Kurtarılan servetler ve gemide batanlar!

Demirören’in, Aydın Doğan’ın patronu olduğu Doğan Medya’yı Ziraat Bankası’ndan aldığı kredilerle satın alması, Yıldız Holding patronu Murat Ülker’in 6 milyar dolarlık borcu için 10 banka ile masaya oturması ve Doğuş Holding patronu Ferit Şahenk’in 23,8 milyar liralık borcu için bankalarla yeniden yapılandırma görüşmelerine başlamasının ardından benzer bir adım da Ünal Aysal’dan geldi. Aysal’ın borç yapılandırma talebinin gerekçesi ise aldığı 700 milyon dolarlık kredinin geri ödemelerinde zorluk yaşaması oldu.

Malum yılın başında Murat Ülker, 6 milyar doları bulan borcu için kamu bankalarının da olduğu 10 banka ile masaya oturdu. Ancak Ülker’in Türkiye’deki şirketi Yıldız Holding’in borçlarını yapılandırırken, aynı zamanda İngiltere merkezli ortağı Pladis’e tüm hisselerini satması tartışma yarattı. Yani Ülker servet transferi mi yapıyordu? Ülker’de olduğu gibi Doğuş ve diğer holdingler de yine kamu bankalarının da dahil olduğu havuzdan çekilen kredilerle borçlarını yapılandırmak isterken aynı zamanda devasa borçlarını memlekete miras bırakmaya çalışıyorlar.

Yılbaşından bu yana %6,7 büyüyen kredi hacmini artık kamu bankaları sürüklüyor. Kamu bankalarının yıllıklandırılmış kredi genişlemesi %30’lara yaklaşırken, özel bankalarınki %10’a düştü. AKP, reel sektörün derinleşen borç krizini bir süredir KGF’yi (Kredi Garanti Fonu) yoğun kullanarak aşmaya çalışıyor. Bunun için de riskli bir adım atıldı ve Hazine devreye sokuldu. KGF şirketlere kefaletle destek olurken, Hazine’nin de KGF’ye destek olmasının önü açıldı. Bunun çalışanlar için şöyle bir yanı var: Hazine, yani vergisini ödeyen “millet”, geri ödemeleri risk taşıyan bu borçları üstlenmiş oluyor. Hem de bütçe dışı.

İki gün önce KGF’de 35 milyar liralık bir bütçe açıldı. Hazine ile imzalanan protokole göre şirketlerin kullanımına açılan yeni paketin tutarı bu. İşletmeler bu paketteki kredileri, 1 yılı geri ödemesiz 5 yıl vadeli kullanacak. Yani ek tutar, özel bankalardaki sorunlu kredilerin kamu bankalarına taşınarak kamunun sırtında yapılandırılması için değerlendirilecek. Bu fonun ilk icraatlarından birisi devletin 30’un üzerindeki şehir hastanesine 25 yıl kira ödeme garantisi oldu. Yani devletin 30 milyar dolarlık bir kira yükümlülüğü var! Milletin cebinden beş kuruş çıkmayacak derken, 25 Haziran’la birlikte aslında yüzlerce milyar lira çıkacak.

AKP rejiminin ülkeyi derin bir resesyonun, borç krizinin eşiğine getirdiği görülüyor. Geçen 10 yıl içinde rejim, merkez ülkelerin küresel finans sisteminin çöküşünü engellemek için başlattıkları düşük faiz, parasal genişleme politikalarının yarattığı ucuz ve bol kredi dalgasından yararlandı. Ancak dünya şimdi bu genişleme politikasını terk ediyor. Daha önemlisi özel sektör borçları hızla arttı, cari açık büyüdü. Türk Lirası’nın kaybı Ocak başından bu yana %20’yi geçti. Ocak sonundan bu yana borsa yaklaşık %15 geriledi. Enflasyon hızlanıyor.

Seçimlerden sonra Türkiye’yi yönetecek olanlar, borçların çevrilmesi, ihracat malları üretimi için gerekli finansmanı, ülkenin enerji gereksiniminin karşılanması için gerekli dış kaynak girişini canlandırmak için faizleri yükseltmek zorunda kalacaklar. Bu da özel sektörde iflaslar, buna bağlı olarak işsizliğin hızla artışı ve/veya toplu işten çıkarmalar ile sonuçlanabilir. Bunun birlikte ekonomide toplam talep gerileyecek, ekonomik küçülme ve hatta depresyon düzeyine gerileme yaşanması muhtemel olacak.

Halbuki bu krizin sorumlusu emekçiler olmadığı gibi, bu borçları ödemek zorunda olanlar da bizler değiliz. Derhal işletme defterleri emekçi halkın denetimine açılmalı, planlı bir ekonominin temeli kurulmalıdır. İşten atılmalar yasaklanmalı, patronları kurtaran kredilere son verilmelidir.

Yorumlar kapalıdır.