Mehmet Şimşek, yakın zamanda Körfez ülkelerinden para bulamayınca yüzünü büyük abilere döndü. İngiltere ve ABD’den gelmesi planlanan para için tur üstüne tur yapmakla ve gittiği her yerde Türkiye ile ilgili brifing vermekle meşgul.
Gereken parayı karşılamıyor olsa da bu kapsamda Dünya Bankası’nın alt kuruluşlarından olan Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası’ndan 6 milyar dolar, Uluslararası Finans Kurumu’ndan 9 milyar dolar, Çok Taraflı Yatırım Garanti Ajansı’ndan 3 milyar dolar borçlanılacak. Toplamda ise Dünya Bankası’ndan alınacak kredi 35 milyar doları buluyor. Bu borcun bir kısmı kamunun, bir kısmı ise özel sektörün olacak.
Şimşek ve genel olarak iktidar için özellikle seçim yenilgisi sonrasında OVP programının uygulanmasının maliyeti artmış durumda. Bu programı uygularken doğacak politik ve ekonomik maliyetleri bizzat programın destekçisi emperyalizmin finansal kurumları eliyle fonlanması kimseyi şaşırtmasın.
Bu durum zaten Nebati döneminde CHP başta olmak üzere tüm muhalefetin yapısal reform adıyla IMF’ye ve Dünya Bankası’na işaret ettiği ve “yapısal reformlarla” ülkeyi “düzlüğe” çıkarmayı planladıkları programın neredeyse aynısı, sadece uygulayıcısı muhalefet değil iktidar.
Zaten “yapısal reform” tabiri emperyalizmin uluslararası kurumlarının ülkeye giriş kodudur. 1995’te bunu gördük, 2001’de bunu gördük ve şimdi de yine o tabir piyasada geziniyor: yapısal reform. Yaptıkları tüm emek düşmanı politikayı bu tabirle maskeleyerek programlarına meşru bir zemin kazandırmaya çalıştılar. Bu reform dediklerinin içinde sermaye lehine, emekçilerin aleyhine olan ne varsa bulabilirsiniz. Emeklilik sisteminin özelleştirilmesi, tarımın özelleştirilmesi ve devlet sübvansiyonlarının kaldırılması, finans sektörünün tamamen serbestleştirilmesi, kamu iktisadi teşebbüslerinin yağmalanması bugüne kadar yapılmış “yapısal reformlardan” bazıları olarak tarihteki yerini aldılar.
Kısaca piyasa hakimiyetini merkeze alan bu başat kapitalist kurumların ülkeye girişi her zaman işçi ve emekçiler için daha çok sömürü, daha zor yaşam şartları demek olmuştur. Unutulmamalı ki Şimşek’in politikasıyla mücadele aynı zamanda IMF ve Dünya Bankası’yla mücadeledir. Birini diğerinden ayırmaya çalışan burjuva iktisatçılar aleni biçimde yalan söylüyorlar. IMF dünya kapitalizminin merkez bankasıysa Dünya Bankası da Hazine ve Maliye Bakanlığı’dır.
Sonuç olarak, para girdisini sağlamak ve gerekli finansal kaynağı elde etmek için emperyalizme bağımlı bir ülke olarak Türkiye’nin uluslararası alanda birçok taviz verdiğini biliyoruz. İsrail ile ilişkiler bunların başında geliyor. Ardından Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliklerine desteği de sayabiliriz. Bu tavizlerin yıl içinde başka örneklerini de görebiliriz. Tüm bu çerçevede Şimşek’in en büyük yardımcısı ABD Merkez Bankası’nın sonbaharda FED’in yeniden faizleri indirerek dünyaya dolar saçması olabilir. Bu ihtimal güçlü olmakla birlikte eğer ki gerçekleşirse ülkedeki ve dünyadaki “enflasyon artışı-alım gücü düşüşü” sorunu gittikçe katmerlenir. Unutmayalım, emperyalist ülkelerde enflasyon yüzde 10’sa Türkiye’de yüzde 150’dir. Önümüzdeki süreçte işçi sınıfının alım gücünün korunması için düzenli ücret artışı talebi sadece Türkiye’de değil küresel ölçekte daha fazla önem kazanacak.
Yorumlar kapalıdır.