Patronların yükü hafifletilirken, krizin tüm yükü emekçilere bindiriliyor

Yoksulluk ve sefaletin kalkması için birleşik mücadeleye!

Orhan Veli adlı işçi ve emekçi dostu bir şair, bizlerin zor hayatını ironik [1] bir dille ele alıp taa 1949’da şöyle yazmış: “Bedava yaşıyoruz, bedava;/…/ Yağmur çamur bedava;/ Otomobillerin dışı,/ Sinemaların kapısı/ Camekânlar bedava…”

Bizler dün bu şiiri bir yerlerde okuduğumuzda, ya da Cem Karaca’nın şarkısında dinlediğimizde kendi durumumuzu düşünüyorduk. Bizler ki, en kötü koşullarda dahi yaşamaya alışkın, en sıkkın zamanlarda dahi, patronların “kemer sıkın geçecek” dediklerinde sıkıntıya katlanmayı bilen, eriyen mesai ücretlerine karşı daha fazla mesaiye kalıp durumumuzu dengeleyen, kimseleriz. Ancak bugün geçmişe nazaran işler hızla değişiyor. Üzerimizdeki işsizlik tehdidinin yanı sıra bir de patronların üzerinden kaldırılan yükler, bizim sırtımıza bindiriliyor. Anlaşılan o ki, patronlar bugün bizden yalnızca kemer-imizi değil, boğazımızı da sıkmamızı istiyorlar.

Buna karşılık da, patronlar bizlere yazılmış olan şiirin, tek dizesini ironi mironi yapmaksızın okuyorlar. Bugün bizler için, iğneden ipliğe her şeye zam gelirken, tüm patronlar bağıra bağıra şöyle söylüyorlar: “Bedava yaşıyoruz!”

Nasıl mı bu kadar kesin bir kanıya varabiliyoruz? Çok basit. Kriz ortamında hükümetin aldığı kararlar uyarınca, patronları korumak amacı ile onların üzerlerindeki yük gün geçtikçe daha da hafifletiliyor. Vergi yükleri azaltılıyor. Ücretsiz izin uygulamaları ile işçilerin sigortalarını ödemekten kurtuluyorlar. Hatta şimdi de, yeni işe alınacak işçilerin sigorta primlerini, patronları desteklemek amacı ile, bir süreliğine devlet üstlenecek. Hem de, devlet bu amaç için kaynak olarak, bizim maaşlarımızdan yapılan kesintilerle oluşturulan işsizlik fonumuzu kullanacak.

Patronların payına indirimler düşüyor, biz işçilere ise iğneden ipliğe zam

Geçtiğimiz Haziran ayının biz işçiler için güzel bir anlamı vardı, çünkü zam ayı idi. Zam ayları zaten yıllardır patronların lehine işlemekte, yani bizlere çok küçük kırıntılar düşmekte idi. Ancak bu yıl öylesine kötü bir zam ayı geçirdik ki, çoğumuz ya hiç zam alamadık, ya da emeklilerin yaşadığı 5 TL’lik zam gibi çok komik meblağlar ile karşı karşıya kaldık…

Buna karşın, geçtiğimiz ay içerisinde zam kelimesi maaşlarımızda olmasa da, alış veriş yaptığımız her şeyde etkisini gösterdi. İlk zam dalgasını geride bırakmış olsak da, ardından gelecek olan paket uyarınca, başta sigara, benzin, elektrik ve telefon konuşma ücretleri olmak üzere pek çok ürün ve hizmete inanılmaz boyutlarda zamlar geliyor. Bunlar zamlanacağı kesin gözükenler. Öte yandan bir de, İSKİ kapalı kapılar ardında su fiyatlarına zammı konuşuyor.Üstüne petrol fiyatlarının zamlanması da (ki petrol fiyatları tüm dünyada düşmekte) başka ürünlerin de fiyatlarının artması sonucunu doğuracak…

Hiç zam almayan maaşlarımız, hayat pahalılığı karşısında iyice eriyor. Peki, bu zamlar niçin yapılıyor?

Son zamanlarda, patronların yükünü hafifletmek amacı ile pek çok adım atan hükümet, vergileri arttırmaya başladı. İlk vergi zamları bizim maaşlarımıza geldi. Şimdi ise belirli ürünlerdeki ÖTV (Özel Tüketim Vergisi) arttırılıyor. Böylece, patron vergilerine yapılan indirim buradan karşılanmaya çalışılıyor. Yani patronun vergi yükü azaltılıyor, buna karşın bizim maaşlarımızdan ve alışveriş yaptığımız ürünlerden bu eksik kapatılıyor. Sonuç olarak da, patronun vergisini bizzat biz emekçiler zamlar ve artan vergi yükü aracılığı ile ödemeye başlıyoruz.

İşçi Cephesi’nin bir önceki sayısının manşetinde şöyle yazmıştık: “Sermaye yıkım, İşçiler çözüm diyor! Yıkım mı, Çözüm mü?” Geçtiğimiz ay içerisinde bu yıkımın ne anlama geldiğini yaşayarak kavramış olduk. Önümüzdeki süreçte ise, patronların yıkım tasarıları bizleri daha da zor duruma düşürecek. Bugün patronların üzerlerinden alınan her yük, bizler için sürekli bir yıkım anlamını taşıyor.

Hatırlamakta fayda var. Patronların vergileri niçin azaltılıyordu? Teşvik ve istihdam Paketi çerçevesinde, teşvik olmak ve kalkınmak için! Geçen sayımızı okuyanlar hatırlayacaklardır. Bu paketin önerdiği minimum teşvik miktarı 50 milyon TL idi. Yani teşvik edilenler kesinlikle bizler değildik, patronlardı.

Peki, patronlar için niçin bir kurtarma paketi hazırlanmıştı? Çünkü kriz onları etkilemişti ve kârlarını azaltmıştı!

500 büyük şirketin kârları açıklandı: net kâr toplam 11,2 milyar TL

Çoğumuzun patronunun odasında görmeye alışkın olduğumuz burjuva gazetesi Dünya, 23 Temmuz tarihli sayısında şöyle bir felaket(!) manşeti atmış: “500 büyükte kârlar eridi!”

Ne büyük bir felaket! Patronlar sendikasına göre işsizlik yüzde 25 dolaylarında. Önümüzdeki süreçte işten çıkarmaların artmasına tüm patronlar kesin gözü ile bakıyorlar. Maaşlarımız zamlar karşısında eriyor. Milyonlarca işçi ve emekçinin yoksulluğu arttıkça artıyor… Buna karşın burjuva gazetelerine göre en büyük felaket ne? 500 kişinin (patronun) kârlarının erimesi!

Türkiye’deki en büyük 500 sanayi kuruluşunun 2007’de açıkladıkları kâr 19,2 milyar TL iken bu miktar, 2008 yılında 11,2 milyar TL’ye inerek yüzde 40,1 oranında gerilemiş. Listeye bakacak olursak, ilk on şirketin toplam kârı 5 milyar 545 milyon dolaylarında. Yani ilk 500 şirketin toplam kârının yarısını, ilk 10 şirket elde etmiş. İlk on şirketin beş tanesinin de Koç Holding’e ait olduğunu unutmayalım. Koç Holding’in de işten çıkarma şampiyonu olduğunu ve listedeki ilk 50 şirketin toplam çalışan sayısının geçen yıla göre bir hayli gerilediğini de hatırlatalım. Bu durumda şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Toplam kârın yarısından fazlasına sahip olanlar, işten çıkarmaları en çok arttıranlar olarak, toplumun geneline sefalet yayıyorlar…

En büyük 500 şirket arasında zarar açıklayanların sayısı ise -genele bakacak olursak- oldukça düşük. Yani büyük burjuvaların şu andaki telaşı kâr oranlarının düşmesinden kaynaklanıyor. Sonuç olarak, biz işsiz kalırsak nasıl kira öderiz, ailemize nasıl bakarız, nerede iş bulabiliriz diye düşünürken, büyük patronların sıkıntısı kârdan zarar etmekten, yani geçen yıla göre daha az kâr etmekten kaynaklanıyor!

İSO (İstanbul Sanayi Odası) Başkanı, 2009 yılının 2008’i aratacağını söylüyor. İşte bizim için gerçek felaket burada gizli. Çünkü bu beyler ne zaman ki zor duruma düştüklerini yahut düşeceklerini iddia etseler, bizim sırtımızdaki yük daha da artıyor.

Peki, hükümet ne yapıyor? Hükümet sadece, zamlar ve vergiler aracılığı ile, başta büyük burjuvazinin olmak üzere tüm patronların, kârdan zararlarını veya zarar etme ihtimallerini ortadan kaldırmak adına biz emekçilerin sırtına yeni yükler bindiriyor.

Gerçek felaketi işçiler yaşıyor: Türkiye işsizlikte ilk beşte

Geçtiğimiz ay içerisinde açıklanan tek veri 500 dev şirketin kâr miktarları değildi. Aynı zamanda, dünya genelinde işsizlik oranları da açıklandı.

İSO Başkanı’ndan yukarıda söz etmiştik. Kendisi, kâr oranlarındaki azalma ve de 2009 yılına dair olan umutsuz tahminlerinden yola çıkarak, “Dünya krizi bizim de krizimiz olma yolunda ilerliyor” diye buyurdu. Demek ki kriz, henüz patronların canını yeterince yakmamış durumda. Bunu biz iddia etmiyoruz, bizzat Sanayi Odası Başkanı söylüyor. Peki ya bizim için durum ne?

Dünya genelinde yapılan araştırmalara göre, Türkiye dünyada işsizliğin en yüksek olduğu dördüncü ülke! Türkiye’deki patronlar için henüz sadece yaklaşan bir tehlike söz konusu olsa bile, kriz bizlerin çoktan bağrına saplandı. Bizi işsiz bıraktı. İşsizlik korkusu ile, bize pek çok taviz verdirtti. Yoksulluğumuz ile beraber mahallelerimizde hırsızlık vakaları arttı, aramızdaki güven bağını zayıflattı, bizi daha büyük saldırılara hazırlıksız hale getirdi…

Patronlar, önümüzdeki dönemin daha da zor geçeceğini söylüyorlarsa, başımıza daha ne kötülüklerin gelebileceğini tahmin edebiliriz. Anlaşılan o ki patronlar bugün olduğu gibi önümüzdeki dönemde de kendi yüklerini bizlerin sırtına atarak krizden kurtulmak istiyorlar. Bizleri daha da yoksullaştırıp, kendi yarattıkları bataktan, bizi oraya sokarak kurtulmak istiyorlar.

Patronlar ilk önlemlerini aldılar. İkinci saldırıları da yolda! Hükümet zamların hemen ardından, kamu bütçesinden ve kamu bünyesinde çalışan emekçilerin haklarından kesintiler yaparak, patronlara açtıkları bütçeyi genişletmek istiyor.

Kriz varsa çare de var!

Madem kriz var ve madem bu krizin gerçek mağdurları bizleriz, o halde koruma paketleri bizler için çıkartılsın!

Anlaşılan o ki, devlet krize karşı önlem almak için hazineden ödenek açmaya hazır ve alışkın. O halde, bu ödeneği yoksullara açsın. Bu ödenek ile yoksullara gıda ve kira desteği sağlayıp çocuk sağlığı tamamen ücretsiz hale getirsin. Krizin Mart 2010’a kadar devam edeceğini söylüyorlarsa, işsizlik ödeneği de en az, Mart 2010’a kadar kesintisizce devam etsin.

Tüm bunlar için ödeneğin olmadığını mı iddia ediyorlar? Patronlar için her ihtiyaç duyulduğunda ödenek yaratmakta ustalar. Emekçiye ‘0’ zam ve patrona vergi indiriminin yanı sıra, milletvekillerine ve kurmay başkanlarının maaşlarına zam yapmayı da biliyorlar. O halde, toplanan vergiler biz emekçiler için kullanılsın, patronlar için değil. Vergileri arttırmak gerekiyorsa da, bunu işçinin maaşından yahut, işçinin tüketim maddelerindeki zamlardan karşılamasınlar. İşçilerin değil, patronların vergisi arttırılsın! Zamlara karşı, maaşlarımızda düzenlemeler yapılsın.

Bu öneriler patronların hoşlarına gitmedi mi? Biz 500 tane patronun daha çok kâr edebilmesi için, milyonlarca işçinin sefalet koşullarına sürüklenmesini istemiyoruz. Bu yüzden taleplerimizde kararlıyız. Patronlar dahi, krizin daha da derinleşeceğini tahmin ediyorlar. Bu bizim için daha çok yoksulluk, daha çok işsizlik,
daha büyük yıkım demek. Biz işçiler, 500 patronun daha çok kâr edebilmesi uğruna bunların hiçbirini yaşamak istemiyoruz.

Her şeye rağmen gerçekten de zarar eden işletmeler var ve onlar bu yükü kaldıramazlar mı deniyor? O halde zarar eden işletmeler, çalışanlarının kontrolünde kamulaştırılsın ve tüm yoksulların ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde üretimine devam etsin.

Yaklaşan felakete karşı, en önemli tedbir alınsın: İşten çıkarmalar yasaklansın! Böylece sefalet ve yoksulluğumuz daha da artmaz. Ama bu da yetmez. Bu şekilde yaşamaya da devam edemeyiz. Daha önce de söylediğimiz gibi, yaralarımızı sarmamız gerek. Başta kriz sürecinde işsiz kalan emekçiler olmak üzere tüm işsizlere, kamulaştırılan işletmelerde iş olanağı sunulsun. Çok fazla işsiz varsa bu işçi ve emekçilerin ihtiyaçlarının daha da arttığı anlamına gelir. Bu durumda yoksulların ihtiyaçlarını karşılamak için yığınla emekçiye ihtiyaç var. Bu işler, tüm işsizler arasında eşitçe paylaşılsın, çalışma saatleri azaltılsın!

İşçiler çözüm yaratacak!

Yazının başında söylemiştik. Bizler ki, en kötü koşullarda dahi yaşamaya alışkınız. Zor koşullarda çalışmakta da ustayız. Bugüne kadar, bir iş olmazsa ne kadar daha zor olduğuna bakmaksızın öteki işte çalışmaya hep tamam dedik.

Zam aylarında patronla hiç pazarlık yapmazken, esnafın bin türlüsü ile her defasında pazarlık yaparak maaşımızı yettirmeye çalıştık. Ancak bugün işler oldukça farklı, bugün patronlar işçi çıkarmaya ve işçinin üzerindeki yükü arttırmaya kararlı. Çalışmaya devam etmek ya da yeni bir iş bulmak bizim ne kadar çalışkan ya da yetenekli olduğumuz ile ilgili değil. Aldığımız maaş ve yapılan zamlara bakarsak, esnafla ne kadar pazarlık yaparsak yapalım daha fazla dayanamayacağımız bir gerçek. Patronların çözümü bizim için yıkım. Ve bu yıkımın gün geçtikçe daha da büyük olacağını, patronlar kendi ağızlarıyla bile söylüyor. Bu durumda hakkımız olanı bizzat biz işçiler, harekete geçerek patronların ellerinden almamız gerekiyor.

Bizim için işsiz kalmak, aç kalmak demek. Kirayı ödeyememek, çocuklarımıza bakamamak demek. Aç kalan insan her şeyi yapabilir. Aç kalmamak için her türlü kötü yönteme de başvurabilir. Böylece yalnızca yoksulluğu daha da artar.

Her geçen ay, durumumuzun daha da kötüleşmekte olduğunu görüyoruz. Ancak bunun böyle devam etmesini istemiyoruz.

Görüyoruz; patronların yarattığı felaketler hala tamamlanmadı. Onların yarattığı yıkım devam edecek. Onlar yalnızca bizim yükümüzü arttırarak, kendilerine fırsatlar yaratmaya çabalıyorlar. Çünkü başka çaremiz kalmadı, artık çözüm biz olacağız. Birleşeceğiz, saydığımız talepler etrafında örgütleneceğiz ve krize karşı bir işçi seçeneği yaratarak, sefalet koşullarını yok edeceğiz.

Yazan: Sedat D. (2 Ağustos 2009)

Dipnotlar:

[1] ironik: söylenen sözün tersini kastederek kişiyle veya olayla alay etme…

Yorumlar kapalıdır.