müzik de mevcut politik iklimi yansıtıyor, aynı baskıya maruz kalıyor.
Onur Şener’in vahşice öldürülmesi üzerinden bir ay geçti. Sen de bu gibi tehlikeli durumlarla karşılaştın mı? Müzik emekçileri ne koşullarda çalışıyor?
Onur Şener, bir arkadaşımızın akrabasıydı. Hatta önceki akşam lafı geçmiş ve sabahına vefat haberini almışlar. Bu kadar kolay olmaması gerekiyor. Bu suçu işleyenler sistem tarafından korunacaklarına emin olarak, ceza çekmeyeceklerini bilerek bu suçu işlediler. Kimse bu kadar kolay öldürülememeli.
Ben bizzat can güvenliğimi tehdit altında hissettiğim bir durum yaşamadım. Ancak bir kadın olarak, en hafifinden gereksiz flörtözlükler, şampanya göndermeler gibi rahatsız edici hareketlere, düzenli olarak cinsiyetçiliğe maruz kalıyorum. Tehditlerden ve güvenlikten bahsederken sadece fiziksel olarak algılamamalıyız. Politik bir söylemi olmasa bile, ekonomik ve iş güvencesi olmayan müzik emekçileri, sanatçılar kendini mutlaka tehdit altında hissediyor. Hiçbirimizin sigortası yok ve kayıtlı çalışmıyoruz. Ekipman taşırken beli sakatlananlar var ama sağlık sigortaları yok. Her şey kayıtdışı dönüyor. Sorunlar müzik emekçileri için çok yakıcı; icracılardan ses ekibine, ses mühendislerine, rodilerden organizasyonda çalışan insanlara kadar. Kendi ismiyle müzik yapan biri olarak içinde olduğum ayrıcalıklı konumun farkındayım, benim için bir kat zorsa işbölümündeki başka insanlar için on kat zor.
Müzik emekçilerinin ve müzisyenlerin örgütlenebileceği bir oluşum bulunmuyor mu?
Türkiye’de iki tane meslek birliği var: MESAM ve MSG. Ancak bu örgütlenmelerde, enstrümanist veya icracı gibi bir tanımlayıcı statü bulunmuyor. Böyle olduğu için, eser sahibi dışındaki müzik emekçileri telif gelirlerinden de pay alamıyorlar. Örneğin albüm kaydettiğimiz süreçte, birlikte çalıştığımız arkadaşlarımızın telif gelirlerinden pay alabilmeleri için onları aranjör olarak kaydettirmek zorunda kaldık. Gitarı bu insan çaldı, davulu bu insan çaldı diye yazamıyoruz.
Aynı zamanda bu birliklerde oy kullanabilmek veya yönetim kuruluna katılabilmek için asil üye olmak gerekiyor. Asil üye olabilmek içinse eser sahibinin yıllık telif gelirlerinin belirli bir kotanın üzerinde kalması gerekiyor. Yani meslek birlikleri yalnızca ayrıcalıklı müzisyenleri ve hak sahiplerini kapsıyor diyebiliriz. Hatta geçen senelerde MESAM’da, 600 bin TL’lik isimsiz bir telif gelirinin yönetim kurulu üyeleri arasında paylaşıldığını biliyoruz.
Müzik emekçilerinin tamamı güvencesiz koşullarda çalışıyorlar. Bu sektörde emek verenlerin kayıtlı, sigortalı, güvenceli ve belirli iş tanımlarıyla çalışıyor olmaları gerekiyor. Bunun için de sendikalaşmak gerekiyor. Aksi halde, devlet için yoksun.
Yorumlar kapalıdır.