Yasin El Hac Salih: “Bugün Esatların ebedi yönetiminin sona erdiğini ve Suriye’de tarihin başlayabileceğini söylemeliyiz”
Hala Kodmani’nin Suriyeli devrimci yazar Yasin El Hac Salih ile yaptığı ve Libération‘da yayımlanan 11 Aralık 2024 tarihli söyleşinin çevirisini okurlarımızla paylaşıyoruz.
***
Suriyeli muhalif, yazar ve analist Yasin El Hac Salih’e göre, Beşar Esad rejiminin düşmesinden sonraki gelişmeler tehlikeler barındırıyor, ama ülkenin politik geleceğini yeniden tanımlamak için gerçek bir fırsat doğuyor.
Laiklik ve demokrasi alanlarında çalışan teorisyen Yasin El Hac Salih (63. yaşında) 1980 ile 1996 arasında 15 yılı aşkın bir süre Esad rejiminin zindanlarında alıkonuldu. 2011’de devrimin başından beri aktif olan Salih, 2013 yılında Suriye’den ayrılarak Türkiye’ye gitti; daha sonra Almanya’ya yerleşti. 2013 yılında erkek kardeşlerinden biri, memleketi Rakka’da İslam Devleti tarafından kaçırıldı. Aynı yılın sonuna doğru eşi Samira el-Halil ile insan hakları avukatı Razan Zaytuneh ile birlikte, İslamcı bir grubun kontrolündeki Şam’ın bir kenar mahallesinde ortadan kayboldu. Bir daha bulunamadılar. Libération, yeni kadın yetenekleri ödüllendirmek üzere feminist bir militan olan eşinin anısına 2022’de verilmeye başlanan Samira el-Halil ödülü için Paris’e geldiği sırada Salih ile bir araya geldi. Ödül bu yıl, Gazzeli genç bir yazar olan Nemat Hasan ile Suriye rejiminin ölüm makinesi hapishaneleri hakkında çalışmış bir Fransız gazeteci olan Garance Le Caisne’ye verildi.
Esad rejiminin düşüşüyle sonuçlanan yaklaşık on günlük süreçte neler yaşadınız?
Başlangıçta bir “Halep muharebesi”nden söz edildiğini duydum ve içimden “Halep’in fethi fazla büyük bir hedef“ diye geçirdim. Gel gör ki Halep iki günde kolaylıkla düştü, tutsaklar serbest bırakıldı ve yerinden edilmiş olan insanlar geri döndüler. Hama’ya yöneldikleri zaman, “Şehri ele geçirmeyi başarırlarsa bu, müzakerede konumlarını güçlendirir,” diye düşündüm ve Hama çatışmasız düştü. Onlara “Burada durun ve Humus ile Şam’da olası bir kan banyosunu önlemek için politik bir inisiyatif başlatın,” demek istiyordum. Ardından iki büyük şehir muharebesiz alındı.
Bu ilerleme herkesi şaşkına çevirdi…
Sersemletici! Daha önce, rejimin tamamen harap halde olduğunu ve düşmesine bir tokadın yeteceğini söylüyor olsam da, yine de yaşananlar inanılmaz. Bir ülkenin en büyük dört şehrinin kan dökmeden ve özellikle korkunç bir 14 yılın ardından alınmasına tarihte çok ender rastlarız. Bu bizi gururlandırıyor ve gelecek için umutlandırıyor.
Aşırılıkçı İslamcıların önderlik ettiği bir saldırı karşısında endişeli değil miydiniz?
Elbette öyleydim. Bu aşırılıkçılardan endişe etmek için fazlasıyla sebebim var. Onlardan kişisel olarak zarar görmüş biriyim. Ebu Muhammed el Colani’nin adamları, on yıl önce Duma’da karımı kaçırdılar. Başkaları, doğduğum şehir olan Rakka’da erkek kardeşimi ortadan kaldırdılar ve aile evimiz ile bütün mallarımıza el koydular. Son yıllarda El Nusra veya bugünkü adıyla Heyet-i Tahrir el Şam’da (HTŞ) meydana gelen değişimleri ve dünya terörist listelerinden çıkarılmaları için sarf ettikleri çabaları gözlemliyor olsam da, samimiyetlerine inanmam mümkün değil. Yine de umut verici tavırlarını bir kenara not düşüyorum.
Hangi anlamda?
Ele geçirdikleri bölgelerde kadınlara kılık kıyafetleri konusunda ders vermeye başlamadılar veya onları herhangi bir şeye zorlamadılar. Azınlıklara ve özellikle Halep Hıristiyanları veya Salamiyah’ta İsmailîlere karşı tutumlarına diyecek bir şey yok. Tutsakları serbest bıraktılar. Alevilere veya diğerlerine karşı intikam eylemleri görmedik. Bu İslamcıları yargılamak veya onlara yol vermek için henüz çok erken; onları doğrudan mahkûm etmek için de…
Ama Batılı ülkelere gelince, onlar oldukça endişeli görünüyorlar…
Onların kriterleri ve dertleri Suriyelilerinkilerle aynı değil. Sadece kendinizi düşünmeyi ve sadece Suriye’deki azınlıklar için endişelenmeyi bırakın. Geçtiğimiz günlerde Alman Dışişleri Bakanı’nın, Suriyelilerin çoğunluğunu düşünmeksizin azınlıkların korunması konusundaki ısrarcı açıklamasının kışkırtıcı olduğunu düşünüyorum. Eğer ben bir hükümet yetkilisi olsaydım onlara şöyle derdim: “Çenenizi kapatın! Hem hiçbir konuda yardımcı olmadınız hem de şimdi gelmiş bize akıl veriyorsunuz.” Ve de rejimin düşüşünü kutladıkları için Suriyelilerin evlerine geri dönmelerini buyurmaları, bu tavır…
Bu İslamcı grup Esad rejimini tek başına devirmedi, değil mi?
Bu saldırıyı yürüten üç bileşen var: Daha kapsayıcı olmak için kendisini “perestroika” [ed. n. yeniden kuruluş] olarak ilan eden en başta HTŞ, gerçek anlamda Türkiye’nin bir yardımcı kuvveti olan “Suriye Milli Ordusu” ve çok önemli olan üçüncüsü ise, farklı bölgelerdeki yerel silahlı gruplar. Muhafazakâr İslamcılar baskın durumda, ama ülkeyi özgürleştiren güçler çeşitlilik gösteriyor, özellikle güneyde ve Şam’ın alınmasını kolaylaştırmış olan uyuyan hücreler…
Dış güçlerin müdahalesi yok mu yani?
2012 sonrası yabancı cihatçı örgütlerin, başta Hizbullah olmak üzere İran’ın kontrolünde olan ve her yerden gelmiş olan Şii grupların müdahaleleri oldu. Ardından 2014’ten itibaren sahada Amerikan varlığı kendini gösterdi, 2015’te Rusya’nın doğrudan askeri müdahalesi, daha sonra 2017’de Türkiye’nin müdahalesi… Suriye herkes için bir av sahasına dönüştü. Şimdi ise, yeniden Suriye içi bir çatışmaya dönüldü. Rejimi devirenler Suriyelilerdir; Amerikalılar veya başkaları değil.
Görünüşe göre her şey dışarıdaki muhaliflerle değil ülke içinde başladı, değil mi?
Bugün HTŞ’nin diğer muhaliflere karşı avantajı, Suriye’nin içinde kalmış olmalarıdır. Sürgündeki resmi muhalefet koalisyonu devre dışı. Sadece birkaç kişi bir etkiye sahip olabildi, o da oldukça sınırlıydı. Yine de İslamcı savaşçı güçleri sahnede tek başına bırakmamak için politik bir bileşimin devreye girmesini umuyorum.
Peki ya sürgün edilmiş tüm Suriyeli demokratların, entelektüellerin ve yetkin insanların buradaki yeri ne olacak?
Hepsi olanları ilgiyle takip ediyor ve gözlemliyor. Pek çok kişi en azından Suriye’yi ziyaret etmek için geri dönmeyi düşünüyor. Ama rolleri, yeni kurtarıcıların onlara vermek isteyeceği yere bağlı. Bugün Esatların ebedi yönetiminin sona erdiğini ve Suriye’de tarihin başlayabileceğini söylemeliyiz.
Size göre mevcut durum zor ama umutsuz değil, öyle mi?
İfademi mazur görün ama saf boktan bir rejim vardı ve hiçbir şeyin ona benzemesi veya ondan daha kötü olması mümkün değil. Mesela ben geri dönüp eşimi aramaya başlayacağım. Nerede ortadan kaybolduğunu ve onu kimin kaçırdığını biliyorum. Kendi kişisel durumumdan söz etmeyeyim, son günlerde halihazırda sayısız sığınmacının Türkiye’den veya Libya’dan ülkeye döndüğünü görüyorum. Suriye’nin yeniden inşası seçeneği önümüzde duruyor. Suriyelilerin yüzde 90’ı kana boğulmuş bir ülkede yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Nüfusun yarısı ülke dışında. Bir neslin tamamı eğitimsiz. Politik yaşam enkaz halde. Ordu, yeniden inşa edilmesinin gerekeceği bir halde. Esatçılık sırf Esad’ın gidişiyle yok olamaz. Milisleri, adamları, mafyaları hâlâ orada. Esatçılığın tasfiyesi zorunlu ve acil.
Peki ya Suriye’ye yönelik uluslararası bağlam?
Şu an çok kötü. BM’nin özel temsilcileri içler acısı. Arap ülkelerinin niyeti hiç olumlu değil. Bir parça nüfuz için aralarında rekabet etmeye yeniden başlayacaklar. Dış güçlerin emellerine hizmet etmekten kaçınmak için Suriye içinde yeni açılımlar gerekiyor. Önümüzdeki meydan okumalar devasa: Mevcut Alevi iktidara karşıt olarak bağnaz bir Sünni İslamcı iktidarın kendini dayatması tehlikesi en başta geliyor.
“Yeni kurtarıcılar” olarak adlandırdığınız kimseler yüzünden veya onlara karşı mezhepsel veya ideolojik başka iç çatışmalardan endişe etmeli miyiz?
Mevcut silahlı güçler açısından üç korkunç gelişmeden endişe duyabiliriz. İlki, İslamcılardan en köktenci olanlarının hâkimiyeti geri almaları: Azınlıklara, kadınlara, alkol satan mağazalara vs. kendi kanunlarını ve sınırlamalarını dayatmak için mücadeleleri ile zaferlerinden yararlanabilirler. Bir nevi Stalinist bir evrim… Kürt sorunundan da endişeliyim. Şu an, Kürt güçler (veya Suriye Demokratik Güçleri) 2015’ten beri ele geçirmiş oldukları Arap şehirlerinden kayda değer bir şiddet olmaksızın çekildiler. Bir Arap-Kürt çatışmasını önlemenin yanı sıra kendi bölgelerini daha iyi kontrol etmeleri için kontrol etmekte oldukları diğer şehirlerden de çekilmeleri daha iyi olur. Bu doğrultuda politik bir çözüm müzakere edilmeli ve bu çözüm belli belirsiz şekilleniyor. Ancak en büyük tehlike, silah ve gerekli imkânlara hâlâ sahip olan Esatçıların olası bir intikam arzusudur. Bütün ülkeye korku salacak bir çeşit Alevi DAEŞ’inden endişe ediyorum.
Bu tehlikeler nasıl önlenebilir?
Bu üç silahlı güç, üç grubun haklarını ve haysiyetini garanti altına alarak, silahların tek sahibi olacak bir devletin ve ordunun yeniden inşası yoluyla kontrol altına alınmalıdır. Bizi bekleyen en büyük politik meydan okuma budur.
***
Editörün önerileri:
Yorumlar kapalıdır.