Yabancı değil sınıf kardeşi

Geçtiğimiz günlerde Kayseri’de başlayarak birçok şehre yayılan saldırılar neticesinde çok sayıda göçmenin evi, işyeri ve araçları tahrip edildi; göçmenler fiziki şiddete maruz bırakıldı ve saldırıların üçüncü gününde 17 yaşındaki Suriyeli işçi Ahmet Handan El Naif ırkçılar tarafından sokak ortasında katledildi.

Olaylar sırasında açığa çıkan yağma manzaralarının birçoğumuza 6-7 Eylül’ü, yakılan ev ve işyerlerinden yükselen alevlerin birçoğumuza Madımak’ı hatırlatması boşuna değil. Türkiye’de pogromlar ve linçler her daim egemen sınıfın cephaneliğindeki yerini korudu ve bu silah kimi zaman etnik arileştirme operasyonları için, kimi zaman mülkiyetin zor yoluyla devralınmasını sağlamak maksadıyla, kimi zaman ise ezilen ulus ve inanç gruplarının özgürleşme mücadelesini sindirmek niyetiyle kullanıldı.

Son yıllarda Altındağ’dan Esenyurt’a birçok yerde gerçekleşen pogromlar; Nourtani cinayetinden, Dina’nın katledilmesinden tanıdığımız pervasız saldırılar göçmen yoksulları, işçileri ve kadınları hedef almaya devam ediyor. Bu saldırıların her biri organize olmasa dahi, saldırganlar göçmenleri kolay hedef haline getiren politikalardan ve göçmenlere dönük saldırıların cezasız kalacağı inancından güç alıyor. Bu siyasi iklimin esas müsebbipleri sermaye sınıfı, siyasi iktidar ve ırkçı açıklamaları ile göçmenleri hedef alan düzen politikacılarıdır.

Saldırıların ardından İstanbul, Antep ve Eskişehir’de emek ve demokrasi güçlerinin göçmenlerle dayanışmak için örgütlediği basın açıklamaları, etkileri bakımından yeterli olmasa da kıymetliydi. Keza Antep’te Birtek-Sen üyesi işçilerin saldırıya uğrayan Suriyeli işçileri koruyarak sınıf dayanışmasını yükseltmesi, kadın örgütlerinin pogroma bahane edilmek istenen cinsel saldırıyı işaret ederek failin göçmenler değil patriyarka olduğunu dile getirmesi de yürünecek yolu aydınlatan tutumlardandı.

Savaşlardan, katliamlardan, yoksulluk ve yoksunluktan yani emperyalist kapitalist düzenin yarattığı envai çeşit sorundan mütevellit kendine yeni bir hayat kurmak maksadıyla topraklarından uzaklaşmak zorunda kalmış sınıf kardeşlerimizi savunmak, egemenlerin emekçi ve ezilenlerin yaşamlarından duydukları haklı hoşnutsuzluğu göçmenlere yöneltmek için dolaşıma soktuğu ırkçı safsatalara karşı meşru ve haklı taleplerimizi yükseltmek ve sınıfımızın gündemine taşımak zorundayız. Bu noktada özellikle sendikaların daha çok inisiyatif alması gerektiğini ve göçmenlerin dahliyle yeni bir görünüm kazanmış olan işçi sınıfının güncel durumuna uygun olacak şekilde reorganize olmakta geciktiklerini not düşelim.

Taleplerimizin başlıcalarını ise şöyle sıralayabiliriz: Geri Kabul Anlaşması iptal edilmeli, göçmenlerin hayatları devletler arasında kullanılan bir koz olmaktan çıkarılmalıdır. BM Cenevre Sözleşmesi’ne koyulan coğrafi çekince kaldırılarak mültecilik statüsü tanınmalıdır. Göçmenlerin il ve ilçeler arasında seyahat ve ikamet özgürlükleri tanınmalıdır. Göçmenlere yönelik haksız gözaltı ve sınır dışı uygulamaları sonlandırılmalıdır. Göçmen emekçilerin tüm sosyal ve ekonomik hakları tanınmalıdır. Geri gönderme merkezleri kapatılmalıdır. Irkçı nefret söylemlerine karşı cezasızlık politikası son bulmalıdır.

Yorumlar kapalıdır.