İspanya’da Genel Grev yeni bir mücadele dönemi başlatıyor

29 Mart günü İspanya’da sanayinin yüzde 85’i; 10’dan az işçi çalıştıran küçük işletmelerin yarıdan fazlası; dükkân, kafeterya gibi işyerlerinin önemlice bir bölümü kapalı kaldı. “Asgari servis” olarak öngörülen saatlerin ve miktarın dışındaki tren, metro ve otobüs hizmetleri ile hava ve deniz taşımacılığı tamamen durdu. Başta Madrid, Barcelona, Valencia ve Sevilla gibi büyük kentler olmak üzere yüzlerce yerleşim yerinde düzenlenen sokak gösterilerine 10 milyonun üzerinde emekçi katıldı. Özetle, Franco sonrası İspanyası’nda düzenlenen sekizinci genel grev gerçek bir başarıya ulaştı, hükümete ve işveren örgütlerine karşı işçi sınıfı pazularını sıkmakta olduğunu gösterdi.

Genel Grev, başta çoğunluk sendika konfederasyonları İşçi Komisyonları (CC.OO.) ve Genel İşçi Birliği (UGT) olmak üzere hemen tüm sendika örgütlerince, Halk Partisi (PP) lideri Mariano Rajoy hükümetinin ilan ettiği “İş Reformu” yasasına karşı düzenlendi. “Reform” Avrupa işçi sınıfına yönelik saldırıların en şiddetlilerinden birini oluşturuyor. Sadece ücretler sınırlanmakla ve tazminatsız bireysel ve toplu işten çıkarmalar kolaylaştırılmakla kalmıyor; toplu sözleşme düzeni tamamen patronlar lehine değiştiriliyor, çalışma merkezinin ve saatlerinin düzenlenmesi işverence her an ve onun istediği biçimde değiştirilebilir hale getiriliyor, sosyal haklar lağvediliyor, emeklilik neredeyse imkânsızlaştırılıyor. İspanyol işçi sınıfının Franco sonrası “demokrasi” döneminde zorlu mücadelelerle elde ettiği tüm haklar bu karşı-reformla bir kalemde siliniyor.

Burjuvazinin tarihi saldırısına karşı Genel Grev!

Sağcı hükümet bütün bu önlemleri ülkede işsizlik oranınının yüzde 23’e çıkmasına (5,5 milyon işsiz), dış borç yükünün gayri safi milli hâsılanın yüde 61’i düzeyine yükselmesine (641 milyar avro) ve büyüme oranının negatife geçmesine neden olan şiddetli ekonomik krize karşı aldığını iddia ediyor. Ona göre işçi haklarının yok edilmesi ve sosyal hizmetlerin kısıtlanması (özellikle sağlık, eğitim ve sosyal güvenlik alanlarındaki kesintiler) yatırımları kışkırtacak, böylece ekonomi büyüyerek yeni istihdam olanakları yaratacak. Merkel-Sarkozy çizgisindeki bu “tasarruf” politikasının yaratacağı iddia edilen sonuçlarına, ciddi ekonomistler arasında bile inanan yok. Tüm Avrupa çapında uygulanmakta olan ve özellikle Yunanistan, Portekiz, İrlanda, İtalya ve İspanya gibi ülkelerde yoğunlaşan bu politikanın altında yatan gerçek, borsa ve inşaat spekülasyonlarının krize sürüklediği emperyalist ülke bankalarına “kurtarma” adı altında milyarlarca avro pompalamak, artan dış borç ödemeleriyle finans sektörü denen modern tefecileri güçlendirmek ve bütün bunların faturasını işçi ve emekçi yığınlarına ödetmek. Üstelik “kriz karşıtı önlemler” denen uygulamaların hiçbiri “geçici” değil; işçi ve emekçi yığınlara indirilen darbelerin hepsi kalıcı. Gelecekteki muhtemel bir ekonomik toparlanma sonrasında, ne kaybedilen haklar iade edilecek, ne de lağvedilen sosyal hizmetler yenien kurulacak. Yani burjuvazinin örgütlediği tarihi bir darbeyle karşı karşıyayız.

İspanya sınai ve mali burjuvazisinin saldırısı aslında üç yıl önce, Sosyalist Parti (PSOE) hükümetleri aracılığıyla başlatılmıştı. İlk toplu tensikatlar ve işsizlik salgını göçmen işçiler üzerinde başlatılmış ve yaklaşık 4 milyon göçmenin yarıdan fazlası sefalete mahkûm edilmişti. O dönemde sendika bürokrasisi tamamen suskun kalarak bu uygulamaları zımnen desteklemişti. Sonra sıra büyük sanayiye geldi ve yüz binlerce proleter işten çıkarıldı; bürokrasi susmaya devam etti ve hükümetle tensikatların “düzenlenmesi” yolunda anlaşmalar imzaladı. Bu arada Sosyalist hükümet işsizlik ödentilerini vermeye devam ediyordu (gerçi işsizlik primi de bankalar için yağlı bir gelir kaynağına dönüşmüştü; devlet bu primleri ödemek için dış borçlanmaya başvuruyor ve yüksek faiz gelirleri bankaların kasasını dolduruyordu); ama bir süre sonra prim süresi biten ve yeni bir iş bulamayanların sayısı hızla kabarmaya başladı ve hiçbir geliri olmayan hane sayısı 1,5 milyona ulaştı. Öte yandan on binlerce aile, ipoteklerini ödeyemez hale gelip konutlarını kaybediyor, anahtarlarını bankaya teslim edip -kelimenin gerçek anlamıyla- sokakta kalmaya mahkûm oluyordu; üstelik bankalar geri kalan ipotek alacaklarını talep etmeye devam ediyorlardı. Sendika bürokrasisi hâlâ susuyordu.

Sendikaları harekete geçiren emekçiler oldu!

Bu arada toplumsal husursuzluk artmaya devam ediyordu. Ama Kasım 2011 genel seçimlerinde, PSOE’nin tabanını oluşturan yaklaşık 4,5 milyon işçi ve emekçi sandığa gitmeyi rededip, uygulamaların sorumlusu olan partilerine tarihi bir ceza kestiğinde, sağcı PP bir anda parlamentoda mutlak çoğunluk elde etti. Ve tabii ardından da bugünkü saldırı geldi. Üstelik, PP hükümetinin yeni önlemleri, göçmenlerin ve sanayi işçilerinin yanı sıra, büyük sendikaların kaymak tabakasını oluşturan yaklaşık 5 milyon kamu emekçisine ve memurlar kitlesine de son derece ağır darbeler indiriyordu; yani, sendikaların temel sütünları yıkılmaya yüz tutmuştu. Bütün bu uygulamaların basıncına sendika bürokrasileri artık dayanamadı ve nihayet Genel Grev ilan etti.

Genel Grev günü milyonlarca işçi ve emekçinin sanayi mahallelerini ve kent merkezlerininin sokaklarını işgal etmesi, CC.OO. ve UGT bürokrasilerinin kitleler nezdinde büyük prestije ve güvenilirliğe sahip olduklarını değil, emekçilerin nihayet kendi yegane kitle örgütleri olan sendikalarını harekete geçirmeyi başardıklarına işaret ediyor. Onların bu başarısı, sendika üyesi olmayan yüz binlerce emekçinin, işsizin ve göçmenin de seferberliğe geçmesinde etkili oldu. Ama bir günlük genel grevin, emekçi yığınların yaşadığı ciddi sorunları çözemeyeceğini herkes biliyor, ve sorun da bu noktada düğümleniyor: şimdi ne yapmalı? Bu noktada izlenecek çizgi ikiye ayrılıyor: Birinci çizgi, CC.OO. ve UGT bürokrasilerinin önerdiği, hükümetle pazarlıklar yoluyla reformlar paketinin “yumuşatılması”, “kabul edilebilir” hale getirilmesi. Bu öneri kuşkusuz emekçi kitleleri bölüp, birbirine düşürüp, burjuvaziye daha yumuşak bir çıkış yolu yaratmaya yönelik; ama sınai ve mali burjuvazi o denli kendine güvenir halde ki, PP hükümeti sendikaların pazarlık taleplerini kabul etmiyor ve bu doğrultuda Avrupa Birliği’nden tam destek görüyor.

İkinci yol ise, Genel Grevin başlatığı mücadeleyi, hükümeti reform yasasını geri çekmeye mecbur kılana değin sürdürmek. İşyeri temsilcilikleri, işyeri sendika seksiyonları, mahalle meclisleri, çoğunluk sendikalarındaki muhalefet koordinasyonları, sınıf sendikaları önderlikleri, vb. arasında kurulacak birleşik komiteler aracılığıyla, sokak gösterilerinin, protesto eylemlerinin, işyeri direnişlerinin ve nihayet, büyük sendika yönetimlerini de zorlayarak, yeni genel grevlerin örgütlenmesi zorunlu. Üstelik, aylardan beri kabarmakta olan ve 29 Mart günü tüm vücudunu açığa vuran seferberlik dalgası, onun belli ettiği mücadele isteği ve heyecanı, bunun olanaklı olduğuna işaret ediyor.

Üstelik sorun sadece İspanya’ya ait değil. Yunanistan ve Portekiz emekçileri bir yılı aşkın bir süreden beri mücadele etmekte, ardı ardına genel grevler örgütlemekte. Bugün İspanya ile birlikte, finans kapitalin ve karşıdevrimci hükümetlerin saldırısına karşı mücadeleyi uluslararası düzeyde ortaklaştırabilmenin temelleri hazır hale gelmekte. Kısacası, işçi ve emekçilerin lehine çok verimli olabilecek yeni bir mücadele dönemine girmiş durumdayız. Başarının öznel gereklerini yerine getirme görevi hepimize düşüyor.

Yorumlar kapalıdır.