Yunus Emre Göçer cinayetinin ardından: Somali-Türkiye ilişkilerine kısa bir bakış

Somali-Türkiye ilişkileri oldukça eski tarihlere dayanıyor. Ama bu yazıda asıl ele almak istediğim süreç, 2011’de Somali’nin başkenti olan Mogadişu’da yıllar sonra yeniden Büyükelçilik açılışının sonrasıdır.

Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından bizzat açılışı yapılan Büyükelçilik iç savaş sebebi ile 1991 yılında kapatılmıştı. Büyükelçilik açılışından sonra devletlerarası ilişkiler derinleşmeye devam etti. Türkiye’den Somali’ye ekonomik yatırımlar yapıldı, askeri üsler kuruldu. Bunların en önemlilerinden biri ise 2017 yılında açılan ve yine başkent Mogadişu’da bulunan Turksom askeri üssüdür. Bu üssü önemli kılan orada Somali askerlerinin eğitim alıyor olmasıdır. Bununla beraber Somali özel kuvvetler birimlerinin büyük bir kısmına da Türkiye’ye getirilerek eğitim verilmektedir.

Türkiye birçok defa Somali’ye hem doğrudan para hibesi hem de askeri teçhizat (zırhlı araçlar, silahlar vs.) hibesi yapmıştır.

Türkiye’nin Somali üzerinde ilk askeri hesapları bu tarihle başlamıyor elbette ki. Türkiye, vaktiyle, iç savaş sürecine müdahil olan Birleşmiş Milletler (BM) güçlerinin içerisinde yer almış ve 1993-1994 yılları arasında BM Barış Gücü komutanlığı Çevik Bir tarafından yürütülmüştür.

Somali’nin coğrafi konum olarak Kızıldeniz’in çıkış kısmında olması da Türkiye’nin askeri yatırımlarında önemli rol oynamaktadır. Burası, petrol ve ticaret yolları açısından oldukça stratejik olan Kızıldeniz’in kontrolünden pay almak için de kullanılan bir bölgedir.

Bu kısa anlatının asıl amacı, Somali Cumhurbaşkanı’nın oğlu Muhammed Hasan Şeyh Mahmud’un, kısa bir süre önce Türkiye’de bir motokuryenin ölümüne sebep olup rahat bir şekilde kaçabilmesinin arka planını sergilemektir.

İsmi Yunus Emre Göçer olan kuryenin katili Türkiye tarafından bu kadar değerli görülüp yatırımlarla ve hediyelerle göklere çıkarılan bir ülkenin zengin ailelerinden birine mensup olmasaydı da sıradan bir dünya vatandaşı olsaydı konu aynı şekilde ele alınır mıydı? Cinayetin açık ve net bir şekilde ortada olduğu bir durumda sadece ifadesi alınıp serbest bırakılır mıydı? Veya şans odur ki davanın sonuçlanmasına birkaç gün kala ülkeden kaçması bu kadar kolay olur muydu?

Sorularımızı o kadar çok artırabiliriz ki! Burada asıl görmemiz gereken mesele hangi millete mensup olduğun değil hangi sınıfa mensup olduğundur. Burjuvazi hangi ülkede olursa olsun sınıfsal gücü sayesinde bütün yasaların üzerinde durur.  

Türkiyeli emekçi bir genç, Türk devletinin dünyadaki askeri ve politik çıkarlarına feda edilmiştir. Emekçilerin canları paradan değersiz ve kolayca vazgeçilebilir görülmektedir.

Yorumlar kapalıdır.