Sendikalarda yozlaşmaya karşı mücadele etmeliyiz

İşçi hareketinde sendikalara ilişkin genel bir güvensizlik var. Çalışan insanlar bir yandan örgütlü olup ekonomik ve sosyal hakları için mücadele etmek istiyorlar, diğer yandan da sendika yöneticilerinin samimiyetinden ve dürüstlüğünden kuşku duyuyorlar. Açık söylemek gerekirse, onların bu kuşkularını haklı çıkaracak pek çok neden var.

Örneğin, geçenlerde basında haber oldu, Türk-İş’e bağlı Tarım-İş Sendikası’nın yönetimi son dört yılda 47 yurtdışı gezisi düzenlemiş, sendikanın Başkanlar Kurulu toplantısı bile Ukrayna’nın başkenti Kiev’de yapılmış. Yurtdışına çıkan sendika personeline kişi başı 750 dolar harcırah verilmiş ve gezilerin sendikaya maliyeti 550 bin dolar olmuş. Hükümet tarımı öldürüp köylüyü açlığa ve göçe sürüklerken, Tarım-İş yöneticileri Ukrayna gezilerinde “sıkıntı” gideriyorlarmış.

Bir başka örnek: DİSK’e bağlı Özel Güvenlik İşçileri Sendikası’nda bazı güvenlik çalışanları, yolsuzluk yaptıkları iddiasıyla genel merkez yöneticileri hakkında suç duyurusunda bulunuyor. Ortada incelenmesi gereken bir durum var, ama sendikanın merkez yöneticileri de karşı hamlede bulunarak bu sendika üyeleri hakkında Cumhurbaşkanı’na hakaret ve tehdit gerekçesiyle suç duyurusunda bulunuyorlar. Yani sendika yöneticileri kendilerini eleştiren diğer üyeleri polise gammazlıyorlar.

Son ve daha “ilginç” bir örnek: Türk-İş’e bağlı Dok Gemi-İş Sendikası’nın başkanı Necip Nalbantoğlu, oğlu Emre Ahmet Nalbantoğlu’nu önce sendikanın genel merkez yönetim kuruluna alıyor, sonra da 5 Ocak’ta sendikanın genel sekreteri olmasını sağlıyor. Yani sendikada babadan oğula geçen bir “hanedan yönetimi” kuruyor. Tam bir şirket zihniyeti.

Bunlara pek çok sendikacı ve işyeri temsilcisiyle ilgili bol bol başka örnekler de eklenebilir. Bunlara şahit oldukça tabandaki işçilerin yozlaşmış sendika bürokratlarına bakıp sendikalardan soğumaları kaçınılmaz oluyor.

Bu doğal, ama doğru bir tutum değil. Şu anda işçilerin patronların ve hükümetlerin ekonomik ve sosyal, hatta politik saldırılarına karşı toplanabilecekleri başka bir kitlesel örgütlenme aracı bulunmuyor. Evet sendikaların örgütleyebildikleri işçi sayısı, tüm işçiler arasında ancak yüzde 10 civarında ve bu çok düşük bir oran. Ama sendikaların patronlar karşısında aldıkları her tutum, imzaladıkları her toplu sözleşme, geri kalan yüzde 90’lık işçi kitlesi için bir örnek, bir referans oluyor. Onlar da taleplerini ve mücadelelerini bu örneklere bakarak oluşturmaya çalışıyorlar.

Bu açıdan sendikalar işçi sınıfı için hâlâ çok önemli birlik ve mücadele araçları. “Sendika işe yaramaz” diyerek ona sırt dönmek, işçileri şu aşamada örgütsüzlüğe ve pasifliğe mahkûm etmek anlamına gelir.

O halde asıl görevimiz, elimizdeki sendikaları gerçekten üyelerinin kontrolünde birer sağlıklı örgüt haline getirmeye çalışmak olmalı. Sendika yönetimlerinin ve temsilcilerinin demokratik biçimde tüm üyelerce seçilmesi; bunların her an üyelerce geri alınabilir olması; profesyonel yöneticilerin o işkolundaki en yüksek işçi ücretinden daha yüksek maaş almamaları; tüm sendikal faaliyetlerin ve hesap defterlerinin üyelere açık olması; sendika yayın organlarının üyelerin görüş ve önerilerine açık olması; toplu sözleşme görüşmelerine üyelerin de katılabilmesi ve sözleşmenin üyelerin kabulü halinde imzalanması…

Bu önlemler mutlaka sendikalarda tüzüklere girmeli ve hayata geçirilmeli. Bu amaçla da işyerlerinde öncü işçiler komiteleşerek ağırlıklarını sendikalara yansıtabilmeli. Sendikaların yozlaşmasına ve bürokratik yöneticilerin egemenliğine ancak böyle son verebiliriz.

Yorumlar kapalıdır.