Ev işçileri sendikalaşıyor

Ev işçiliği bilindiği üzere, patronların; sigorta primi, yol parası ödemeden, işyeri gideri düşünmeden çoğunlukla da kadın işçileri, iş sürekliliği, garantisi, sigortası, belli bir ücret standardı olmadan çalıştırmalarına dayanıyor. Bu minvalde geçtiğimiz Şubat ayı ortalarında Ev İşçileri Sendikası’nın kuruluşunun öncülerinden Gülhan Benli ve Öznur Polat’la gazetemizin gerçekleştirdiği söyleşiyi aşağıda yayınlıyoruz.

Kaç senedir ev işçiliği yapıyorsunuz?

Gülhan Benli: Ben 17 senedir bu işi yapıyorum. 2 çocukla başladım bu işe. İstanbul’a gelir gelmez çocuk bakmaya başladım. Bu süre içerisinde hem eğitimimi devam ettirdim, hem de çocuk baktım. Dışarıdan okulumu bitirdim, çocuk gelişimi okudum, bir taraftan da işe devam ettim. Hâlâ da eğitimime devam ediyorum. Üniversite var şimdi, onu da bitirmem gerekiyor. Çocuk bakımı benim için artık meslek oldu ve ben bu mesleğe devam ediyorum. Ama hep bu işi yapmadım, bazen çocuk bakımı işi bulamıyordum, yeri geldi hasta da baktım,, yaşlı da baktım, her şeyi yaptım, yani ev işçiliğine dair yatılı da çalıştım gündüz de çalıştım.

Öznur Polat: Ben de boşandıktan sonra gündelikçi olarak çalışmaya başladım. Onun öncesinde parça başı iş alıyordum, 11 sene bu işi yapmıştım. 6 senedir de gündelikçi olarak çalışıyorum.

Ev içi emek” ve “ev işçisi” ne demek? Bu kavramların içine neler sığdırabiliyoruz?

Kendi evinde karşılık almadan kocasına bakan, çocuğunu okula gönderen, evinin yemeğini yapan, bütün hayatını bu şekilde geçiren tüm kadınlarımız ev işçisi aslında. Ücretli ve ücretsiz ev işçisi olarak bir ayrım yapabiliyoruz. Biz bir yerlere gidip çocuk bakıyorsak, temizlik yapıyorsak ve karşılığında bir para alıyorsak, bu ücretli ev işçiliği. Ama bir de bunun arka planı var. Tüm bunları kendi evinde kendi ailesi için ücret almadan yapan kadınların yaptığı da ücretsiz ev işçiliği. Biz hem dışarıda bu işi yapıyoruz hem de evde bu işi yapıyoruz, dolayısıyla iki kat daha fazla yıpranıyoruz. Bu yüzden erken emeklilik hakkı istiyoruz. Mezarda emeklilik istemiyoruz. Bu koşullarda bizim yaşabileceğimiz kaç sene var ki? Çünkü bizim koşullarımız çok zor. Torba yasa da çok kötü vuruyor bizi. Bize yönelik iyileştirici hiçbir şey yok içinde. Tam tersine koşullarımızı kötüleştiriyor.

Ev işçisi dendiğinde, evine parça başı iş alıp yapan, bu da ev işçisi oluyor. Şimdi bu evleri küçük küçük fabrikalar haline dönüştürmüşler. Patron diyor ki, sen bu paraya bunu yapmazsan, bana bunu bu fiyata yapacak çok insan bulurum. Bu şekilde kadınları yedek işgücü olarak kullanıyorlar. Kadınlardan bir işsizler ordusu yaratıp bizi yedek işgücü olarak kullanıyorlar. Bu her dönem böyle olmuştur, bugün de çok farklı değil ama, daha kötü koşullarda devam ediyor artık. Biz işlerini yapıyoruz, pisliklerini temizliyoruz. Bunları yaparken camlardan düşüp ölüyoruz, can güvenliği noktasında hiçbir şeyimiz yok. Bu güvenceyi alabilmek için de tek çıkar yol, örgütlenip bir araya gelip hep birlikte mücadele etmek ve kendi haklarımıza kavuşabilmek. Erkeklere karşı bizi kullanıyorlar, bize karşı da yurtdışından gelen göçmen arkadaşlarımızı kullanıyorlar. Biz de bunları boşa çıkarmak için örgütlenip bunun karşısında durmak zorundayız, başka çaremiz yok.

Kocası tarafından vurulan arkadaşımız kocasından boşanamıyor mesela; çünkü maddi güvencesi yok, bir taraftan da ev işçiliği yapıyor bu kadın. Bir taraftan “3 çocuk doğurun evde oturun” deniyor, diğer taraftan kadına maddi güvence sağlama noktasında en ufak bir gelişme yok. 3 çocuk doğurma fikrini benimsediğimizden değil ama, ne olursa olsun maddi güvenceyi sağlamak gerekiyor, kadının kocasından bağımsız olabilmesi için. Bu kadınlar yıllarca bir adama, çocuklarına ve aile kavramına hayatını veriyor ve bir noktadan sonra yaşadığı o travmatik şeylerin karşısında durabilmesi için de maddi güvenceye ihtiyacı var.

Bu yüzden de ücretsiz ev işçisi arkadaşlarımıza, bir maaşın bağlanmasını istiyoruz. Ücretli ev işçisi arkadaşlarımız için de insanca şartlarda yaşayabilmek için ücret, can güvenliği ve sosyal güvence talep ediyoruz. Çünkü gittiğimiz yerlerde taciz ve tecavüzlerle karşılaşabiliyoruz. Ben şahsen bununla karşılaştım. Ev temizliğine gittim, adam bana şey diyor. İçeri girdim malzemenin yerini sordum. Hele bir otur konuşalım, dedi. Ben de temizlikte dikkat etmem gereken şeyleri söyleyecek sandım. Konuşalım dedim. Adam bana direkt, “siz sadece bu işi mi yapıyorsunuz” diye sordu. Ne demek istiyorsunuz, dedim. Hem benim ihtiyacımı gideren, hem de temizlik yapan arkadaşlar da geldiği için sordum dedi. Ben de sizi karakola kadar çektiririm, bunu kimle yaptıysanız onları bulup onları da çektiririm, dedim. Ama adam orada bana saldırsaydı, bana tecavüz edip beni öldürseydi, bunu kimse kanıtlayamazdı. Bunun için öncelikli olarak can ve sosyal güvenliğimizin sağlanması gerekiyor.

Daha yakın bir zamanda, bir arkadaşımız cam silerken camdan düşüp öldü ve bu ölüm için devlet-patron-medya üçgeni “sakarlık” dedi. Bu sakarlıktan kaynaklı değil, bunda tamamen Çalışma Bakanlığının sorumluluğu var, işverenin sorumluluğu var. Bu bir kaza değil, iş cinayetidir.

Peki ya sendikal örgütlenme süreci?

Sırf göçmen arkadaşlarımız burada 400-500 bin. Bu devlet tarafından yapılan bir şey. İkincisi burada Türk, Kürt, Laz, Çerkez, vs. ev işçisi olarak çalışan kadın sayısı -sadece çalışanlardan söz ediyoruz- 800-900 bin civarında. Sadece İstanbul genelinden bahsediyorum ve sayımız buyken ve karşılaştığımız sorunlar bunlarken, örgütlenmemek işten değil. Buna bir “dur” demenin vakti gelmişti. Sendikalaşma sürecinde yasal mevzuatlara ve sendikal bürokrasi engeline takıldığımız için, biz kendi kendimize bunu yapmaya çalıştık. İlk önce biz Konut-İş şubesinde bir sendika çalışması yapmaya çalıştık, yasal mevzuatlar nedeniyle bunu yapamadık. Ama biz bir şekilde sendika olacağız bunun önlemlerini alacağız.

Biz kadına karşı şiddetin günde 4 kadın öldürdüğü bir yerde yaşıyoruz. Gündeliğe gidip tecavüze uğrayıp ortadan kaldırılan kadın arkadaşlarımız var. Göçmen ev işçisi arkadaşlarımız, kayıtsız oldukları için onlar çifte sömürüye maruz kalıyorlar zaten. Ve bilinmiyorlar, birçok yerde öldürülüp ortadan kaldırılıyorlar, beyaz kadın ticareti yapanlar tarafından kullanılıyorlar.

Göçmen ev işçileri kayıt dışı olduklarından onların sendikalaşma hakkı olmayacak muhtemelen?

Evet, sonuçta bizim de sendikalaşma hakkımız yok. Ama KESK’i örnek vereyim ben size, memurların da bir zamanlar böyle bir hakkı yoktu. Memurlar kendi aralarında örgütlenerek bunu elde ettiler. Örgütsüz olduğun sürece bir şey elde edemezsin. Ağlamayana meme yok. Örgütlenmezsen, güçlenmezsen her zaman kafana vuracaklar. Biz ancak göçmen ev işçisi arkadaşlarımızla el ele vererek, birleşerek bu işin üstesinden geleceğiz. Göçmen arkadaşlarımızın bizlerle eşit koşullara getirilmesini istiyoruz, çalışma izinlerinin verilmesini istiyoruz ve aynı zamanda oturma izinlerinin verilmesini istiyoruz. Ve bu arkadaşlarımızı sendikaya üye yapacağız yani. Bunu kabul etseler de etmeseler de onlar gelecek.

Tüm bu insanlara nasıl ulaşıyorsunuz?

Biz ev işçiliği yaptığımız için belli yerlerden geçiyoruz, belli yerlere gidiyoruz. Mesela Kemerburgaz’a gidenler belli, Sarıyer’deki villalara gidenler belli. Biz buralarda çalıştığımız için nerde ne var biliyoruz. Bir de Gebze’den Kadıköy’e kadar gelen tren hattında ev temizliğine giden kadın arkadaşlarımız var.

Öznur Polat: O trenlerde her sabah birbirimizi tanıyoruz artık. Adı konulmamış aslında köle işçiler her sabah kalkıyor, gidiyor ve geliyor, başka bir yaşam yok. Bir insanın dayanma kapasitesi acaba ne kadardır? Türkiye’nin yapısını ayakta tutan biz yoksulluk, sabahtan akşama kadar o trenler gibi gidip gelen o yoksulluk yani. Gidiyoruz ve geliyoruz, adımız konulmamış ama bizler köleyiz.

Ev işçileri sendikası hangi grupları kapsıyor?

Biz aslında ilk, çalışan ev işçileri olarak çıktık. Ama çalışmayan ev işçileri, “biz ne olacağız” dediler. Onlar da geldiler. Daha sonra ev eksenli çalışan arkadaşlarımızdan gelmek isteyenler oldu. Biz bunlara hayır diyemezdik, farklı iş alanlarında da çalışıyor olsak sorunlarımız aynı. İşçilerin hayatını o kadar kısıtlamışlar ki, asgari ücretle çalışıyorsunuz 600 TL ve sadece ev kirasının 600 TL olduğu bir yerde yaşıyoruz.

İnsanlar aslında açlık sınırında yaşıyorlar ve cambazlık yaparak iki kat fazla çalışarak hayatlarını geçindirmeye çalışıyorlar. Bankada çalışıyor, hafta sonu gidip temizlik yapıyor. Bu arkadaşlarımıza “ne haliniz varsa görün” diyemeyiz, biz bunları da kapsıyoruz. Banka emeklisi geliyor bu işi yapıyor, öğretmen geliyor bu işi yapıyor, doktoru geliyor bu işi yapıyor yani öyle bir hale getirdiler ki… Doktor olmak öğretmen olmak eskiden güvendesin demekti. Şimdi artık onlar da bizimle aynı konumdalar. Çünkü artık genel bir güvencesizlik söz konusu. Sistem, krizle de birlikte elimizdeki hakları yonta yonta silip süpürmeye devam ediyor. İşte bu 5C’dir 4C’dir. Elimizdeki haklar alınmaya devam ediyor, artık herkes güvencesiz koşullarda çalışıyor, dolayısıyla bizim yolumuz da örgütlenmekten geçiyor.

Taşeron aracılığıyla mı çalışıyorsunuz?

Şimdi İşkur’a bağlı istihdam büroları var. Bu istihdam büroları şöyle ki, işçi sansarlığı yapıyorlar, bu istihdam büroları bizim sayemizde para kazanıyorlar. Mesela beni “tacize uğradım” dediğim yere istihdam bürosu gönderdi. Gittim buraya taciz olayını anlattım. “Bizim yapabileceğimiz bir şey yok” dediler. Bu bürolar senin hakkını
savunan yerler değiller. Şimdi bu istihdam büroları özellikle devlet desteğiyle, Çalışma Bakanlığı desteğiyle kurulmuşlar. Bunlardan mevzuat adı altında bir para alıyorlar, bu paraları alıyorlar cebe cukka yapıyorlar. Bizim gibi işçilere sıra geldiği zaman ki, nerede çalıştığını, hangi binada, hangi evde çalıştığını biliyorlar fakat, bizi kayıt altına alıp sosyal güvenliğimizi sağlama noktasında, bizi işçi olarak görme noktasında, hiçbir hareketlilik yok. Arada devlet alıyor cebini dolduruyor, bizim üzerimize simsarlık yapan kurum alıyor cebini dolduruyor ve arada ezilen, tacize tecavüze uğrayan yine biz oluyoruz, camdan düşüp ölen biz oluyoruz, sonra sakar olan yine biz oluyoruz.

Yorumlar kapalıdır.