1 Mayıs’ın kitleselliğiyle, birleşik bir 26 Mayıs örelim!

2010 1 Mayısı, Türkiye tarihinin en kitlesel 1 Mayıs’larından biri olarak kayda geçti. Bunda 1 Mayıs’ın konfederasyonlarca bölünmemesinin, Taksim’in kutlamalara açılmasının, günün resmi tatil ilan edilmiş olmasının büyük payı vardı. Diğer bir etkense, 2010 1 Mayıs’ının, dünya kapitalizminin tarihin en büyük krizlerinden biriyle sarsıldığı bir döneme denk gelmesiydi.

32 yıl aradan sonra kutlamalara açılan Taksim Meydanı’ndaki mitingin sorunsuz bir şekilde gerçekleştirilmesi ise, “provokasyon” tartışmalarını noktalayan bir gelişmeydi. AKP dahil burjuva hükümetler, “provokasyon” gerekçesiyle alanı yıllar boyu emekçilere kapatadursun; devlet müdahale etmedikçe, kontrgerilla sahneye çıkmadıkça ortada bir provokasyon tehlikesi olmadığı bir kez daha görülmüş oldu.

Krizin emekçiler üzerindeki etkisini bütün şiddetiyle gösterdiği bir dönemde kutladık 1 Mayıs’ı. Krizle birlikte işsizlik oranının yüzde elli arttığı ve gerçek işsiz sayısın 6,5 milyona çıktığı, güvencesiz ve esnek çalışmanın giderek yaygınlaştığı, buna karşın işçi sınıfının sermayenin saldırılarını durduramadığı, savunma mevzilerini aşamadığı bir dönemden geçiyoruz. Böyle bir dönemde, 1 Mayıs’ın Taksim’de 200 bini aşkın bir kitle tarafından kutlanması, yine Türkiye’nin diğer bölgelerinde 1 Mayıs’ın geçen senelere göre daha yaygın ve kitlesel kutlanması, sınıf hareketi açısından önemli bir gelişmedir.

Ne var ki, bu olumluluk, 2010 1 Mayıs’ının gerçekçi bir analizini yapmaktan bizleri alıkoymamalı. Vakitsiz zafer naraları, bu olumlu gelişmenin olumsuz bir etkene dönüşmesine yol açabilir. 1 Mayıs “işçinin emekçinin bayramı”ndan ibaret değilse ve işçi sınıfının uluslararası birlik, dayanışma ve mücadele günü ise eğer; öncelikle sormamız gereken soru, 2010 1 Mayıs’ının işçi sınıfının acil ihtiyaçları doğrultusunda, ona uygun talep ve sloganlarla seferber edilip edilmediğidir. Her ne kadar konfederasyonlarca 2010 1 Mayıs’ının işsizliğe, güvencesizliğe, krize karşı seferber edildiği ilan edilse de, bunu ilan etmek ve hayata geçirmek arasında büyük bir fark olduğu aşikar.

Sorun bu şekilde ortaya konulduğunda, 2010 1 Mayıs’ını bir zafer, sınıf hareketi adına bir büyük başarı olarak addetmenin, fazla zorlama olduğu açığa çıkıyor. 1 Mayıs’ın ardından sınıfın hafızasında kalanın, 1 Mayıs’ın kitlesel ve “provokasyonsuz” geçtiğinden ibaret olduğunu teslim etmemiz gerek. Oysa bu 1 Mayıs’a; işsizliğe, güvencesizliğe, krizin faturasını ödememeye dair talep ve sloganların damgasını vurması gerekiyordu. Bu yönüyle 2010 1 Mayıs’ı, işçi sınıfının ve sınıf hareketinin içinden geçtiği süreç düşünüldüğünde, tepilmiş bir fırsat anlamına da geliyor.

Sınıf hareketinin kontrolü sendika bürokrasisinin elinde oldukça, başka türlüsünü de beklemiyoruz zaten. 2010 1 Mayıs’ından en kârlı çıkan kesimin sendika bürokratları olduğunu da not etmek gerekir. Krizle birlikte sermayenin yoğunlaşan saldırılarına karşı kıllarını kıpırdatmayan bürokratlar, özellikle TEKEL direnişiyle birlikte, ciddi bir prestij kaybı yaşamışlardı. 2010 1 Mayıs’ının kitleselliği ve dahası, hükümeti ve burjuvaziyi doğrudan hedef tahtasına oturtmayan niteliğiyle, hem sıralarını savmış oldular hem de Taksim “fatihleri” olarak egemenliklerini sürdürmek için başarılı bir hamle yapmış oldular.

Sendika bürokrasisini Mustafa Kumlu ve hempalarından ibaret görmekse, sosyalist solda yapılan yaygın ve korkunç bir hata. Türk-İş yönetimi ne kadar bürokratsa, DİSK ve KESK yönetimi de o kadar bürokrattır. Aralarındaki fark ayrıntıdadır. Mustafa Kumlu’nun 1 Mayıs kürsüsünde, direnişçi işçiler tarafından konuşturulmamasını, bürokrasinin bir mağlubiyeti sanmak için fazla safdil olmak gerekir. 1 Mayıs mitinginin kontrolü olduğu gibi, sınıf hareketinin kontrolü de henüz sendika bürokrasinin elindedir ve aynı bürokrasi 26 Mayıs eylemini baltalamak için ellerinden geleni yapacaklardır.

Bugün sınıf hareketinin acil görevi, güvencesizliğe, işsizliğe karşı 26 Mayıs genel “eyleminin” genel greve dönüştürülmesidir. 1 Mayıs’ın başarısı da 26 Mayıs’ın etkisiyle ölçülecektir. İkinci bir “4 Şubat faciası” yaşanmamasıysa ancak, inisiyatifin bürokrasiden sınıf bilinçli öncü işçilere geçmesiyle mümkün olabilir. Bunun da bir tek çözümü var: işyerlerinde grev komiteleri kurulması ve işçilerle kamu emekçilerinin 26 Mayıs genel grevi için aktif bir şekilde seferber edilmesi. İşimiz zor ama yolumuz uzun ve başarmaktan başka çaremiz yok!

Yazan: İşçi Cephesi, 4 Mayıs 2010

Yorumlar kapalıdır.