Avrupa’da Kriz:

Ekonomik kriz ve sınıf mücadeleleri yaygınlaşıyor

2008 yılından bu yana hesapta olmayan küçük bir yol kazası gibi geçiştirilmeye çalışılan ekonomik kriz dalgası, etki alanını yaygınlaştırıyor ve şiddetleniyor. Aradan geçen iki sarsıcı yıl boyunca önce ulus ötesi finans kuruluşlarının birbiri ardına iflasına tanık olduk. Şimdiyse Avrupa merkezli “devletlerin” tek tek iflas bayrağını çeker hale gelişini izliyoruz. İzlanda’nın ardından, Yunanistanı bir sınıf seferberlikleri sürecinin eşiğine taşıyan koşullar bu kez İrlada’ya sıçramış durumda. Dahası Avrupa sermayesi artık saklamaya gerek duymaksızın sıranın hangi ülkeye geleceğini tartışmakta.

İflasın eşiğine gelen İrlanda bu konuda yalnız sayılmaz. Devasa bütçe açıklarıyla birlikte borçlanma faizleri aynı şekilde rekor seviyelere ulaşmış olan İspanya, Portekiz ve İtalya’nın durumları, giderek yayılan bir salgın hastalığa benzetiliyor.

Avrupa’nın içinde bulunduğu ekonomik kriz dinamiği, 2008 yılında yaşanan mali çöküş esnasında batan banka ve finans kuruluşlarının “kurtarılma” maliyetlerinin -kamu kaynaklarının batık finans kuruluşlarına peşkeş çekilmesi suretiyle- geniş halk kesimlerine ödetilmesi politikalarına dayanıyor. Yüz milyarlarca avronun bankaların boş kasalarına pompalanmasından sonra alınan sert tasarruf tedbirleri, kıtanın her yerinde işçi sınıfını yoksulluğun ve işsizliğin pençesine itmekle kalmadı aynı zamanda AB ülkeleri arasında varolan ekonomik dengesizliği daha da artırdı.

Neoliberal karşıdevrim politikaları, 2008 yılından itibaren derin bir sarsıntının içine girmiş durumda. Bu yeni nesnel durum bir yandan kapitalizmin kaçınılmaz/ doğrusal bir ilerleme içerdiği tezinin yanlışlığını kanıtlarken, diğer yandan kapitalist sınıfın artan gücünün ürünü olarak yaşam koşullarında yaşanan gerilemeler, tarihin motorunun sınıf mücadelesi olduğunu ileri süren Marksist önermenin geçerliliğini de ortaya koyuyor.

Batı Avrupa’nın seçkin kentleri uzun bir toplumsal uzlaşma döneminin ardından bir kez daha sokak savaşlarına, barikatlara, sosyal adalet talep eden sloganlara sahne olmakta. -Yunanistan’da ve Fransa’da yaşanan kesintisiz seferberlik süreçleri, İngiltere ve İtalya’da öğrenci mücadelelerinin ivme kazanması, Portekiz ve İspanya genel grevleri bu durumun başlıca örneklerine dönüşüyor- Bangladeş, Çin ve Güney Kore’de yüz binlerce işçinin şehirleri, işçi mahallelerini ve üretim alanlarını merkez alan, işçi sınıfının geleneksel mücadele yöntemleriyle seferberliğe geçmiş olması, dahası devasa gövdesiyle belirleyici ve dönüştürücü bir sosyal özne olarak siyaset sahnesinde bir kez daha ağırlığını hissettirmesi yeni bir momentin eşiğinde olduğumuzu düşündürüyor.

Bu yeni evrenin seyrini büyük oranda, yüksek işsizliğin, ev kayıplarının, iş haklarındaki kısıtlamaların ve emekçilerin çoğunluğunun yaşam standartlarında yaşanan belirgin düşüşlerin, artmakta olan sosyal ve kişisel bedellerin, kim tarafından ödeneceği sorunu belirleyecek.

Öte yandan bu yeni seferberlikler sürecinin başlıca özelliklerinden biri de, işçi ve öğrenci seferberliklerinin, bürokrasiyi eyleme yöneltecek ölçüde bir basınç yaratırken, henüz bürokrasileri aşacak kapasiteden yoksun durumda olması. Böylelikle sendika bürokrasileri, yerel eylemliliklerle seferberlikleri denetimleri altında tutabiliyor, grev komiteleri, eylem komitleri gibi öz-örgütlenmelere alan bırakmamayı başarıyorlar. Bir diğer önemli zayıflıksa, burjuvazinin saldırıları Avrupa ölçeğinde koordine edilirken, işçi sınıfının kıtasal ölçekte ortak hareketini ve koordinasyonunu henüz inşa edememiş olması.

Yaygınlaşan seferberlikler, Troçkist hareketin öteden beri savuna geldiği “Geçiş Programı” anlayışına uygun taleplerin geniş yığınlar nezdinde kabul görmeye başladığını ortaya koyuyor. Kriz koşullarında ücretlerde hiçbir kesintiye gidilmeksizin çalışma saatlerinin azaltılması yoluyla işlerin paylaşılması, zenginlere getirilecek ağır vergiler, kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi uygulamasına son verilmesi ve özelleştirilmiş ya da özelleştirme kapsamında olan hizmetlerin tekrar kamulaştırılması, stratejik sektörlerin ve tüm büyük sanayi kuruluşlarının işçi kontrolü altında ulusallaştırılması, bankaların mülklerine el konulması ve el konulan kaynaklarla ekonominin emekçiler lehine yeniden düzenlenmesi ve borçların ödenmemesi türünden talepler hemen tüm seferberliklerin ortak noktası durumuna gelmiş durumda.

Yorumlar kapalıdır.