Brezilya: İşçi Partisi’nin krizi neyi gösteriyor?

Brezilya’da son birkaç ay içinde yaşananlar bir “siyasal kriz” değilse nedir?

Bir yandan ekonomik krizin giderek yükselen etkileriyle başa çıkmaya çalışan İşçi Partisi (PT) lideri Dilma Roussef şimdi de açığa çıkan yolsuzluk iddialarının yol açtığı siyasal bir kriz ve hoşnutsuzluk dalgasıyla karşı karşıya.

Rousseff’in 2003-2010 arasında Petrobras’ın başkanlığını yaptığı sırada şirkette en az 800 milyon dolarlık yolsuzluk yapıldığı, ihalelere fesat karıştırıldığı, yetkililerin rüşvet aldığı iddia ediliyor. Unutmayalım ki, eski Devlet Başkanı Luiz Inacio Lula da Silva da Mart ayı başında soruşturmaya dahil edilmiş buna karşın Roussef tarafından dokunulmazlık sahibi olabilsin diye kabineye danışman olarak atanmıştı.

Fernando Henrique Cardoso
Fernando Henrique Cardoso

Brezilya’nın tanık olduğu derin bunalımın nedenleri PT öncesi dönemin neoliberal politikalarıyla ülkeyi ekonomik ve sosyal bir yıkımın eşiğine getiren Fernando Henrique Cardoso yönetimine dek götürülebilir. Öte yandan Roussef’in krizini, 1964 yılında gerçekleştirilen askeri darbeye karşı gelişen -ve bu darbenin sonunu getiren- işçi seferberlikleri üzerinde yükselmiş olan PT’nin krizi olarak görmek bir zorunluluk.

Zira, aynı zamanda Roussef’in selefi olan işçi lideri Lula’nın, 80’li yılların başında geliştirdiği PT ve “Yeni Sol” tanımlarınının nihai sonuçlarıyla karşı karşıyayız. Dünyanın en büyük sendikal aygıtlarından biri olan Brezilya CUT’una –Sendikal Merkez- dayanan bu parti, ülkede demokrasinin restorasyonundan beri sınıflararası diyalog ve işbirliği hattını öne çıkarttı. PT, işçi yığınları üzerinde yaratmış olduğu illüzyondan güç alsa da yüzünü çokuluslu şirketlerle işbirliğine dönmeyi tercih ediyordu. Sonuç olarak PT iktidarı altında ülke fiilen ülkedeki egemen sınıfların, bankerlerin ve toprak sahiplerinin cennetine döndü.

Asgari ücretin yükseltilmesi ve Türkiye’dekine benzer “bağımlı sosyal destek programları”na karşın PT önderliğinin işgücü üretkenliğini artıracak bir sanayi politikasının noksanlığı, ekonomik bunalım ve dışa bağımlılığa yol açmıştı.

Gerçek şu ki, Rousseff’in yeniden seçildiği 2014 yılında Brezilya’nın ekonomik ve sosyal göstergeleri zaten iyi değildi. Sadece bu bunalım Rousseff tarafından sürekli inkar ediliyordu.

Brezilya'da kitleler yolsuzlukları protesto etmek için seferber oldu.
Brezilya’da kitleler yolsuzlukları protesto etmek için seferber oldu.

Bu nedenle aylardır Brezilya sokaklarında kitle seferberliklerine yol açan bu hükümet krizi açıkça Türkiye’de yaşanan süreci andıran şekilde bir rejim krizine dönüşüyor. En azından 2018 seçimlerine dek PT iktidarına bel bağlamaya niyetli görünmüş Brezilya burjuvazisi açıkca, yeni bir arayışın içine giriyor. Yığınlara bu doğrultuda yön vermeye çalışıyor.

İşte tam bu noktada Türkiye’de yaşananlara yönelik bir başka benzerlikle karşılaşıyoruz: Yolsuzlukla ilgili ciddi belgelerin ortaya konduğu ve giderek bizzat işçi sınıfının kendisini aldatılmış hissettiği bir zeminde Roussef yönetimi, burjuvazinin ve sağcıların İşçi Partisi yönetimine bir darbe girişiminde bulunduklarını iddia ediyor ve kendisine yönelik soruşturmaları reddediyor.

Şurası çok açık ki, dünya düzeyinde mevcut “demokrasileri” her defasında daha az demokratik ve daha fazla Bonapartist hale dönüştürme yönlü bir eğilimden söz etmek mümkün. Yine de Roussef’in yanı sıra başta PT eski lideri Lula olmak üzere bütün PT önderliğine yayılan yolsuzluk iddaları gerçek bir zemine dayanıyor. Öte yandan bütün bu sürece yol açan savcı Sergio Moro’nun yasadışı dinlemeleri, artık PT yönetimine ihtiyacı kalmadığını düşünmeye başlayan burjuvazinin bir diğer kesiminin alan arayışı olarak okunabilir.

İşçi Partisi (PT) yöneticileri, yolsuzlukla yargılanıyorlar.
İşçi Partisi (PT) yöneticileri, yolsuzlukla yargılanıyorlar.

Brezilya, yalnızca Latin Amerika’nın en büyük ekonomilerinden biri değil, aynı zamanda dünyanın en güçlü ve mücadeleci işçi sınıflarından birine sahip. Bu devasa kriz koşullarında, PT’nin zamanının dolduğuna kanaat getiren burjuvazi ve sağ sektörler, hoşnutsuz yığınların haklı isyanına kendi karşıdevrimci amaçları doğrultusunda yön vermeye çalışıyor.

Diğer yandan, PT giderse kıtanın en vahşi ve saldırgan burjuvazilerinden birinin acımasız saldırıları karşısında savunmasız kalacaklarını düşünerek PT’yi hayal kırıklığı içinde ama koşulsuz savunmayı öneren sol akımların mevcudiyeti sürecin kırılmalara yol açmadan aşılamayacağını ortaya koyuyor.

Bu koşullar altında bu krize devrimci ve işçi sınıfı eksenli yanıtlar geliştirebilecek Brezilya “soluna” büyük görev düşüyor. Başta PSOL olmak üzere PSTU ve CSP/Conlutas gibi mücadeleci sendikal yapılar ve parti ve akımların, işçi sınıfının yaşadığı hayal kırıklığını devrimci bir alternatif odak yaratarak aşmasına yardımcı olması göreviyle karşı karşıyayız. Süreç yalnızca Brezilya siyasetini değil, dünya işçi sınıfı ve sol akımlarını da belirleyecek sonuçlara gebe.

Bu nedenle geçtiğimiz 1 Nisan günü, PSOL’un sol kanadı, PSTU ve CSP/Conlutas gibi akımların Sao Paolo kentinde gerçekleştirdikleri kitlesel PT protestosu türünden birleşik ve sınıf eksenli mücadeleleri yakından takip etmek gerekli.

Bu birleşik eylemin ana talepleri olan, yolsuzluğa bulaşmış PT hükümetine karşı, parasız sağlık ve eğitim hakkı için, işten çıkarmaları yasaklayacak, işçi ücretlerinde artış gerçekleştirecek, iç ve dış borcun ödenmesine son verecek, ülkenin en büyük endüstriyel kuruluşu olan ve skandala ev sahipliği yapan Petrobras’ın işçi kontrolü altında kamulaştırılmasını sahiplenecek bir “işçi hükümeti”, aynı zamanda ülkedeki krizi işçi sınıfı ve halk yığınları lehine aşmanın ilk adımlarını oluşturuyor olabilir.

Yorumlar kapalıdır.