Afetlerin sebebi AKP politikalarıdır, tek çözüm emek ve doğa merkezli bir planlamadır!

1. Küresel iklim krizinin dünya genelinde aşırı iklim olayları ve büyük felaketlere yol açtığı biliniyor. Ancak önce Van’da sonra da Kastamonu, Bartın, Sinop ve Karabük’te yaşanan taşkın, sel ve heyelanların yalnızca iklim krizi ile açıklanamayacağı, sorunun hükümetin bir avuç zengini daha da zengin etmek için hızla ve denetimsizce uygulamaya koyduğu projelerin bir sonucu olduğu gün gibi ortadadır. Bakanlığın 2019’da Ezine Çayı için yayımladığı taşkın riskini işaret eden raporu ve buna karşın alınmayan tedbirler bunu tek başına ispatlıyor.

2. AFAD’ın şimdiye değin (16 Ağustos) yayımladığı toplam can kaybı sayısı 70’ken, İçişleri Bakanlığına göre yaklaşık bir o kadar da kayıp söz konusu. Bu tabloyu hazırlayan, hükümetin bugüne değin sürdürdüğü tedbirsiz ve doğa düşmanı politikalardır. Felaket göz göre göre gelmiştir.

3. AKP hükümetinin işçileri ve doğayı katlederek inşaat patronlarını zengin etme politikası küresel iklim krizinin yarattığı sonuçları katmerlendirmektedir. Tüm uyarılara rağmen yapılan kıyı dolguları, yanlış yol projeleri, tarım arazilerinin yok edilerek dere yataklarına, yaylalara, vadilere yapılaşma izni verilmesi görünürdeki en ufak çaylara bile hesapsızca yapılan HES projeleri felakete davetiye çıkarmıştır. Bölgeden ulaşan iç yakan görüntülere ve her geçen gün ölü ve kayıp sayılarındaki artışa rağmen, normal şartlarda ormanları koruyup tarımı geliştirmekle sorumlu olması gereken Tarım ve Orman Bakanı Pakdemirli: “HES’ler selin sebebi yerine bana göre mağduru oluyor. HES’ler negatif olarak etkileniyor” diyerek hükümetin işçi ve halk düşmanlığını bir kez daha belgelemiştir. Bunca kayba ve alınmayan önlemlere rağmen İçişleri Bakanı Süleyman Soylu da “…en ufak bir mahcubiyet yaşamadık. Kimse, ‘Nerede bu devlet?’ demedi” derken kuşkusuz ki biz emekçilerden ve yoksul halktan değil, patronlardan bahsetmektedir.

4. Hükümetin uyguladığı yanlış imar ve enerji politikalarının yanı sıra bu projeler üzerindeki kamu denetiminin neredeyse tamamen tasfiye edilmesi ve afet planlamasının yapılmaması da problemleri derinleştirmektedir. Bu durum en ufak bir doğa olayının dahi afete yol açmasına sebep olmaktadır.

5. Tarım ve Orman Bakanlığına bağlı bir kurum olan Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü’nün 2020 yılı Faaliyet Raporu’na göre Türkiye genelinde 714 adet HES işletme halindeyken, 37 tanesinin inşaatı sürmekte ve 493 tanesinin de inşaatına başlanması hedeflenmekteydi. Yani halihazırda vadi yataklarının doğal yapısı ve akışında büyük bir bozulmaya yol açan bu projelerin neredeyse yüzde 50 oranında bir artış hedeflenmektedir. Bu projeleri geliştiren şirketler Çevre Etki Değerlendirme raporlarını da bağımsız kurumlardan değil, ücretlerini şirketlerinin ödediği özel şirketlerden yaptırmaktadır. Bu durum tedbirsizlik ve denetimsizliği artırırken kıyıma yeni bir boyut katmaktadır. Önümüzdeki dönemde gerçekleşeceğine kesin gözüyle bakılan aşırı iklim olaylarına karşı korunmanın sağlanabilmesi için, ihtiyaç dışı olan bu projelerin derhal elden geçirilmesi ve gerekiyorsa hepsinin durdurulması gerekmektedir.

6. Saray rejiminin zenginlere hizmet etmek dışında hiçbir vasfının olmadığı bir kez daha ortaya çıkmıştır. Orman yangınlarının ardından gerçekleşen sel ve taşkın olayları Saray rejiminin bir afet yönetim sistemine sahip olmadığını gözler önüne sermektedir. Zenginler için sınırsız vergi afları ve doğa kıyım hakkı sunan Saray rejimi, gerçekleşen afet karşısında bir kez daha halka IBAN göndererek soruna sistemli bir çözüm sunamayacağını gözler önüne sermiştir.

7. Kaynaklar burjuvazi için değil işçi ve emekçiler için kullanılmalıdır. Bu bağlamda korunma çareleri açıktır:

  • Afetlere karşı afetin mağdurlarına IBAN göndermek yerine buna sebep olan ultra zenginlerden ek vergiler alınmalıdır.
  • Oluşturulan kaynakla ülkenin her bölgesi için afet riskleri açığa çıkarılıp gerekli tedbirler alınmalıdır. Bütünleşik bir afet risk yönetimi çıkarılarak tedbirler en yüksek seviyede alınmalıdır. Afet riski taşıyan yerleşim yerlerinde gerekli tedbirler alınmalı ya da bu yerler boşaltılmalıdır.
  • Afetlere sebep olan, bir afet planı dahilinde işletilmeyen işletmeler derhal tazminatsız kamulaştırılmalıdır.
  • Enerji yönetimi, imar, afet yönetimi gibi çevreyi ilgilendiren tüm mevzuat-yönetmelik vb. düzenlemeler iptal edilip, inşaat patronlarının değil doğanın ve emekçilerin lehine yeniden hazırlanmalıdır. Hazırlık ve denetim emek ve meslek örgütleri tarafından yapılmalı ve şeffaflaştırılmalıdır.

8. Sorunu yalnızca küresel iklim krizine havale etmek burjuva siyasetin bir başka ikiyüzlülüğüdür. Küresel iklim krizinin bir numaralı sorumlusu da şirketler ve hükümetlerdir. Küresel iklim krizine karşı bir mücadele planının oluşturulması, emekçilerce denetlenmesi, buna sebep olan şirketlerin de derhal kamulaştırılması acil bir gündemdir. Yaşadıklarımız yaşayacaklarımızın ön gösterimidir. Orman yangınları, seller, kuraklıklar, fırtınalar, sıcaklık rekorları, aşırı soğuklar, dolular… İşte kapitalist sistemin yakın geleceğe bırakacağı miras budur. Bugün mültecileri tartışan Türkiye’nin bu mirastan nasibine düşen ise iklim krizinin karşısında yaşanılamaz bir yer haline gelip, basit bir göç yolu olmaktan başka tüm vasıfları kaybetmektir. Tüm emek örgütlerinin Saray ve destekçisi rejimlerin yarattığı yıkıma karşı emek merkezli bir biçimde bir araya gelmesi, afetlerden korunan ve yaşanır bir dünyanın tek garantisidir.

İşçi Demokrasisi Partisi, 16 Ağustos 2021

Yorumlar kapalıdır.