Okullar açılırken…

Okul öncesinden üniversiteye yaklaşık 20 milyon öğrenci bugünlerde yeni eğitim-öğretim yılına başlıyor. Yılların getirdiği ise IMF, Dünya Bankası tavsiye kararları ile şekillenen politikalar kapsamında eğitimin her geçen gün biraz daha piyasanın himayesine girmesi oluyor.

2007 yılından bu yana AKP hükümeti ilk defa bütçeden en fazla pay alan bakanlığın Milli Eğitim Bakanlığı olduğunu söylüyor. MEB’in destekli bütçe içindeki payı 2009 itibariyle yüzde 10,64. Hâlbuki bu oran 1991’de yüzde 14,10, 1992’de yüzde 14,56, 1993’te yüzde 14,35’ti. 1994 yılından itibaren ise düşüş başlıyor. En düşük düzeye (yüzde 6,91) yine aynı iktidar döneminde, 2003’te iniyor. Bütçeden oransal olarak en fazla payın eğitime ayrıldığı yılların 90’ların başına denk gelmesi şüphesiz ki bir rastlantı değil. İşçi sınıfının ve gençliğin mücadelesindeki yükselişe paralel bir artışın yaşandığını söylemek mümkün…

MEB’in kendi bütçesi içinde yatırıma ayırdığı oran ise 2002’de yüzde 17,18 iken 2009 yılında yüzde 4,57’ye düşmüş durumda. Yatırımlar durma noktasına gelmişken iki yıldır üniversite kontenjanlarında yapılan artış, açılan onlarca yeni üniversite ve bir gecede süper liseden Anadolu lisesine dönüşen okullar eğitimin niteliğindeki düşüşe işaret ediyor.

Bunun yanında son 5 yılda iki kez değişen ÖSS -yeni ismiyle YGS ve LYS- ile SBS sistemi iddia edildiği üzere dershanelere olan ihtiyacı azaltmadığı gibi körükledi. 2002’de 2122 olan dershane sayısı 4031’e, 606 bin 522 olan dershaneye devam eden öğrenci sayısı 1 milyon 122 bin 861’e yükseldi. Yedi yılda iki katına çıkan işletme ve öğrenci sayısı; işte hükümetin eğitim politikalarının özeti.

Uygulanan eğitim politikası: Özelleştirme, özelleştirme ve daha çok özelleştirme!

Bütçeden ayrılan payların bu denli düşmesinin nedeni işçi sınıfının kazanımlarının son mevzilerini de yok etmeyi amaçlayan, Orta Vadeli Program’da da “…İş dünyasının talep ettiği nitelikteki işgücünün yetiştirilmesi amacıyla eğitim ile işgücü arasındaki işbirliğini güçlendirecek mekanizmalar oluşturmaktır.” cümlesiyle en saf haliyle ifade olunan neo-liberal politikalardır.

Bu politikaların sonucu ise zam üstüne zam bindirilen harçlardır. 50-60 kişilik sınıflardır. Sağlıksız okul binaları ve yetersiz eğitim materyalleridir.

ÖSS’dir. Sosyal güvencesiz, asgari ücretle, günde 12 saat çalıştırılan dershane öğretmenlerinin emeklerinin sömürüsü üzerinde yükselen dershanelerdir.

Barınma sorunudur. Çalışmak zorunda olan öğrencilerdir, mevsimlik işçi olduğundan okula devam edemeyen öğrencilerdir.

Kadrosuz istihdam edilen asistanlardır. Sözleşmeli öğretmenler ve hademelerdir. Grev ve toplu sözleşme hakkından yoksun, ek ders ücretleri gasp edilen öğretmenlerdir. Sendika hakkından yoksun ve asgari ücretle çalışan dershane öğretmenleridir.

Çözüm ise eğitimin piyasalaştırılmasından mağdur olan tüm kesimlerin; öğretmenlerin, akademisyenlerin, okul işçilerinin, öğrencilerin ortak mücadelesindedir.

Yazan: Doğan Koca (26 Eylül 2009)

Yorumlar kapalıdır.