Direnişler, grevler, dersler… Sınıf mücadelesinin bir yılı
Gazetemiz elinizdeki 12. sayıyla birlikte birinci yılını geride bırakmış bulunuyor. Gazetemiz birinci sayısından itibaren işçilerin, ezilen yoksul halkın sesi olmaya ve daha da önemlisi mücadelelerinin omuzdaşı olmaya çalıştı. Bu ses, gazetemizin sürekliliği sağlandığı sürece işçi sınıfının ve yoksul halkın içerisinde daha fazla yankı bulacaktır. Bu bağlamda bu sayımızda geçtiğimiz bir yıl boyunca Türkiye’deki çeşitli işyerlerinde yaşanan mücadeleleri ve bunların ışığında sınıf mücadelesinin olasılıklarını değerlendireceğiz.
Gazetemizin ilk yılında, kapitalizm tarihinin en derin ekonomik bunalımlarından birini yaşamaya başladı. Kârlarını korumak isteyen patronlar sınıfı, bizleri işten çıkararak ve haklarımızı gasp ederek krizi lehine çevirmeye çalıştı. Bu yıl 1 milyon kardeşimiz Türkiye’de işsizler arasına katıldı. Dünyada bu sayının 50 milyon civarında olduğu tahmin ediliyor. Geçtiğimiz yıl AKP hükümeti işsizlik sigortamıza el koydu. Bunlar yetmezmiş gibi iğneden ipliğe her şeye zam yaptılar. Hükümet şimdi de patronların isteği doğrultusunda kıdem tazminatımızı kaldırmak istiyor. Patronlar sınıfı, örgütsüzlüğümüzden yararlanarak krizin bedelini bizlere ödetmeyi şu ana kadar başardı.
Devasa ekonomik kriz, işçi sınıfının mücadelesi açısından birçok olanak yaratmasına rağmen, örgütsüzlüğümüz ve buna eşlik eden önderlik sorunu, koşulları kendi lehimize çevirmemizi şu ana kadar engelledi. Önderlik sorununa eklenen sendikal bürokrasinin ihanetleri, bizleri karamsarlığa sokarken, çoğu yerde işlerimizi korumaya yöneltti. Örneğin Erdemir işçilerinin işten çıkarılma tehdidine karşı yüzde 35 maaş indirimini kabul etmesi bu bağlamda değerlendirilmelidir. Hazırlıksız, örgütsüz ve hatta ihanete uğramış bir işçi sınıfı doğal olarak saldırılar karşısında savunmasız kaldı.
Direniş ve grevlerin sayısı artmıştır
Ne zaman ki işimizi yitireceğimizi ya da maaşlarımızı alamayacağımızı anladık, o zaman mücadeleye başladık. Oysa hazırlıksız her mücadelenin yenilgiyle sonuçlanması neredeyse bir kuraldır. Yerel düzeyde kalan mücadeleler bir süre sonra yenilgiyle veya nadiren de alacakların bir kısmının ödenmesiyle sonuçlandı. Toplu işten çıkarma, işyerinin kapanması ya da uzun süre ücret alamama gibi gerekçelerle başlayan Selga Tekstil, BJ Tekstil, Cesur Çuval, Akçakoca Çınar Boru, Meha Tekstil, Kurtis Matbaacılık, Ereğli Shipyard (Med Marine), Entes Elektronik, İzmir Kent A.Ş, Tadal, Philips, Graniser, Brisa, Marmaray direnişleri bu tarz mücadelelerdi. (Bunlar dışında irili ufaklı birçok direniş söz konusudur.) Ankara Üniversitesi’nde Tadal işçilerinin, Brisa işçilerinin ve yine Selga Tekstil işçilerinin mücadelesinde olduğu gibi eylemler kimi zaman işyeri işgallerine kadar ilerledi. Sendikalı işyerlerinde direnişler genellikle sendika bürokrasisinin ihaneti ile sonuçlandı. Diğerlerinde mücadeleler ya fabrika önünde sona erdi ya da uzayan mahkemelerle etkisiz hale geldi.
Daha uzun soluklu olanlar, Sinter Metal, Desa Deri, Sabiha Gökçen Havalimanı, E-Kart, Unilever, Tezcan Galvaniz, Gürsaş Metal, Atv-Sabah, Mersin Liman işçileri, Okmeydanı SSK taşeron işçileri, Esenyurt Belediye işçileri, Nema Tekstil, Migros Depo işçileri, Renta Fabrikası işçileri, üniversite asistanlarının 50d karşıtı mücadeleleridir. Bunların büyük bir kısmı sendikalaşma mücadelesidir. Bu direnişlerden Sabiha Gökçen örneğinde olduğu gibi bazılarında sendikalaşma sağlandı. Buna rağmen işçiler kapının önünde kaldılar. Sabiha Gökçen, Sinter Metal, Esenyurt Belediye işçileri kapı önünde halen direnişlerini sürdürmektedirler. Bunlar dışında Halkalı Kâğıt ve Eti fabrikalarındaki grevler ile SSK Okmeydanı Hastanesi taşeron işçilerinin direnişi kısmi kazanımlar sonucu anlaşmayla sonuçlandı. Bu mücadelelere memurların 25 Kasımdaki bir günlük grevini de eklemek gerekir. Tüm tartışmalara, tabandaki yetersiz hazırlığa rağmen kamu işçileri koşullara isyan etmiş ve bir günlük greve önemli sayılabilecek bir oranda katılım göstermiştir. Görüldüğü üzere çok sayıda grev ve direniş söz konusudur. Temel sorun bu mücadelelerin bir araya getirilmesidir. Bu birlik sağlanabilirse önümüzdeki yıl patronlar sınıfı için hiç de kolay geçmeyecektir.
Direniş ve grevlerin özellikleri
1.Son bir yıldır yaşanan grevler esas olarak savunma karakterlidir.
2.Neredeyse tüm mücadeleler yerel düzeyde kalmıştır. Mücadeleleri diğer bölgelere ve işyerlerine taşıma yönünde çabalar yetersiz kalmıştır. Bu da mücadeleleri zayıf bırakmıştır.
3.Dönemin karakteristiği olarak mücadelelerin büyük bir kısmında üretim engellenememiştir. Bu durum işverenlerin direncini arttırmakta, işçilerinse direncini kırmaktadır. Bir grevin anlamı üretimin durdurulmasıdır. Üretim durmadıkça grev boş bir silahtır.
4.Sendikalı işyerlerindeki direnişlerin büyük bir kısmında, sendika yönetimleri sınırlı bir ekonomik destek vermişlerdir. Mücadeleler uzayınca işçiler direnişi bırakmaya teşvik edilmektedir. Direniş uzadıkça işçiler daha fazla yalnız kalmaktadır. Sendikasız işyerlerinde ise dayanışma sosyalist grupların sınırlı desteğinin ötesine geçmemektedir.
5.Direnişlerin çoğu hazırlıksızdır. Bu nedenle direnç kısa zamanda düşmektedir. Dayanışma sandıklarının olmaması, aile komitelerinin olmaması, bilincin düşüklüğü ve diğer işyeri ve çevredeki kurumlarla bağ kurulamaması mücadeleleri zayıflatmaktadır.
6.Ücret temelli mücadeleler, sınırlı karakterleri gereği ücretlerin kısmen de olsa alınmasının ardından sönümlenmektedir.
7.Sosyalistlerin büyük bir kısmı işçilere dışarıdan akıl vermeyi tercih etmekte ve kendi anlayışları dışındaki fikir ve eylemlere olumsuz tepki vermektedir. Bu işçileri sosyalist hareketten uzaklaştırmaktadır. Daha da önemlisi dar grupçuluk ve sekterlik, işçi sınıfının birliğinin önündeki önemli engellerden biridir. Samimi komünistler ise sınıfın birliği için ellerinden geleni yaparlar. Aksi sınıf mücadelesine ihanettir.
8.Sendikal bürokrasinin sermayeyle işbirliği, mücadeleleri zayıflatmaktadır. Sendikal bürokrasi devrilmeden sendikal mücadelelerin gelişmesi ve bir işçi alternatifinin yaratılması mümkün değildir. Bu açıdan komünist işçilerin taban örgütlenmelerini geliştirmesi ve sendikal bürokrasiyi devirmesi temel önemdedir.
Sendikal bürokrasi işçi sınıfına ihanet etmektedir
Son bir yıl içinde birçok direniş ve grev sendikal bürokrasinin ihaneti sonucunda yenilgiyle sonuçlanmıştır. Örneğin Brissa işçileri işten atılmaları engellemek için, fabrikayı işgal etmeyi bile göze almışken Lastik-İş yönetimi Sabancı ile uzlaşmış ve işçilerin işten atılmasına göz yummuştur. Yine Türk-Metal yönetiminin Erdemir işçilerine yüzde 35 ücret indirimini dayatması bu ihanetin belgeleridir.
Bunlar gibi birçok örnek gösterebilir. Bir yıl boyunca krize ve işten atılmalara karşı sendika yönetimlerince ciddi hiçbir mücadelenin geliştirilmemiş olması bunun en açık belgesi değil midir? Son bir yılda yaklaşık 43 bin Türk-iş üyesi işten atıldı, on binlercesi ücretsiz izne çıkarıldı. Hak-İş’in yaklaşık 7200 üyesi ve DİSK’in 3800 üyesi işten çıkarıldı (Mayıs 2009 itibariyle). Yoğun olarak tekstil, metal, petro-kimya ve gıda sektörlerinden kardeşlerimiz işsiz kaldı. Peki, sendikal konfederasyonların yönetimleri bunu önlemek için ne yaptılar? Bu ihanet sınıf bilinçli işçilerce unutulmayacaktır… İşte bu ihanetlerden dolayı Eylül sayımızda “Sınıf Uzlaşması Değil, Sınıf Birliği” dedik.
Krize ve saldırılara karşı mücadelelerimizi birleştirmemiz gerekiyor
Geçtiğimiz bir yıl boyunca en büyük sorun işsizlikti. Bir yılda bir milyon kardeşimiz daha işsiz kaldı. Tarımdaki işsizlikle işsiz sayısının 6,5 milyon civarında olduğu tahmin ediliyor. Önümüzdeki dönemde bu sorun devam edecek. Doğal olarak işsizliğin yasaklanması mücadelemiz de devam edecek. İlk sayımızda “İşten çıkarmalar yasaklansın!” dedik. Bu talebimiz halen geçerliliğini korumaktadır.
Yine ilk sayımızdan itibaren “Mücadeleleri Birleştirelim” diyoruz. Hâlihazırdaki tüm direnişleri birleştirmek ve burjuvaziye karşı kitlesel bir mücadele örgütlememiz gerekiyor. Geçen yılın başında çeşitli sektörlerden işçilerin Cuma yürüyüşleri bu tarz bir mücadelenin kıvılcımı olabilirdi. Birleşik Metal sendikası, bu dönemde Sarkusyan, Çayırova, Kroman Çelik, Akkardan, ABB, Makine Tarım, Toly Metal, Areva, Bosal, Yücel Boru işçilerini hareketlendirdi. Aynı dönemde çok
sayıda işyerinde Birleşik Metal’in sendikalaşma çabası vardı. Bu hareketlilik Birleşik Metal’in toplu sözleşmeleri imzalamasıyla sona erdi. Doğal olarak sınıf hareketine ivme verebilecek böylesi bir çaba sonlandırılmış oldu. Gazetemiz mücadelelerin ivme kazandığı bu dönemde “Mücadeleyi birleştirelim!” şiarını yükseltti. Yine bu dönemde kapitalist yıkıma karşı bir “işçi seçeneği” yaratma çabasına girişti. Bu çalışmalar hâlâ günceldir, devam edecektir.
Cuma yürüyüşlerinin ardından önemli bir mücadele de Kadıköy’deki 15 Şubat mitingiydi. Ancak sendikal bürokrasinin 1 Mayıs tartışmaları ve alan kavgaları ile alınan yol ve kitlesel mücadele olasılığı ortadan kalktı. Bunun üzerine Mayıs ayında gazetemize yazdık, “İki 1 Mayıs, Elde Ne Var?” diye…
Son dönemde, direnişteki işçilerin İstanbul çapındaki mücadeleleri birleştirme çabaları dikkatle izlenilmesi ve daha da önemlisi güç verilmesi gereken bir yönelimdir. Kuşkusuz daha embriyon halindedir ve cephenin daha da genişletilmesi gerekmektedir. Bir yandan bazı siyasi çevrelerin dar grup çıkarları için mücadeleleri (daha doğrusu mücadele içindeki bazı işçileri) kendi kontrollerinde tutma çabaları, bir yandan sendika yönetimlerinin manevraları ve bunlara eklenen bir dizi sorun bu samimi çabanın önündeki engellerdir. İşçi sınıfı deneyiminden öğrenmektedir ancak bunu daha da ileriye taşımak komünist işçilerin ve gençliğin müdahalesi ile mümkün olabilir.
Tüm bu değerlendirmelerin ışığında aşağıdaki taleplerimizi tekrarlamamak yararlı olacaktır:
a)Krizin sorumlusu işçi sınıfı ve emekçiler değil sermaye sınıfı ve onun sömürü düzenidir.
Kriz bahanesiyle gerçekleştirilen tüm işten çıkarmalar yasaklansın!
Ücretsiz izinler iptal edilsin!
Ücret dondurma ve düşürme uygulamalarına son!
Mevcut işler çalışanlar arasında paylaştırılsın; ücretler düşürülmeden 4 vardiya 6 saat iş günü!
Tüm işsizler için bir işi olana kadar yoksulluk sınırının üzerinde ücret!
İşsizlik Fonunun başka projelere peşkeş çekilmesine hayır! İşsizlik Fonu işçilerindir!
Kaynak yok diyen hükümete: Bütçe savaş baronları, asker-sivil bürokrasisi, patronların için değil gerçek sahipleri işçi ve emekçiler için kullanılmalı!
Kaynak için zenginlerden servet vergisi alınsın; dış borç ödemelerine derhal son verilsin…
b)İşçi sınıfının ve emekçilerin hak ve özgürlükleri için örgütlenmesi engellenemez.
Sendikalaşma hakkı başta olmak üzere örgütlenme önündeki tüm engel ve uygulamalar kaldırılsın!
Taşeron ve benzeri uygulamalarda oluşabilecek tüm hak kayıplarında ana firmanın sorumluluğu eşdeğerde olsun!
Sözleşme biçimine ve yaptığı işe bakılmaksızın tüm çalışanlar için grevli, toplu sözleşmeli sendika hakkı! Sendikalaşmayı engelleyen şirketlerin çalışma lisansı iptal edilsin!
c)İşçi sınıfı ve emekçilerin birliği sağlanamadan mücadelelerin istenen sonuçlara kalıcı olarak ulaşması olanaklı olamaz.
Bu nedenle temel şiarımız, “Mücadeleyi Birleştirmek!” olmalıdır.
Yazan: Fuat Karahan (3 Aralık 2009)
Yorumlar kapalıdır.