İş Yerlerinde ve Sendikalarımızda İşçi Denetimi!
Patron-Hükümet ikilisi işbaşında. Seyirci kalmayalım! Saldırılara karşı işçi seçeneğini oluşturalım!
Kriz kasıp kavurmaya devam ediyor. İşsizlik dünya genelinde rekor düzeye tırmanıyor. Başta inşaat, otomotiv, enerji ve tekstil olmak üzere, pek çok sektördeki kitlesel işten çıkarmaların ve de sektör küçülmelerinin sonunun ne zaman geleceği ise hâlâ bilinmiyor.
Bu durumun çalışan işçi ve emekçiler üzerindeki en belirgin etkisi ise korku oluyor. Bugün işsiz kalma korkusu, çoğu işçiyi direnmekten ve örgütlenmekten alıkoyuyor. Her ne kadar işçi ve emekçilerin örgütlenmeye olan ihtiyaçları ve istekleri artsa da, bu istekten daha büyük olan korku patronlar tarafından her yere ekliyor. Bu durum, önümüzde aşmamız gereken en büyük zorluklardan birini bizlere gösteriyor.
Kapitalizmin tarihini inceleyecek olursak, şöyle bir genelleme yapılabilir: Sanıldığının aksine kriz dönemleri -özellikle de kriz başlangıç aşamasında iken ve işçiler yeterince örgütlü değilken- işçi ve emekçilerdeki yoğun bir öfke birikiminin sonucu olarak patlamalar, büyük direnişler ve grevler yaratmaz. Kriz dönemlerinin başlangıç süreçlerinde, işçi ve emekçileri işsiz-aşsız kalma korkusu sarar. Bu korkudan ötürü de, işçi sınıfı düzen içi yollardan, yani mevcut uygulamalar çerçevesinde felaketlerin önünün kesilebileceğinden medet umar. Sonuç olarak da, direnişlerin sayısı azalma eğilimine girer.
Bu bahsettiğimizi şu şekilde de soyutlayabiliriz. Krizin etkisini göstermeye daha henüz başladığı dönemlerde (2008’in sonlarında) metal sektöründe patlayan direnişler, metal sektöründe toplu iş sözleşmesinin yapılmasının hemen ardından kesintiye uğradı. O günden bugüne uzanan zaman zarfında ise, E-kart, Sinter, Mersin Limanı… işçilerin direnişine ilave olarak, onurlu birkaç (ATV vs) yerel direnişin dışında gerekli destekler gelemedi.
Patron, hükümet ve sendika bürokrasisinin iş birliği
Öte yandan, bu durumun tek sorumlusu duyulan korku değildir. Bugün, patronlar ve hükümet işbirliği içinde krizden kendileri için en az zararla çıkmaya çalışırken, sendika bürokratları da duruma seyirci kalmaktadır.
Bunca kıyametin koptuğu bu dönemde, biz işçilerin biricik mücadele örgütü olan sendikaların ellerinde, basit bir mücadele programı dahi yok. Bürokratlar, hiçbir işyerinde sendikalaşmayı arttıracak, ya da patronların saldırılarına karşı işçileri koruyacak bir çalışma yürütmüyorlar. Yürütülen çalışmaların önüne de taş koymakta gecikmiyorlar. İşçi ve emekçilerin yaşadığı uzun geri çekiliş döneminde, çıkarları patronların çıkarları ile iyice çakışan sendika bürokratları, pek çok acil ihtiyacımızı dahi görmezden gelmekteler.
Sendika bürokratları, patronların krizi mümkün olduğunca az zarar ile atlatmalarının ardından krizin sona ermesini istiyorlar. Bu süreç içerisinde ise kendi koltuklarını koruyabilmenin telaşındalar. Hükümetin bu süreç içerisindeki tüm programı ise zaten açık: Patronlar için açıklanan kurtarma paketleri, IMF ile imzalanmaya çalışılan yeni anlaşma ve de işten çıkarmaların normal karşılanması… Bu dönem içerisinde biz işçi ve emekçilerin payına düşen ise gün geçtikçe yaygınlaşan ve de kalıcılığı kesinleşen işsizlik. Yani açlık!
Sendika bürokratları, krizin başladığı dönemde, mücadelelerin birleştirilmemesi için ellerinden geleni yaptılar. Mücadele eden işçileri yalnız bırakıp onları aynı sektördeki diğer işçilerden yalıttılar. Geçen zaman içerisinde sendika bürokratlarının sendikalı işçilere biçtiği rol hükümete karşı pazarlık kozu olmaktan, ya da ellerinin altında bulunan bir eylem kitlesi olmaktan öteye geçmedi.
Böylesi büyük tehlikeler kapımıza dayanmışken, biricik sınıf örgütümüz olan sendikalarımızın; krize karşı patronları ve hükümeti uyarmaya yönelik eylemliliklere hazırlanması, krizin en çok tehdit ettiği bazı sektörlerdeki örgütlenmeleri artıracak çalışmalara derhal başlaması, mevcut direnişlerin birleştirilmesi için tüm imkânları zorlaması, bizim işimize ve aşımıza sahip çıkamayan hükümeti ise anlaşmaya-uzlaşmaya değil, doğrudan doğruya istifaya davet etmesi gerekirdi.
Tüm bu gerçekliklerin yanı sıra şunu da unutmamak gerekir ki, yaşadığımız dönem herhangi bir dönem değildir. Tehlikelerin ve tehditlerin artmakta olduğu ve de her şeye rağmen işçi ve emekçilerin içerisindeki hoşnutsuzluğun örgütlenme çalışmalarının önüne bir olanak yarattığı bir dönemden geçiyoruz. İş ve ekmek talepleri bizler için, hayati bir öneme sahip.
Sürekli ve yaygın işsizlik tehlikesi
Dünya burjuvazisi krizden çıkmanın yolunu bulamıyor. Gerçekçi olmak gerekirse, bu adaletsiz sistemin içerisine saplandığı bataktan eskisi gibi çıkabilmesi asla mümkün değil. En iyimserinden en kötümserine kadar, tüm “saygın” burjuva iktisatçıları dahi, sürecin kapitalistler tarafından kontrol edilemediğini kabul ediyorlar.
Peki, bulunduğumuz nokta kapitalistler için yolun sonu mu? Onlara göre hayır. Kapitalistler daha büyük bir yıkım yarattıkça, kendilerine kendilerini yeniden inşa edebilecek alanlar yaratabileceklerine inanıyorlar. Bu yüzden de, belli sektörleri çökmeye terk ediyorlar. Bu yol ile, örgütsüz ve kendi kontrolünde kalmış işçi sınıfını daha da zor koşullarda çalıştırarak, bu yıkıntı altında yükselmeyi planlıyorlar. Burjuvalar, kendi kontrollerinde dahi olmayan, nereye varacağı belirsiz ve sonuçlarını kendilerinin dahi kestiremedikleri bir yolculuktalar. Bu anarşik yolculuklarının ardından bizi daha da barbarca koşullarda çalıştırıp, tüm insanlığın toplu yok oluşuna kadar hüküm sürmek istiyorlar.
Bu söylediklerimizin verilere dayanan, gerçekçi bir açıklaması var mı? Bugün pek çok boş eve alıcı bulunamadığı için konut sektörü çöküyor ve de, konut sektörüne olan yatırımlar hızla azalıyor. Otomotiv sektöründeki dünya genelindeki küçülme yüzde 40’ları aşıyor. Gıda sektöründeki zamlar dahi, gıda tekellerinin arzuladıkları kâr oranlarını onlara vaat edemiyor. Bu yüzden gıda sektörünün krizi kendisini gıda krizi olarak ifade etmeye başlıyor. Yeterli ve güvenilir verilerin henüz oluşmamasına rağmen, başta tekstil olmak üzere beyaz eşya ve mobilyacılık sektörlerinde de hatırı sayılır miktarda küçülmelerin olduğu kesin olarak biliniyor.
Bu küçülmeler de, tüm dünya işçi ve emekçilerine işsizlik olarak dönüyor! Tüm bunlar olurken de konutsuzluk, açlık vb. sorunlara sahip olan insanların sayısı her geçen gün artıyor.
Sözü geçen küçülme verileri en iyimser tahminlere göre bile, yıllarca devam edecek. Bunun sonucu olarak da, bugünkünden çok daha geniş kapsamlı ve çok daha yaygın bir işsizlik tehlikesi kapımızda kalıcı olarak kalacak!
Ne yapmalı?
Kapımızdaki sürekli ve yaygın işsizlik tehdidine karşı, en önemli talebimiz devletin kamuya bağlı olan tüm sektörlerde biz işçilere iş olanağı sunmasıdır. İşsizlik artarken, biz işçi ve emekçilerin temel ihtiyaçları da gün geçtikçe daha pahalılaşıp karşılanamaz bir hale geliyor. Madem durum bu, devlet işçi ve emekçilerin ihtiyaçlarını karşılayabilmek için, üretimi onların temel ihtiyaçlarına göre yapılandırsın. Bunun için kamudaki fabrikalardan fazlasına mı ihtiyaç duyuluyor? O halde zarar ettiği söylenen işletmeler çalışanlarının denetiminde kamulaştırılsın! Bu işletmelerde çalışma saatleri azaltılsın ve de vardiya sistemi ile, işsiz olan işçilere iş olanağı sunulsun. İşte işsizliğe çare! Bu işletmelerde yapılan üretimler de, işçi ve emekçilerin temel ihtiyaçlarını karşılamak için, bünyesindeki işçiler tarafından planlansın! Kamulaşmayan iş yerlerinde de işçi denetimi sağlansın.
Bu süreçte yukarıda bahsettiğimiz krize karşı mücadele programının en önemli mevzisi sendikalarımız olmalıdır. Bugün her ne kadar etkisini yitirmiş olsalar ve de bürokrasinin denetiminde patronlar ile el ele çalışsalar da, sendikalarımız bizim biricik örgütlenme mevziimizdir. Bu yüzden sendikalarımızı da derhal yeniden biz işçi ve emekçilerin mücadele örgütleri haline dönüştürmemiz gerekmektedir. Bu olmaksızın, başlattığımız direnişler dahi bürokratlar tarafından, yıpratılacak ya da boğulacaktır. Bunun yaşanmaması için de öncelikli olarak işçi inisiyatifleri ile gelişen çalışmalar ile, sendikaların gücünü arttırmalı, her işyerinde yaptığımız çalışmayı sendikalaşma çalışmasına dönüştürmeliyiz. Sendikalarımızın patronlar ile iş birliği yapmasını önlemek için de, tüm bürokratların çalışmalarını gözlemek adına sendikalarda işçi denetiminden yana olmalıyız. İşçiler örgütü sendikalarımızın, krize karşı hükümete yönelttikleri temel taleplerinin reddedilmesi durumunda ise, hükümette kim olursa olsun sendikalarımızın hükümeti istifaya davet etmelerini sağlamalıyız.
Bu birleşik mücadeleyi hayata
geçirebilmek için, işçi ve emekçilerin patronlara karşı besledikleri bıkkınlık hissi, tüm korkularına rağmen bize yol gösterecektir. Bu yol ile biz işçi ve emekçilerin mücadelesi, bugünkü gibi bir savunma mücadelesi olmaktan çıkıp, hayatı yeniden kurma mücadelesi haline gelecektir!
Yazan: Sedat D. (1 Mayıs 2009)
Yorumlar kapalıdır.