Bitmeyen aşama, gelmeyen ikinci devre!

Birgün gazetesinden Doğan Tılıç yaklaşan 2023 cumhurbaşkanlığı seçimi üzerine, “Hele bir ilk devre bitsin. Tek adam rejimi gitsin. İkinci devreyi belki bir başka 11’le oynayacağız” diyerek sosyalist hareketin de Erdoğan karşısında 6’lı Masa’nın adayına oy vermesi gerektiğini yazdı. Benzer açıklamaları Sol Parti dışında TİP, TKP, EMEP gibi önde gelen sosyalist partiler de yaptığı için bunun solda genel bir tutum olduğunu söyleyebiliriz. HDP de benzer bir eğilim içinde, ama 6’lı Masa’yla ilişkisi açısından farklı bir taktik izliyor. Hepsinin tek koşulu adayın “çok fazla” sağcı olmaması! Nitekim örneğin Mansur Yavaş’a hayır derken Ekrem İmamoğlu ya da Kılıçdaroğlu’nu münasip gördükleri anlaşılıyor. Biz bu yaklaşımın aşamalı bir program anlayışının ürünü olduğunu ve niyet ne olursa olsun kriz içindeki burjuvaziye hayat öpücüğü vermekten öte işe yaramayan bir sonuç üreteceğini düşünüyoruz. Ama dahası bu tutumun tutarsız olduğunu da düşünüyoruz. Çünkü eğer temel belirleyici koşullar ise, ki bu çok önemli, mevcut iktidar adayının karşısındaki muhalif adayın kim olduğunun bir önemi olamaz. Neticede somut örnekte onu öneren 6’lı Masa’nın sınıfsal ve politik/programatik niteliği zaten ortada. Anlatmaya çalışalım…

Öncelikle sermayeyle, özellikle de finans kapitalle ilişkilendirmeksizin devlet ve burjuva siyasal hareket analizi yapmamak gerekir. Bu açıdan bakıldığında 2023 seçimleri öncesi Türkiye’de, ister iktidarda ister muhalefette olsun, İslamcı ve Türkçü hareketlerin rol ve pozisyonlarını ve devlet aygıtının güncel halini anlamaya dönük analizlerde ekonomi-politik bağlam sıkça göz ardı edilebilmekte. Evet, her şeyi her zaman ekonomi belirlemiyor. Özellikle 2. Dünya Savaşı sonrasında politik olanın ekonomi üzerinde artan oranda göreceli ağırlığını da görüyoruz. Ama bu yine de her şeyin üstyapıda başlayıp bittiği anlamına gelmiyor.

Ekonomik altyapıdan soyutlanmış üstyapısal analiz ve açıklamaların en azından işçi sınıfının ve emekçi yoksul halkların bir bağımsız politik program ve mücadele hattı örgütlemesi imkânını tahrip etme tehlikesi var. “İkinci devre” metaforu tam olarak bu tehlikeyi ihtiva ediyor ve ne yazık ki dünyada da yaygın. Bu açıdan ekonomi-politik bağlama gerçekten dikkat etmek zorundayız. Aksi takdirde iktidarın iflas etmiş neoliberal otoriter yönetimi karşısında 6’lı Masa’nın, sermaye adına, kapitalist sömürüye yeni kıyafetler giydirmesi anlamına gelecek 2023 kostümlü balosu geniş toplum kesimleri için tek seçeneğe dönüşebilir ve hatta cezbedici hale gelebilir. Çünkü sınıfsal niteliğini kurcalamadığınız takdirde demokrasi, özgürlük, hukuk gibi terimlerin büyüsüne kapılmamak mümkün olmayabilir.

Peki, bu, Türkiye’nin içinde bulunduğu derin kapitalist ekonomik/sosyal/siyasal kriz ve yıkım koşullarını göz ardı etmek anlamına gelir mi? Kuşkusuz hayır! Politika daima somut zemin üzerinde yapılmalı. Gerçek hoşumuza gitmese de gerçektir ve nesnel koşulları seçemeyiz. Dolayısıyla ilkelerden ödün vermeden somut gerçekliğe müdahale etmemiz, tutum almamız ve taraf olmamız gerekir. Taktikler de bunun için var. Ama taktik lastik değildir. Sınırsız şekilde istendiği gibi çekip bükülemez. Taktikleri, koşulları gerekçe göstererek, amacının ötesine taşımak ve aşırı zorlamak onları taktiksel adımlar olmaktan çıkarıp stratejik kavrayış haline getirebilir. Bu tutum genelleştirilir ve her seçim ve durumda en az kötü adayın desteklenmesi politikasına dönüştürülürse, ki Türkiye en azından 12 Eylül 2010 referandumundan bu yana bu sarmalın içinde görünüyor, artık taktiksel bir tutumdan değil reformist bir politik kavrayıştan ve izlenimci/uyarlanmacı bir programdan bahsedilebilir. Ehvenişer politika varsa bağımsız devrimci sınıf tutumu yoktur. Biz buna devrimci önderlik krizi diyoruz. Dolayısıyla taktiksel tutumların amacı düzen siyasetine uyarlanmak değil, işçi sınıfının ve emekçilerin bağımsız sınıf çıkarlarını savunmak olmalıdır. Aday seçmek, aşamalar ileri sürmek, koşullarla değil program anlayışlarıyla ilgili görünüyor.

Yorumlar kapalıdır.