Burjuvazi, AKP hükümeti, askeri darbe ve anayasa tartışmaları

12 Eylül Anayasası bir askeri darbe anayasasıdır. Bu nedenle askeri darbeyi gerçekleştiren generallerle ve orduyla anılır. Aynı zamanda Anayasa’nın yasakçı, yok sayıcı, inkârcı, cezalandırıcı, tek tipleştirici özünü kısaca anti-demokratik niteliğini doğrudan bu askeri darbeden aldığı varsayılır. Bu yaklaşımlar bir yanıyla doğru ama eksiktir; çünkü sebep-sonuç, araç-amaç ilişkisi kopuktur.

Sadece bu açıdan bakılırsa askeri darbe ceberrut devletin baskı ve şiddet dolu korkunç bir saldırısı olmakla sınırlı kalır. Oysa 12 Eylül Askeri Darbesi’nin de, 12 Eylül Anayasası’nın da ebeliğini yapan 24 Ocak 1980 Kararları’dır. Bu kararlar Türkiye’de son 30 yıldır süren neoliberal ekonomik karşı devrimin de temelini oluşturan programdır. Askeri darbe bu neoliberal programın uygulanabilmesinin önünü açmış ve 12 Eylül Anayasası da en üst düzeyde bu saldırı programının yasal çerçevesini oluşturmuştur. İşçi sınıfı örgütlerinin parçalanması, sendikaların kapatılması, örgütlenmenin yasaklanması sermaye düzeninin sömürü çarklarının daha güçlü çalışmasını sağlamıştır. 12 Eylül Anayasası bu ekonomipolitik arka plan görülmeden anlaşılamaz.

Devlet ile orduyu eşitlemek ve başını generallerin çektiği asker-sivil bürokrasiyi her şeyin sahibi varsaymak modern kapitalist devletin varlığının sermaye sınıfının çıkarları üzerine kurulu olduğu gerçeğinin üzerinden atlamak anlamına gelir. Kuşkusuz asker-sivil bürokrasi çok önemli ayrıcalıklara sahiptir ve rejimin ciddi bir gücüdür. Lakin bu güç sermaye sınıfına rağmen ve ona karşı bir güç değildir. Tersine nihai anlamda burjuva sınıfı adına sürdürülen işlerin ortaya çıkardığı bir mekanizmaya işaret eder. En açık ifadeyle son tahlilde burjuvazi, önünde hazır-ol’da durulan güçtür. Türkiye’nin sayılı zenginlerinden Karamehmet’in Ergenekoncu olduğu iddia olunan bir albayın karşısında emireri gibi durduğuna dair basına yansıyan haberler de nihai karar vericinin sermaye sınıfı olduğu gerçeğini değiştirmez. Tek tek patronların tutumlarına değil burjuvazinin bir sınıf olarak ekonomipolitik hâkimiyetine bakmak gerekir.

Hükümetin programı burjuvazinin çıkarına tâbidir

Burjuvazinin bir sınıf olarak ekonomipolitik hâkimiyetinin göz ardı edilmesi bugün AKP hükümetinin gerçek anlamda neyi temsil ettiğinin ve rolünün anlaşılmasını da engellemektedir. AKP hükümeti başından bu yana sadece MÜSİAD’ın değil TÜSİAD’ın da desteğini almıştır. TÜSİAD’ın yeni başkanı AKP politikalarını sürekli öven Ümit Boyner olmuştur. Patronlar AKP hükümetinin genel çizgisinden memnuniyetlerini her fırsatta dile getirmektedir. Generaller ve TSK gibi AKP hükümeti de sermaye düzeninin bir parçasıdır. AKP karşıtlarının Türkiye Cumhuriyeti tarihini AKP öncesi ve sonrası diye ikiye ayırması ise tam bir siyasi körlüktür. Bu anlayışlar AKP hükümeti düştüğünde Türkiye’nin bütün sorunlarından kurtulacağını vaaz ederek sermaye düzeninin ekmeğine yağ sürmektedir. Bu yaklaşımların geçmişte Özal’lı ANAP için de kullanıldığı hatırlanacaktır. Kuşkusuz neoliberal saldırı programıyla işçi-emekçi düşmanı bir parti olarak AKP hükümeti gitmelidir aynı “Çankaya’nın şişmanı işçi düşmanı” Özal ve ANAP’ın gittiği gibi.

Lakin sorun AKP hükümetinin gitmesinde değil kendinden menkul, bağımsız, apayrı bir sınıf gibi algılanıp sunulmasındadır. AKP karşıtlığının yarattığı bu siyasal körlük mevcut anayasal değişiklik sürecine de olduğu gibi yansımaktadır. CHP ve MHP gibi parlamentoda ve toplumda ağırlığı olan burjuva partilerin AKP’yi tüm kötülüklerin anası olarak sunması anlaşılabilir. Bu partiler AKP’ye yeri geldiğinde vatan haini, yeri geldiğinde din devleti kurmak isteyen şeriat partisi, yeri geldiğinde ordu düşmanı diyerek kendilerine alan açmayı istemektedir. İşçi sınıfı ve emekçiler için ise AKP ile CHP, MHP ve diğerleri arasında bir fark yoktur. CHP ve MHP dâhil bütün burjuva partiler AKP gibi işçi-emekçi düşmanıdır ve sermaye yanlısıdır. TEKEL işçilerinin direniş çadırlarını ziyaret edip AKP’yi eleştiren CHP ve MHP milletvekillerinin AKP milletvekillerinden özünde hiçbir farkı yoktur. 1980 Asker Darbesi’nden bu yana 30 yıldır bu partilerin her biri hükümet olduğunda neoliberal saldırı programını uygulamıştır.

AKP gitsin de yerine kim gelirse gelsin denemez

Bu açıdan özellikle sosyalist solun “AKP gitsin de nasıl giderse gitsin”, “AKP gitsin de yerine kim gelirse gelsin” anlamına gelecek yaklaşımları tam anlamıyla bindiği dalı kesmektir. Burjuva bir alternatifin olmaması ve iktidarının ilk yıllarının görece rahat bir konjonktüre denk gelmesi AKP hükümetinin ömrünü uzattı. Buna mukabil AKP hükümeti uyguladığı neoliberal politikaların sonucu giderek yıpranmakta. Krizin de etkisiyle toplumsal öfke artmakta, hükümetin yıpranması her şeye rağmen gerçekleşmekte. Tüm göstergeler çok uzun olmayan bir tarihte AKP hükümetinin bir dönemece geleceğini gösteriyor. Böylesi bir durumun arifesinde “AKP gitsin de kim gelirse gelsin” anlayışı burjuvazinin arayıp da bulamadığı ortamı sağlamaktan başka bir işe yaramaz. AKP gider, onun kaldığı yerden devam edecek bir başka neoliberal burjuva parti yerine gelir ve sermaye sınıfı bir 5–10 yıl daha kazanır.

Önceleri din devleti ve şeriat rejimi kurma gizli planıyla hareket ettiği söylenen AKP hükümeti şimdi de anayasanın bazı maddelerini değiştirerek kendisi için bir anayasa yapma ve bu yolla yargıyı ele geçirme niyetiyle suçlanmakta. Bu bakış açısına göre AKP hükümeti kendi kişisel diktatörlüğünü kurma peşinde olup son kale yargıyı da ele geçirerek emeline ulaşacak. Tabii muhtemelen 2011 yılında genel seçimler gerçekleşecek. AKP, hükümet olmaya devam etmek için gerekli oyu almak zorunda. Aksi takdirde hükümeti bir başka parti ya da partiler kuracak. Diğer bir ifadeyle AKP her dört yılda bir diktatörlüğünü tescillemek için seçimleri kazanmak zorunda. Kuşkusuz bu bir karikatür!

AKP’nin işçi-emekçi sevmemesi, başta Kürt sorununda olmak üzere baskı, inkâr ve şiddeti Bonapartist rejimden ödünç alarak bir çözüm yöntemi olarak kullanması ayrı bir şeydir, bir din devleti kurmak istediği, sermaye sınıfına rağmen bir sivil diktatörlük oluşturduğu ise apayrı bir iddiadır. AKP hükümetinin ne kendi kişisel anayasasını yapması ne de sermaye sınıfına rağmen AKP’ci bir yargı kurması söz konusu olamaz. Burjuvaziden bağımsız ve ona rağmen bir AKP ne var olabilir ne de hükümet olmaya devam edebilir. AKP’nin giriştiği anayasal değişiklikler ve yargısal düzenlemeler TÜSİAD’ın ana gövdesinin de dâhil olduğu egemen burjuvazinin beklenti ve ihtiyaçları doğrultusunda gerçekleşmektedir.

Kurucu meclis ve emekten yana yeni bir anayasa

Bu anayasal değişiklikler ve yargısal düzenlemeler işçi sınıfının ve emekçi yoksul halkların yararı düşünülerek mi hazırlanmıştır? Kesinlikle hayır! Değiştirilmesi öngörülen hiçbir madde işçi ve emekçiler dikkate alınarak düzenlenmemiştir. İşçi sınıfı, emekçiler, toplumun ezilen ve sömürülen hiçbir kesimi bu değişiklik süreci tartışmalarına dahi dâhil edilmemiştir. 12 Eylül Anayasası’nın kimi maddelerinde “iyileştirmeler” yapılyor olması da bu gerçeği değiştirmemektedir.

Hiç tartışmasız ihtiyacımız emekten yana yeni bir anayasadır. Yeni bir anayasa ancak bir Kurucu Meclis tarafından hazırlanabilir. Başta işçi sınıfı olmak üzere toplumun emekten yana tüm kesimlerinin söz ve karar sahibi olması, olmazsa olmazdır. Türklerin, Kürtlerin, Ermenilerin, Rumların, Yahudilerin, Lazların, Çerkezlerin, Boşnakların, Romanların, Alevilerin, Süryanilerin, kadınların, LGBTT’lerin bu topraklar üzerinde yaşayan her halktan, etnisiteden, dil, din ve mezhepten temsilcinin yer alabileceği bir platform olmalıdır bu Kurucu Meclis.

Ve kuşkusuz işyerleri özelleştirilip 4C statüsünde çalışmaya zorlanan TEKEL işçileri… Sendikalı oldukları için işten atılan Esenyurt Belediye işçileri… Sendikalaştıkları için çalışma hakları ellerinden alınmak istenen İtfaiye işçileri… Taş attığı gerekçesiyle çocukları onlarca yılla yargılanan ve/veya mahkûm edilen Kürt anne babalar… Partileri kapatılan DTP’liler… Tutuklanan seçilmiş Kürt belediye başkanları… Karakolda, cezaevinde baskı ve işkence görenler… Çocukları, yakınları 30 yıldır süren çatışmalarda yitip gidenler… Eşit ve parasız eğitim isteyenler… Ve cinsel, ulusal, sınıfsal sömürüye uğrayanlar… Bu Kurucu Meclis’in asli unsurları olmalıdır.

Yorumlar kapalıdır.