Kaynak var ve sermayeye doğru akıyor
Kapitalizm, yarattığı zenginliği sermayeye dağıtırken yarattığı sefaleti ise emekçilere dağıtır. Her şey bu yüzden sınıfsaldır. Sermayenin devleti; faize, dış borca milyarlarca dolar harcamayı, asgari ücrete düzenli zam için kaynak ayırmaya tercih eder. Aynı devlet bireysel emekli priminin yüzde 30’unu devletin kasasından özel emeklilik fonları için ayırırken emeklilere 10 bin TL maaşı reva görür. Sorun, kaynağın yeterli olmaması değildir, sınıfsal tercihlerdir.
Şu ana kadar şirketlerden alınacak iken alınmayan -yani silinen- vergi borçlarını, yap-işlet-devret ile devletin kasasından ilgili şirketlere verilen garanti miktarlarını ve ödenen dış borcu topladığınızda asgari ücrete ve emeklilere yılda ne kadar zam yapılabileceğini bir düşünün. Fakat iş emekçilere geldiğinde, gelir vergi dilimi yetmiyormuş gibi, her alışverişimizde KDV-ÖTV ile biraz daha fazla vergi veriyoruz. Şirketlerin alınmayan vergisi küçük küçük hepimizden tahsil ediliyor. Daha önce bir yazımızda bahsetmiştik. Bu yılki bütçeye göre kişi başı 80 bin TL vergi verilecek. Şimdiden 40 bin TL’sini verdik. Alın size kaynak! Peki devlet bize ne verdi? Yılda iki zam bile yapmadı!
Hem Nebati hem Şimşek tüm programlarını zararı toplumsallaştırmak, kârı ise özelleştirmek üzerine kurguladı. Özellikle Nebati, zararı enflasyon ile topluma yıktı. Şimşek ise IMF programıyla kârların küçük bir azınlığın elinde toplanmasını uluslararası sermayeye garanti ediyor. Dedik ya, hepsi sınıfsal tercihler…
Uygulanan IMF programı emperyalizmden tam not almış durumda. Hem programın eksiksiz uygulanacağına dair verilen garanti hem de dövize verilen yüksek faiz oranları ülkeye hızlı bir döviz akımına yol açtı. Giren paraların bir kısmını Merkez Bankası satın alarak TL’nin ihracatçı aleyhine değerlenmesini önlüyor. Ekonomi frenlenirken ihracatçının önünde hiçbir engelin olmaması ise OVP’nin ana hedeflerinden biri. Ayrıca, giren döviz miktarının bir kısmının da finansal piyasalarda ilk anda ülkeden çıkacak ve bir avuç insanı zengin yapacak şekilde değerlendirildiği biliniyor.
2024 Mart sonu itibarıyla, orijinal vadesine bakılmaksızın vadesine 1 yıl veya daha az kalmış dış borç, yani kısa vadeli dış borç stoku 232 milyar dolar oldu. Seneye şubat ayına kadar bu para ödenecek. Hani kaynak yoktu? Sermaye için yapılacak her hamleye kaynak var. Oysa bu ülkedeki emekçilerin uluslararası bankalara verecekleri bir kuruş bile yok!
Ülkede yapılan harcamaların neredeyse yarısına yakını (yüzde 47) kredi kartlarıyla yapılıyor. Yani tüketimin yarısı borç olarak gerçekleşiyor. Alım gücü düştükçe bu oran artabilir. Çünkü alım gücü en temel ihtiyaçlara bile yetmemeye başladı. Geleceğe dönük olarak hayatlarımızın ipotek altına alınmaması için gerçekçi ve emekten yana bir ekonomi politikasına ve programına ihtiyaç var. Hem borçlandırılıyoruz hem de kamusal emeklilik hakkımız mevcut programla değersizleştirilip elimizden alınıyor. Harçlık seviyesindeki oranlarla tüm sistemi özel emekliliğe yönlendiriyorlar. Kısacası kaynak fazlasıyla var: Vergi toplamaya, dış borç ödemesine, hazine garantilerine gelince kese sonuna kadar açılıyor. Mesele, bu kaynağın nereye, hangi toplumsal sınıf için yönlendirildiğinde düğümleniyor. Üretim araçlarının ve ekonominin denetimi işçi sınıfında olmadığında kaynak her zaman sermayeye doğru akacaktır. İşyerlerinde işçi denetimi ve dış borç ödemelerinin durdurulması taleplerini programına alacak bir emek ittifakı hemen şimdi gerekiyor.
Yorumlar kapalıdır.