“Kürt Açılımı” ve kendi kaderini tayin hakkı

İşçi Cephesi gazetesi olarak Kürt sorununun çözümünden yanayız. Bize göre Kürt sorunu bir ulusal sorundur. Bu nedenle de bir kendi kaderini tayin etme hakkı sorunudur. Dolayısıyla İşçi Cephesi gazetesi olarak Kürt sorununun çözümünden anladığımız Kürt halkının kendi kaderini tayin etme hakkının kayıtsız ve şartsız benimsenmesidir. Kürtlerin bu hakkı nasıl kullanacağı, kullanmak istediği ise tamamen kendi tasarruflarındadır.

Şüphesiz ki Kürtlerin bu haklarını ayrılma şeklinde kullanabileceklerine dair hem devlet içinde hem de toplumun çeşitli kesimlerinde ciddi korku, öfke ve kaygı bulunduğu da bir vakadır. Lakin ayrılma hakkı olmadan gönüllü ve özgür bir birliktelikten bahsedilemez. İşin özü budur. Birileri buna karşı çıkabilir. Engellemek isteyebilir. Kendi açılım ve çözüm önerilerinin kapsamında böylesi hak ve görüşlere yer vermeyebilir. Hatta bizzat Kürtler kendileri böylesi bir talepte bulunmayabilir. Nitekim DTP, PKK ve bizzat Öcalan kendi açılım ve çözüm önerileri içinde ayrılmayı zikretmemekte, aksine vurguyu tek devlet altında, farklılıkları kabul ve tarif edilip anayasal düzeyde garanti altına alınmış halkların oluşturduğu ortak bir toplum şeklinde ifade etmektedir. İşçi Cephesi Kürtlerin bu talep ve görüşlerine saygı duyar. Lakin ilkesel düzeyde kendi kaderini tayin etme hakkını içermediği sürece bu birliktelik gönüllü, özgür ve eşit bir birliktelik olamayacaktır. Kuşkusuz biz İşçi Cephesi olarak hem Kürt sorununun çözümünden, hem de Kürtler dâhil toplumun tüm işçi ve emekçilerinin birlikteliğinden yanayız. Ayrılığı değil, birliği ve beraberliği istiyoruz. Sadece Türkiye için değil bütün dünya için bunu talep ediyoruz. Bu nedenle enternasyonalist bir dünya için mücadele ediyor ve böylesi bir dünyaya inanıyoruz. Böylesi bir birliktelik ve dünya ancak gönüllü, özgür ve eşit bir katılımla olanaklı olabilir.

AKP hükümeti kendi çalıp, kendi oynamak istiyor

Bu ilkesel tutumumuzu ifade ederken tabii ki çok uzun yılların ve yaşanmışlıkların birikimi olan sorunların bugünden yarına hemen çözüleceği hayalini kurmuyoruz. Lakin bir sorunu çözmeyi beyan ettiğinizde bir yerden de başlamanız gerekir. AKP hükümeti böylesi bir beyanda bulunmuş durumda. En son Beşir Atalay “Açılım” konusunda bir basın açıklaması yaptı. AKP hükümeti, cumhurbaşkanı ve MGK tarafından yapılan benzeri açıklama ve beyanların tümünün ortak noktası bir muhatap olarak “karşı taraf”ın olmaması.

PKK ve Öcalan’ın zaten zikredilmediği, DTP’nin ise sürekli azarlanarak el ucuyla zoraki kabul edildiği bir durum söz konusu. Diğer taraftan mevcut sorunun çözümünde “karşı taraf” olmayan/olamayacak ne kadar kesim varsa onlarla muhatap gibi görüşme üzerine görüşme, toplantı üzerine toplantı yapılmakta. Örneğin AKP, AKP’nin Kürt kökenli milletvekilleriyle Kürt sorununun çözümü konusunda toplantı yapıyor. Ve bu, topluma “Kürt Açılımı” konusunda girişim olarak pazarlanmaya çalışılıyor. Bu adamlar zaten AKP’li. Ya da Kürt sanayici ve işadamlarıyla görüşüyor hükümet!

Kuşkusuz AKP hükümeti şaşırmış, muhatapları karıştırmış değil. Bu AKP hükümetinin açılımının sınırlarını, çözümünün niteliğini ortaya koymakta. Açılım; Kürtlerin zaten fiilen elde ettiği bir dizi hakkı “yasal” forma sokmayla sınırlı olacak. Örneğin uydular aracılığıyla Kürtler dünyanın dört bir yanını ve tabii Kürt televizyonlarını ve ROJ TV’yi seyrediyorlardı; bunu engelleyemeyen hükümet TRT Şeş’i devreye sokarak bir kontrol ve denetim getirmeye çalıştı. Bunu da büyük demokratik adım diye pazarlamaktan geri durmadı… Hükümetin çözüm dediği de şu aşamada baskı, şiddet ve engellemelerden dolayı sadece ve ancak mücadelelerle DTP’nin kullanabildiği siyasi alanı hem DTP’ye rakip olacak doğrudan kimi grup ve kesimlere açmak, hem de DTP ve Kürt hareketi içinde bu yolla yarılmalar yaratmayı ummayı içermekte. Kısacası açılım ve çözüm diye sunulan Kürtlerin zaten fiilen elde ettiği siyasi, toplumsal ve kültürel hak ve özgürlüklerin sadece bir kısmına “yasallık” vermekten ibaret olacak. Fiili durumun çok daha gerisinde bir duruma denk gelmesi kaçınılmaz olan bu girişimlerle AKP hükümeti, mücadelenin hızını kesmeyi ve Kürtleri kendi içinde hedefleri farklı küçük gruplara parçalamayı amaçlıyor…

Bu aynı zamanda psikolojik bir harp ve çok yönlü bir süreç olarak işliyor… Örneğin PKK ve DTP’nin bütün Kürtleri temsil etmediği, edemeyeceği bir takım burjuva gazeteci ve yazarlar tarafından dile getiriliyor. Bu gazeteci ve yazarların bir kısmının Kürt kökenli olması ise üzerinde ayrıca durmaya değer bir konu. DTP’nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da görece yüksek destek alsa da örneğin İstanbul’da sadece beş Kürt’ten birinin oyunu aldığından hareketle bu temsil edemezlik ileri sürülüyor. Daha düne kadar Türkiye’yi yıllarca yüzde 15–20 oy alan partiler yönetti. Yani her beş seçmenin sadece birinin oyunu alan partiler. Bu oylara dayanarak başbakanlık yaptılar. Bugün tüm seçmenler düşünüldüğünde AKP sadece her dört seçmenden birinin desteğine sahip bir parti ve tek başına hükümet. Kaldı ki Türkiye’nin her noktasında Kürtlerin yaşam koşulları, malum baskı ve engellemeler ve imkânsızlıklar nedeniyle DTP alacağı oyun altında kalıyor. Bu tarz tartışmaları açanlar bunu bizlerden daha iyi bilmekte; ama amaç, “çözüm” dedikleri süreç içinde Kürtleri temsil krizleri içine sürüklemek…

Sorunları yaratanlar çözümleri üretemezler

Dolayısıyla bugün Kürt sorununda çözümden bahsediliyor olması, hükümet ve onu destekleyen Türk burjuva sektörleri için ‘yeni’ bir sayfa ve süreç anlamına gelse de Kürt-Türk işçi ve emekçileri için çözüm ve açılım anlamında hiçbir şey ifade etmiyor. Tam tersine yeni yıkım ve kayıpların alt yapısının kurulması anlamına geliyor. Nitekim Son 25 yıldır izlenen askeri yöntemin de dönem hükümetleri ve Türk burjuvazinin ilgili sektörleri için bir çözüm olduğu ve Türk-Kürt işçi ve emekçilerine bu “çözüm”ün getirdiği fatura düşünülürse bugünkü “çözüm ve açılım”ların da neler getirebileceği hesap edilebilir. Dolayısıyla, “Neden ve nasıl bir çözüm?” sorusunun cevabı gerçek niyeti ve safları belli etmektedir.

Hükümet ve rejim Kürt sorununu çözmek değil kontrol altına almak istiyor. Bu amaçla bugüne kadarki yöntemlerden vazgeçilmeden ‘yeni’ paketiyle bir “açılım ve çözüm” devreye sokuluyor. Bunun hem Türkiye burjuvazisinin farklı sektörleri arasında süren kavga ve bunun asker-sivil bürokraside, dolayısıyla doğrudan rejimde bir yeni güç ve egemenlik paylaşımına denk gelmesi arzulanıyor; hem de ABD ve AB ile ilişkiler bağlamında özellikle Ortadoğu ve Asya’da bu yeni “çözüm ve açılımın” getireceği umulan güçle Türkiye’ye yeni bölgesel jandarmalık rolleri kesiliyor.

Biz İşçi Cephesi olarak bu nedenle bu tür cilalanmış sahte “çözüm ve açılım” önerilerine karşı Türk-Kürt tüm işçi ve emekçilerin gönüllü, özgür ve eşit birlikteliğinden yana olduğumuzu bir kez daha ifade etmek istiyoruz.

Yorumlar kapalıdır.