Depreme de kuraklığa da hazır değiliz

Türkiye, son 33 yılın en kurak ağustos ayını geçirdi. İSKİ’nin verilerine göre baraj doluluk oranları kritik seviyelerde. Ekrem İmamoğlu’nun referans verdiği Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün Türkiye kuraklık haritası da korkunç bir tablo çiziyor. Elbette suyu israf etmemeliyiz ancak ne var ki kuraklık sorunu, İSKİ’nin ve İmamoğlu’nun çağrısını yaptığı gibi bireysel tasarrufla çözülemez. Çünkü kuraklık sorunu, sorumluluğu bireylere yüklemenin çok ötesinde tedbirler gerektiriyor. Bu noktada asıl sorumluluk iktidara, yerel yönetimlere ve kirletici şirketlere ait.

Sorunun çaresi Erdoğan’ın söylediği gibi sadece “baraj, baraj, baraj” kadar basit de değil. Mevcut su kaynaklarını korumak yerine yeni çılgın projeler yapmak, yıkımdan başka bir şeyle sonuçlanmaz. Su havzalarının yapılaşmaya açılması, Kanal İstanbul için Sazlıdere Barajı’nın feda edilmesi, Alibeyköy Barajı’nın hafriyat atıklarına terk edilecek kadar bakımsız bırakılması bunun örnekleri arasında. İstanbul’da 11 tane baraj var ancak şehrin suyu için Melen Çayı’ndan su çekiliyor, hem de çok büyük bir enerji maliyetiyle.

Doğadan ve emekten yana atılmayan her adım, iklim krizinin derinleşmesine neden oluyor. Türkiye’de kuraklığın sebebini iklim krizine bağlayıp bir kenara çekilmek sorumluluktan kaçmaktan başka bir şey değil zira ülkede kuraklığın temel sebebi yanlış su (ve çevre) politikaları. Bunu kâr ve rant uğruna yapılan projelerle doğal varlıkların talan edilmesi, su havzalarının imara açılması, suda endüstriyel kirliliğin önlenmemesi ve ormansızlaşma olarak açımlayabiliriz.

Bir yandan da deprem kapıda. Sadece Marmara için değil Konya, Erzurum ve Gaziantep için de deprem uyarıları yapılıyor. Yıkım senaryoları hazır, peki ne yok? Depreme hazırlık. Bu noktada sorumluluk sadece iktidara değil belediyelere de ait. Olası bir afet durumunda afet sonrasının da ne kadar kritik olduğunu ve yönetmeliklere uygun olmayan binalara belediyelerin nasıl da ruhsat verdiğini 6 Şubat depremlerinden sonra bir kez daha çok acı bir şekilde gördük. Belediyelerin afete hazırlık ve afet sonrası onarım planlarının olması, altyapıların afet senaryosuna uygun hale getirilmesi, yapıların deprem yönetmeliklerine uygunluğunun denetlenmesi ve riskli binaların tespit edilip mümkünse güçlendirilmesi belediyelerin alması gereken en önemli tedbirler arasında. Beklenen İstanbul depreminde yaklaşık 500 bin binanın hasar göreceği tahmin ediliyor. Bu, milyonlarca insan demek.

Sorunların aciliyeti ortada. Ancak yerel seçimler yaklaşırken bu ihtiyaçlar için yapılacakları değil, düzen partilerinin parti içi çekişmelerini, iktidarın ise boş vaatlerini dinliyoruz. Dahası, konu ister deprem ister kuraklık olsun, mesele emekçileri ve doğayı önceleyen değil, yalnızca kâr odaklı inşaat, enerji ve maden şirketlerinde düğümleniyor. İşte bu yüzden çözüm bu şirketlerin kamulaştırılmasından, doğal varlıklar üzerindeki özel mülkiyetin son bulmasından, somut ve gerçekçi adımların atılabilmesi için işçi denetiminde bir yerel yönetim anlayışından geçiyor. Doğal afetlerin göz göre göre gelen yıkımlarla sonuçlanmaması için kuraklığa ve depreme hazırlığı da kapsayan bir ekolojik yıkımla mücadele programı benimsenmesi gerekiyor.

Yorumlar kapalıdır.