Avusturya’nın Viyana şehrinde 10 Ekim günü Eyalet ve Bölge Belediye Meclisi Seçimleri gerçekleşti ve aşırı sağcı Avusturya Özgürlük Partisi (FPÖ) bu seçimden oyunu geçen senelere göre yükselten tek parti olarak çıktı. Şu anda iktidardaki Sosyal Demokrat Parti’nin oyu yüzde 5 oranında azalırken FPÖ’nün oyu yüzde 15 arttı, dolayısıyla meclisteki koltuk sayısı da.
FPÖ de dünyadaki diğer aşırı sağcı partilerin yaptığını yaptı ve propagandasını ırkçılık üzerinden kurdu, oyları da topladı. Viyana’daki göçmenlere ve özelde İslam’a karşı üretilen sloganların sonucu “‘Viyana kanı’mız için daha fazla cesaret” oldu. Seçim sırasında kullanılan 2. Viyana Kuşatması’nda Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’yla dalga geçen karikatür ise ‘Türk düşmanlığı’ ve ‘Nazi jargonu’ kullanımı suçlamalarına sebep oldu.
Bu siyasal ortamı incelerken biz devrimci Marksistler ‘eğer halk bunu seçiyorsa hak ediyor’, ‘bu insanların hepsi ırkçı’ gibi hiçbir ekonomi-politik temelli analiz içermeyen argümanlar üretmekten şiddetle kaçınırız. Biliyoruz ki özellikle kriz dönemlerinde artan ırkçı söylemler ve faşizan partilerin yükselişi bir gerçek. 1999 kriz yılında FPÖ’nün oy oranı yine yüzde 27’ye yükselmişti. Almanya’da muhafazakâr ve faşizan partiler tercih edilirken Türkiye’de aynı yıl MHP oyunu yüzde 10 oranında arttırmıştı. Yine 2009 Yerel Seçimleri’nde MHP’nin oyu geçen seçime göre yüzde 5 artış göstermişti.
FPÖ örneğinde görüldüğü gibi göçmen karşıtlığı üzerinden politika yapan partiler kriz dönemlerinde en büyük desteği krizin yarattığı işsizlik ortamında göçmenlerin ülkedeki işleri kapması tezinde buluyorlar. Krizden etkilenen seçmenler ya son bir kurtuluş umuduyla liberal burjuva partilere, ya da krizin nedenini bulduğunu ve nasıl çözeceğini bildiğini iddia eden ırkçı ve faşist partilere yöneliyorlar. Elbette bu sonuçta uygun talepler ve çözüm önerileri üretemeyen, ortak talepler etrafında örgütlenemeyen solun yarattığı boşluğun da etkisi büyük. Viyana’daki seçimlere yüzde 60 oranında gerçekleşen katılım, seçmenlerin kararsızlıklarının ve mevcut siyasi ortamdan hoşnutsuzluklarının bir göstergesi.
Daha önce Fransa örneğinde de incelediğimiz bu durum, bize uygun talepler üretebilecek, belli bir program anlayışı olan öncü bir enternasyonalist partinin gerekliliğini ve aciliyetini tekrardan gösteriyor. Irkçı ideolojik saldırılara karşı işçi sınıfı ve emekçi kesim ne kadar örgütlü mücadele ederse o kadar güçlenecektir. Krizin sonuçlarının meşrulaştırılmaya ve daimi kılınmaya çalışıldığı bu ortamda dönüştürücü güç mücadeleleri ve kazanımlarıyla yine işçi sınıfı olacaktır.
Yorumlar kapalıdır.