“Filistin Devleti’ni tanırız, ama…”

İsrail Başbakanı Netanyahu geçtiğimiz haftalarda, İsrail’in bir Filistin Devleti için hazır olduğuna dair bir konuşma yaptı. Obama yönetimi ve AB, iki devletli çözüm çerçevesindeki konuşmayı hoş karşılayıp, Netanyahu’yu desteklediklerini açıkladılar. Mısır yönetimi bu açıklamanın barış sürecinin önünü tıkadığını belirtirken, Filistin halkı ve Hamas başta olmak üzere Filistinli arabulucular konuşmayı ‘surata inen bir tokat’ olarak nitelediler.

Oysa konuşmanın tamamına baktığımız zaman, verilen tepkilerin çeşitliliği birden kayboluyor ve saflar yine netleşiyor. Öncelikle Netanyahu konuşmasında, ‘silahsız’ bir Filistin Devleti diyor. Silahsız bir devletin mümkün olup olmayacağı bir yana, Silahsız bir Filistin Devleti ifadesini ileri bir adım olarak görmek gülünçtür. Hâlihazırda İsrail’in tüm operasyonlarının nihai sebebi başta Filistin halkının silahlı gücü olan Hamas’ı yok etmek değil mi zaten? Diğer bir deyişle, diplomatik alanda yapılan bu konuşma, İsrail’in Aralık 2008 baskınının başka araçlarla yapılmasından başka bir anlam ifade etmiyor.

Diğer bir mesele, İsrail’in bir Yahudi Devleti olarak tanınması koşulu! Bu da zaten bir zamanlar Filistin toprağı olan bugünkü İsrail Devleti’nde yaşayan Arapların sosyal, politik haklarını; varlıklarını bir kez daha tanımamakla aynı kapıya çıkmıyor mu? Bu da Oslo Barış Süreci’nde ve aslında Filistinliler yurtlarından olduğu günden itibaren tüm tarihsel süreçte karşımıza çıkan aynı inkâr politikası değil mi? Bu durumda bir Hamas liderinin dediği gibi “Bu koşulun İtalyan faşistleri ya da Nazilerin istediklerinden hiçbir farkı yok”.

İki devletli çözümü destekleyenler bu konuşmayla sürecin yeni bir açılıma gittiğini düşüne dursunlar, aslında Netanyahu konuşmasında iki devletli çözümü destekleyenlerden de farklı bir dilde konuşuyor. Netanyahu Filistinlilerin topraklarını ‘iki toplum için de tarihsel anavatan’ olarak bile değil, yalnızca Yahudiler için tanınan anavatan olarak görüyor. Bu koşullarda yürütüldüğü iddia edilen ‘barış süreci’ aslında İsrail’in yaptırımları ve politikalarıyla zaten çıkmaz bir yol. Filistin toprakları dışında yaşayan 4 milyon Filistinlinin kaderi sorusunu gündem dışında bıraktığı, bölgedeki yerleşimler ve sürdürülen inşaatlar sorununun da yeni bir şey söylemediği sürece, girilen tüm süreçler Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkının yok sayılması anlamına gelecektir. Kaldı ki, ABD’nin emperyalist politikaları ve Siyonist İsrail’in varlığı Filistin halkının yok sayılması temeline dayanır. Bu yüzden, Filistin halkının özgürlüğü, kendisine vaat edilen açık hava hapishanesi ile değil, Siyonist Devlet’in ortadan kalkmasıyla mümkündür.

Yazan: Canan Yılmaz (28 Haziran 2009)

Yorumlar kapalıdır.