AKP, 12 Eylül Rejimi’ni tasfiye mi ediyor, takviye mi?

AKP’nin kısmi Anayasa değişiklik paketi, Mayıs ayı içerisinde Meclis’ten geçerek Cumhurbaşkanı tarafından onaylandı ve böylelikle, referandum süreci açılmış oldu. Paket eğer Anayasa Mahkemesi tarafından engellenmezse 12 Eylül’de sandık başına gideceğiz.

Kısmi Anayasa değişikliği tartışmalarında gerek AKP, gerekse de CHP-MHP, politikalarını “demokrasi” söylemi üzerine inşa ettiler. AKP, değişiklik paketiyle, baskıcı ’82 Anayasası’nın delindiği ve özgürlüklerin genişlediğini söylerken, CHP-MHP ise, “son kale” Yargı’nın da düşürülerek, AKP’nin sivil bir diktatörlük kurmakta ilerlediğini, demokrasiyi savunmak adına, Paket’e karşı çıktıklarını belirttiler.

İktidarıyla, muhalefetiyle burjuva düzen partileri, ne kadar “demokrat” oldukları konusunda yarışa tutuşmuşken; esasında bu süreç, Türkiye’nin rejim sorununu bir kez daha güçlü bir biçimde gündeme getirdi. Ve böylelikle referandum süreci, ’82 Anayasası’yla çerçevelenmiş rejimin bir baskı ve şiddet aygıtından ibaret karakterini ve burjuvazinin demokrasi konusundaki iktidarsızlığı ve kısırlığını teşhir etmek için yeni fırsatlar ortaya koydu. Fakat yalnızca fırsatlarla değil, Türkiye sosyalist ve işçi sınıfı hareketinin mevcut durumunda, daha çok tehlikeler ve tuzaklarla dolu bir süreç içindeyiz.

Bunun temel nedeni ise, rejim ve AKP’ye dair sosyalist soldaki yaygın kafa karışıklığı. Liberalizmin basıncı altındaki bir kesim, baskı ve şiddet rejiminin bileşenlerini Genelkurmay, CHP ve MHP’den ibaret görüp AKP’ye -bir demokratlık atfederek, “şartlı destek” sunarken; ulusalcılığın basıncı altındaki diğer kesim ise, Türkiye siyasi tarihinin biçimlenişinde AKP’ye “şeytani” bir rol addederek, bütün meseleyi AKP-karşıtlığı kolaycılığıyla yorumluyor.

Kısmi Anayasa değişikliğinin perde arkası

AKP’nin bir alamet-i farikası varsa o da, burjuvazinin Özal’dan bu yana yaşadığı önderlik krizine ciddi bir alternatif sunmuş olmasıdır. Sekiz yıllık iktidarında AKP, tekelci büyük sermayeyi, Anadolu sermayesini ve askerî-sivil bürokrasiyi kendi etrafında toplayarak, rejim krizini ABD ve AB yanlısı programıyla çözümleme gayreti içinde oldu. Fakat bu durum burjuva bloklar arasındaki çatışmayı otomatik olarak ortadan kaldırmadığı gibi; dünya kapitalizminin en büyük krizlerinden geçtiğimiz bir dönemde, her bir ihalenin, en küçük bir artı-değer kırıntısının önem taşıdığı bir ortamda, bu çatışmaların kaçınılmaz bir biçimde sertleşeceği yeni bir dönem açıldı.

AKP’nin kısmi Anayasa değişikliği de bu bağlamda bir anlam kazanıyor. Yapılan, AKP’nin ve organik olarak bağlı olduğu burjuva kesimlerin, diğer kesimler aleyhine bir adım öne çıkma çabası. Ve bu çabaya demokrasi maskesi takılarak, kitlelerin kendi çıkarları doğrultusunda seferber edilmesi.

Farklı burjuva kesimlerin kısmi Anayasa değişikliği konusundaki tavrı da, bu konuda bizlere iyi bir fikir veriyor. AKP ile doğrudan organik bağı olan MÜSİAD, “Meclis tarafından kabul edilen Anayasa değişikliğiyle ayaklarımızdaki prangalar çözülecektir” diyerek pakete koşulsuz destek veriyor. Rakipsiz konumunun -bir süredir- sarsılmakta oluşundan rahatsız TÜSİAD ise AKP’nin alternatifsiz bir biçimde güçlenmesini istemiyor. Bu nedenle pakete cepheden bir tavır almasa da doğrudan açık bir destek de vermiyor, çeşitli eleştiriler getiriyor. Bu eleştirileri üç başlık altında toplanıyor: bir, kısmi Anayasa değişiklik paketi parlamentoda bir uzlaşmaya dayanmıyor; iki, kuvvetler ayrılığını garanti altına alacak yeni bir anayasa gerekiyor; üç, siyasi partiler ve seçim yasaları değişmelidir. Ayrıcalıkları budanan askerî-sivil bürokrasi ise AKP’nin bir sivil diktatörlük kurmak amacıyla yargıyı ve Anayasa Mahkemesi’ni ele geçirmeye çalıştığını, Anayasa değişikliğinin buna hizmet edeceğini iddia ediyor; ve bu nedenle, kuşkusuz, pakete cepheden karşı.

Kısmi Anayasa değişikliği ne getiriyor?

Kısmi değişiklik sonucunda, bir burjuva kesimin diğerleri aleyhine güçlenmesini sağlayacak olan nedir? Bu soruya cevap verebilmek için değişiklik paketini iki bölüme ayırarak incelememiz gerekiyor. İlk bölüm, değişikliğin temelini oluşturan, yani AKP’nin devlet aygıtı içindeki konumunu pekiştirme ve sağlamlaştırmaya dönük adımları içeriyor. Bu bölüm üç başlıktan oluşuyor. İlk iki başlık, Anayasa Mahkemesi ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun (HSYK) yapısının ve işleyişinin değiştirilmesi, üye seçiminin ve üye sayısının arttırılmasına dair. Üçüncü başlıksa, askeri yargı ve Yüksek Askeri Şura’ya (YAŞ) getirilen kısmi sınırlamalar.

Anayasa Mahkemesi’nin üye sayısının arttırılmasıyla, AKP-karşıtı, Kemalist üyelerin etkinliği kırılarak AKP, anayasa değişikliklerinin Mahkeme’den dönmesinin önüne geçiyor, AKP’nin kapatılma ihtimalini ortadan kaldırıyor. Yine HSYK’nın üye sayısının arttırılması, Ergenekon ve diğer bazı stratejik davalarda, aynı kesimlerin direnişini kıracak bir adım. Askeri Yargıtay’ın sivilleri yargılamasının engellenmesi ise, Ergenekon davası düşünülerek hazırlanmış bir madde. YAŞ kararlarının asker ihraçlarıyla ilgili kısmının yargı denetimine açılmasıyla da, her sene gündeme gelen, dindar veya tarikatçı subayların Ordu’dan ihraç edilmesi önleniyor.

Bunda garip olan ne var, denilebilir. Bir iktidar partisinin, devlet aygıtında kendisine direniş gösteren kesimlerin gücünü tırpanlamasından daha doğal ne olabilir? Bizim için belirleyici olan, bu önlemlerin “demokrasi adına” alındığının söylenmesi ve sosyalistlerin bir kısmının da bunu onaylamasıdır. Sosyalistlerin görevi ise “ehven-i şerci” olmak değil, burjuvazinin demokrasi yanılsatmasına karşı, kitleleri demokratik hak ve özgürlükler adına seferber etmektir.

Paketin farklı toplum kesimlerine sunulan, “maskeleme”ye yönelik maddelerine gelirsek… Burada da söylemler ve gerçekler arasında ciddi bir açı bulunuyor. Hükümet, Anayasa’nın geçici 15. maddesi’nin kaldırılmasıyla, darbecilerin yargılanacağını iddia ediyor. Fakat 15. madde’nin kaldırılması, darbecilerin otomatik olarak yargılanmasını sağlamıyor. Bunun için zaman aşımı gibi engellerin de kaldırılması gerekiyor. Bunların yapılacağından şüphe duymak içinse, çok fazla nedenimiz var. Öte yandan, kadınlara yönelik pozitif ayrımcılık sağlayacağı söylenen madde son derece muğlâk ve somut ne gibi değişikliklere yol açacağı epey meçhul. Ve işin en komik tarafı, kamu emekçilerine verildiği söylenen “toplu sözleşme hakkı”. Toplu sözleşme doğası gereği, grev hakkını önceden varsayar. Diğer pek çok şeyin yanı sıra Türkiye siyasi tarihine, grevsiz bir toplu sözleşme hakkından bahsetme onuru da AKP hükümetine ait olmak üzere kayıtlara geçecek.

Özetle, yukarıda ele aldığımız ve pakette yer alan diğer “yem”ler, paketin asıl gayesini örtmeye çalıştığı gibi, somut olarak ne yarar sağlayacağı da epey tartışmalı, ve belki tartışmasız, bir bütünü oluşturuyor. Dolayısıyla, kısmi değişiklik önerilerinin, koparılan demokrasi yaygarası hesaba katıldığında, hükümet açısından epey “masrafsız” bir bütün oluşturduğunu söyleyebiliriz.

Referandumda alınacak tutuma gelirsek; devrimci Marksistler, tek tek maddelerin değil, bir bütün olarak paketin neyi ifade ettiğine bakarak bir tutum almalıdırlar. Son birkaç sayıda ve bu yazıda ele almaya çalıştığımız gibi, değişiklik paketi, baskı ve şiddet rejiminin doğasında bir değişikliğe yol açmıyor. Aksine, ufak rötuşlarla, ona demokrasi maskesi giydirerek, 12 Eylül Rejimi’ni meşrulaştırıyor.

Burjuva kesimler, demokrasi söylemleriyle, işçi-emekçi kesimleri kontrolleri altında tutmaya çalışırken, “ehven-i şer”ci tutum, sosyalist olduğunu iddia edenler açısından bir siyasi cinayettir. Referandum sürecinde de bizlere düşen görev, rejimin baskı ve şiddet aygıtlarını teşhir ederek, ’82 Anayasası’nın tümüyle çöpe atılarak asker-polis rejiminin lağvedilmesi, Kürt halkının kendi kaderini tayin dâhil, politik haklarının tanınması, iş güvencesi ve herkese çalışma hakkının tanınması için propaganda yapmak, bu talepler için bir Kurucu Meclis çağrısında bulunmaktır.

Yazan: Atakan Çiftçi, 1 Haziran 2010

Yorumlar kapalıdır.