Sendikacıların maaşları

Son günlerde sendikacıların maaşları gündeme geldiği için bu konuya tekrardan değinmekte yarar var. Yayın organlarında bazı sendika yöneticilerinin maaşları açıklandı. Ama özellikle DİSK’in dışındaki sendikalardan pek bir ses yok. Yönetici maaşlarının miktarlarını açıklayanlar da öyle astronomik rakamlar dağıtmayan sendikalar.

Bu konu, işçilerin sendikacılarına olan güven duygusunu doğrudan etkilediğinden gerçekten önemli. Zira işçilerin aldıkları ücretle kıyaslandığında bazı sendikacıların maaşlarının yüksekliği, hatta bazılarınınkinin astronomik miktarlarda olması, doğrudan doğruya sendika bürokrasisiyle ilintili bir sorun.

Yaşam düzeyiyle işçi sınıfından ve onun mücadelesinden kopup neredeyse bir üst sınıfa atlayan yöneticilerin, sınıfın sorunları karşısında lakaytlaşan, sendikacılığı neredeyse bir avukatlık mesleğine dönüştüren, patronlarla ve devlet yetkilileriyle içli dışlı hale gelen birer bürokrat haline dönüşmeleri neredeyse kaçınılmaz oluyor. Bunlar tabii mevkilerini kaybetmemek için de sendika içindeki tüm demokrasiyi yok edip işçileri sendikanın iç işleyişinden uzaklaştırıyorlar, onların söz ve karar sahibi olma haklarını ayaklar altına alıyorlar. Hatta, henüz aktif işçilik yapmakta olan temsilciler arasında özenti yaratarak sınıfı bölebiliyorlar.

Bazı sendikalar yöneticilerin ve sendika çalışanlarının maaşlarının belirlenmesine çeşitli kriterler getirmişler. Örneğin, o sendikada maaşların toplu sözleşmeyle kazanılan ücretlerin üzerinde olmaması veya en yüksek ücretlerin ortalaması olması gibi kurallar koymuşlar. Bazıları yönetici maaşlarını genel kurullarında belirliyorlar. Sendika yöneticilerini işçi sınıfının yaşamından koparmamaya yönelik bu tür kurallar elbette iyidir. Ancak bürokratlaşma gerçekten engellemek isteniyorsa bu gibi önlemler mutlaka yöneticilerin belirli bir süre (mesela iki dönem) sonra tekrar işçiliğe dönmesi ve işçiler tarafından her an geri çağrılabilir olması ilkeleriyle birleştirilmeli.

Fakat bir noktaya daha dikkat çekmek istiyorum. Bir sendikacının “normal” sayılabilecek bir ücret alıyor olması onun sınıf mücadelesinin aktif bir yöneticisi olduğu anlamına gelmiyor. Öyle yöneticiler var ki, sendika bürosundan çıkmadan sendikacılık yapmak istiyorlar. Ne işyerlerini sürekli gezip, izleyip doğan sorunlara tüm işçilerle birlikte yanıtlar geliştiriyorlar, ne ağırlaşan sorunlar karşısında aktif ve militan bir tutum alıyorlar, ne mücadelelere etkin olarak katılıyorlar, ne de işten çıkarmalara, ücretsiz izne yollamalara vb. karşı tutum alıyorlar. Yeni bir işyerinde sendikalaşma çabası sırasında işten çıkarılanların sadece tazminat davalarına bakmakla yetiniyorlar. İşte bunlar da işçi sınıfı için tehlikeli bürokratlardır.

Oysa hükümet ve patronlar el ele işçi sınıfı üzerine çullanıyorlar. Kriz ağırlaştıkça tüm emekçilerin gelir düzeyi düşüyor. İşten çıkarmalar ve işsizlik yaygınlaşıyor. İşyeri kapatmaları önümüzdeki dönemde daha da yaygınlaşacak. Gazetemizden de izlenebileceği gibi pek çok yerde işçiler direniş halinde. Ama toplu ve birleşik bir mücadele örgütlenemedikçe, bu saldırılara tek tek yanıt verebilmemiz gittikçe zorlaşıyor. Ve bürokratlar böyle bir mücadelenin önündeki en büyük engeller olarak karşımıza dikiliyor.

Dolayısıyla görev en başta ileri ve öncü işçilere düşüyor. İşyerlerinde mücadele komiteleri kurmak, bunları yaygınlaştırmak ve aralarında işbirliği oluşturmak gerekiyor. Tek tek mücadeleleri toplu bir sınıf seferberliğine dönüştürmenin yolu bu tip bir örgütlenmeden geçiyor. Bunların aracılığıyla sendikalarımızı da bürokratlardan temizleyebilir ve daha aktif ve etkili birer mücadele örgütü haline dönüştürebiliriz. Aksi takdirde sınıf olarak üzerimize gelen yeni hükümet-patron saldırıları dalgasına karşı koyabilmemiz mümkün olmayacaktır.

Fotoğraf: Chebanoo_Natasha

Yorumlar kapalıdır.