Talepleri ortaklaştırmak
Dünya ekonomik krizi Eylül 2008’de iyice açığa çıkmaya başladı. O tarihten bu yana da sosyal ve ekonomik bir enkaz yaratarak devam ediyor. Sadece yoksul Afrika, Asya ve Amerika kıtası ülkeleri değil Avrupa kıtasında yer alan doğrudan kapitalizmin merkez ülkeleri de bu yıkım çarkının dişlileri arasına birer ikişer giriyor. Kriz neo-liberalizmin otuz yılı aşkın süredir devam eden saldırısıyla birleşerek adeta korkunç yıkıcılıkta bir yanardağa dönüşmüş durumda.
Artık sadece bankalar ya da şirketler değil ülkeler batıyor. İzlanda’nın iflası, Yunanistan’ın önlenemeyen çöküşü derken İspanya ve Portekiz de hızla bir ekonomik girdabın içine sürüklenmekte. Öyle ki ABD ve AB ülkeleri başta olmak üzere bir bütün olarak emperyalizmin beşiği ülkeler de dahi devasa kitlesel işsizlik ve yoksulluk gündelik hayatın ayrılmaz bir parçası haline gelmiş durumda.
Krizle birlikte 50 milyonu aşkın insan işsiz kaldı ve bugün dünya ölçeğinde 250 milyonun üzerinde insan bir işe sahip değil. Çalışabilenler için ücretlerin sürekli azaldığı, çalışma sürelerinin arttığı ve sosyal desteklerin ortadan kalktığı ise artık bir vaka.
Krizin sonuçlarını kabullenmeyelim!
Krizin sonuçlarını kabullenmek bugün sayıları bir milyarı aşan aç insan sayısına daha fazlasının eklenmesi anlamını taşımaktadır. Krizi bahane eden patronlar ve onların hükümetleri taşeron ve esnek çalıştırma yoluyla emeğin örgütlenmesini 19. yüzyıl çalışma ve yaşam koşullarına geri döndürmek istemektedir. Bu ölmekle eşanlamlı bir hayatı kabul etmek anlamına gelecektir. Gelecek kuşaklara, çocuklarımıza böylesi bir barbar yaşam düzenini miras bırakmamak için çetin bir mücadeleyi ısrar ve kararlılıkla sürdürmek zorundayız.
Kuşkusuz krizin yarattığı enkazın altında kalmanın kader olmadığını biliyor ve görüyoruz. İşsiz kalmanın kişisel yetersizlikle, şansla, kaderle ilgili olmadığının en açık kanıtlarından biri dünya ölçeğinde on milyonlarca işçi ve emekçinin benzer bir ortak saldırı altında olmasıdır. Bu durum krizin kader olmadığını ve faturanın krizin gerçek yaratıcısı patronlara ödetilebilmesi gerekliliğini açık şekilde işaret ediyor.
Nitekim dünya ekonomik krizi siyasal alanı da altüst ederek küresel ölçekte toplumsal bir genel yıkım yaratarak ilerlerken faturanın kesildiği işçi sınıfı ve emekçi yoksul halklar da boş durmuyor, mücadele ediyorlar ama henüz yerel/tekil mücadelelerini birleştirebilmiş de değiller. Mücadeleler çoğunlukla kendi mecralarında başlayıp bitiyor, birleşemiyor ve tam da bu nedenle çoğunlukla sonuçsuz çabalar olarak kalıyor ya da kazanımlar kendi yerel/tekil ölçeğini aşamıyor.
Mücadeleyi birleştirelim!
Dünya ekonomik krizi bir yandan işçi ve emekçilere büyük bir fatura çıkarırken aynı zamanda onların hem mücadelelerini birleştirme gerekliliğini hem de koşullarını da oluşturuyor. Mevcut kriz koşulları altında mücadeleyi birleştirmenin bir niyet ya da tercih olmanın ötesine geçmesi ve acil bir zorunluluk haline gelmesi de bu durumun en açık kanıtı.
Bu noktada mücadeleyi birleştirmenin yolunun öncelikle talepleri ortaklaştırmaktan geçtiğini bilmemiz gerekiyor. Taleplerin ortaklaşmadığı bir araya gelişler etkin işbirliği ve ittifakların oluşmasını da engellemektedir. İstanbul Taksim’deki son 1 Mayıs bu durumun iyi bir örneğidir. Son yılların en kitlesel 1 Mayıs’ı gerçekleşmesine rağmen talep ve sloganlar açısından birleşik bir mitingden bahsetmemiz olanaklı değildir. Kuşkusuz fiziksel olarak bir araya gelmek çok önemlidir. Lakin bir arada olmakla birlik olmak özünde iki ayrı durumdur. İşçi sınıfı ve tüm emekçi yoksul halklar kriz karşısında talep ve sloganlar temelinde birlik olmaya başladığı andan itibaren hem krizin sonuçlarının hem de krizin yaratıcısı patronların aşılması olanaklı olacaktır.
Yorumlar kapalıdır.