Orta vadeli ekonomik program: “Kriz biter, işsizlik kalır!”
Son haftalarda burjuva politikacılar ve medya tarafından, krizin bittiği ve 2010 yılında bir toparlanma olacağına dair bir yaygara koparılıyor. “Krizden çıkış”a yorulabilecek her bir küçük verinin üzerine atlayarak, bunları ruhumuza su serpmek için birer dayanak olarak kullanıyorlar.
Dünyada kriz patlak verdiğinden bu yana hükümetler piyasaya trilyonlarca dolar enjekte ederek, sistemi ayakta tutmaya çalıştılar. Devasa boyutlardaki “paket”lerle, ekonomilerde kısmi iyileşmeler gerçekleşmesi beklenmedik bir durum değil. Fakat bu iyileşmelerin kısa ömürlü; buna karşın krizin uzun erimli ve emekçiler açısından olanca şiddetiyle sürdüğü ise, yalın bir gerçek olarak önümüzde duruyor.
Emekçiler açısından krizin barometreleri işsizlik ve hayat pahalılığıysa eğer, bu noktalarda kısmi iyileşmelerden ziyade, işler giderek kötüye gidiyor. Geçtiğimiz günlerde hükümet tarafından önümüzdeki sürece ışık tutan önemli bir belge açıklandı: Orta Vadeli Ekonomik Program. Krizin Türkiye’yi teğet geçeceğini, ardından krizden en çabuk çıkan ülkenin Türkiye olacağını savunan hükümetçe hazırlanan bu programda; işsizlik oranları 2009’da yüzde 14,8, 2010’da yüzde 14,6 ve en son 2012’de yüzde 13,3 olarak öngörülüyor. 2008 yılı sonunda ise, işsizlik oranı yüzde 10 seviyesindeydi. Bu veriler altında teğetlik bir durumdan ya da krizden çıkıştan bahsetmek, pişkince söylenmiş bir kuyruklu yalan oluyor.
Burada vurgulamak istediğimiz iki nokta var. İlk olarak, krizden çıkışa dair attıkları yalanın arkasında basit bir hesap yattığı. 2010’da toparlanma olacağına dair bir yanılsama yaratarak, emekçilerin işten çıkarmalara, ücret kesintilerine, zamlara karşı olası bir mücadelesinin önüne geçmek.
İkinci noktaysa, burjuvazinin krizle birlikte emekçi sınıflar karşısında yeni bir güçler dengesi yaratmaya, bu kesimleri daha da geri mevzilere itmeye çalıştığıdır. Krizden önce, yüzde 10’luk işsizlik oranlarını kabul edilemez buluyorken, şimdi yüzde 15’lik seviyeleri kanıksamamız bekleniyor. Ücret kesintileriyle, çalışma şartlarının daha da esnekleştirilmesi ve yeni zamlarla karşı karşıyayız. Sonuç olarak, krizle birlikte burjuvazinin başlattığı taarruzun geçici bir durum olmadığını, mücadeleyle mevziler geri alınmadığı takdirde, bu yeni durumun kalıcı hale geleceğini, bir an olsun aklımızdan çıkarmamız gerekiyor.
Bu bağlamda Orta Vadeli Program, önümüzdeki sürece dair, burjuvazinin saldırı planı olarak önümüzde duruyor. 2012’ye kadar, Türkiye’nin ekonomi politikasının çerçevesini çizen programda hükümetin, öncelikle uluslararası mali çevrelerin gözüne girmeye çalıştığını görüyoruz. Yüksek bütçe açığını ve iç borcunu dış krediyle kapatmayı planlayan hükümet için, bu son derece önemli ve bunun için yapılması gerekenler de belli: Sıkı bir mali disiplin ve neoliberal politikaların sürdürülmesi. Bu şartlar altında, sosyal güvenlik harcamalarının kısılması, kamunun elektrik dağıtımı ve şeker üretimi alanlarından tamamen çekilerek özelleştirilmenin sürdürülmesi, esnek çalıştırmanın yaygınlaştırılması hedeflenirken, mali disiplin çerçevesinde kamu yatırımlarında önemli oranda kısıtlamaya gidilerek, büyüme ve işsizlik oranlarında işçi sınıfının aleyhine hedefler belirleniyor.
İşin gülünç tarafıysa, hükümetin IMF’yle müzakere sürecinde, IMF’ye kafa tuttuğu havası yaratarak prim toplamaya çalışması. IMF’nin geleneksel politikalarını aynen sürdüren, bizzat IMF’nin “memnuniyet verici” bulduğu program ortadayken Bakan Babacan’ın da belirttiği gibi, IMF’yle bir anlaşma gerçekten de “olmazsa olmaz, değil”…
Krizin mevcut faturasına ve yeni saldırı planlarına karşı, kitle seferberliklerinden ve mücadeleyi yükseltmekten başka bir alternatifimizse bulunmuyor. Bugün tek tek işyerlerinde işten çıkarmalara, ücret kesintilerine, baskılara karşı pek çok grev ve direniş yaşanıyor. Fakat bu mücadeleler, işyeri merkezli ve yalıtılmış kaldıkça yenilgi çoğu kez kaçınılmaz oluyor. Hâlihazırdaki direnişler arasında koordinasyonun kurulması ve ekonomik mücadelelerin politik mücadeleye dönüştürülmesi, acil bir görev olarak önümüzde duruyor.
Yalnız, aşılması gereken bu hedefin, Türkiye işçi sınıfına has bir sorun olduğu yanılsamasına da kapılmamalıyız. Başta Avrupa olmak üzere dünyadaki pek çok ülkenin işçilerinin acil ihtiyacı, tekil ekonomik mücadelelerin birleştirilmesi. Ve bir ülkede yaşanacak olumlu deneyim, uluslararası karaktere sahip olan işçi sınıfı için, mücadelenin yükseltilmesi adına bir işaret fişeği olabilir.
Yazan: İşçi Cephesi, 27 Eylül 2009
Yorumlar kapalıdır.