İspanya genel seçimleri

İşçiler Sosyalist Partiye sırt döndü

İki dönemdir iktidarda olan İspanyol Sosyalist İşçi Partisi (PSOE) 20 Kasım genel seçimlerinde tarihinin en büyük yenilgisini aldı: 2008 seçimlerine oranla yüzde 38 (4,3 milyon) oy ve 59 milletvekilliği yitirdi, 52 ilin ikisi dışında (Barselona ve Sevilla) her yerde birinciliği başka partilere kaptırdı, 17 özerk bölgeden “sosyalizmin kaleleri” ve oy deposu olarak anılanları (Katalonya, Endülüs ve Ekstremadura) sağ partilerin denetimine terk etti. Franco sonrası 34 yıllık dönemin 22 yılını iktidarda geçiren Sosyalistler, aldıkları yüzde 28,7 oy oranıyla 1977’nin bile gerisine düşerek ciddi bir politik krize doğru sürüklendiler.

Seçimlerin “galibi” olarak ise liberal-muhafazakâr Halk Partisi (PP) ilan edildi. 2003 Irak işgali sırasında Bush’un yakın dostu José Maria Aznar’ın partisi olan PP, bu kez Mariano Rajoy’un önderliğinde, oylarını 2008’e oranla sadece 500 bin (%5,3) artırdı, ama seçim sisteminin yardımıyla milletvekili sayısını 154’ten 186’ya çıkartarak (%20) parlamentoda mutlak çoğunluk elde etti. İspanyol milliyetçisi İlerleme ve Demokrasi İçin Birlik Partisi’nin (UPD) oy oranını yüzde 272 oranında arttırarak 5 milletvekilliği elde etmesini ve Katalan Liberal Hıristiyan Demokratları’nın (CiU) kendi bölgelerinde birinci parti olup Madrid’e 16 vekil yollamaları da birlikte düşünüldüğünde İspanyol seçmenlerinde bariz bir sağa kayıştan söz edilebilir. Ama her şey göründüğü gibi değil.

PSOE 2008 sonunda patlak veren dünya ekonomik krizi karşısında uyguladığı neoliberal politikaların kurbanı oldu: kamu parasıyla banka kurtarma operasyonları, mali sektörde liberalleştirme politikaları, ücret kesintileri, toplu işten çıkarmalar, iş yasalarında esneklik uygulamaları, emeklilik yaşının uzatılması vb. Sonuç: 5,5 milyon işsiz (toplam istihdam gücünün yüzde 21’i), herhangi bir gelirden yoksun 1 milyon hane, ipoteklerini ödeyemeyip sokakta kalan 300 bini aşkın aile, daralan bir ekonomi, büyüyen dış borç yükü, yüzde 7 düzeyine fırlayan devlet bonosu faizleri, kısacası tam bir ekonomik ve toplumsal çöküntü. Zapatero hükümetinin aldığı yegâne önlem olan işsizlik ödemelerinin sürdürülmesi, onu iktidarda tutan İspanyol emekçilerini tatmin etmedi ve yaklaşık 10 milyon seçmen (%28,1) sandık başına gitmedi, 318 bin seçmen (%1,3) geçersiz, 333 bin seçmen de (%1,4) beyaz oy kullandı. Bütün bu seçmenlerin geri durması Sosyalistlere ağır bir darbe indirmekle birlikte, parlamentodaki partilere yönelik güvensizliklerinin de bir işareti oldu.

Sadece bu değil: Sosyalistlerin yitirdikleri oyların yaklaşık dörtte biri (özellikle “kızıl kuşak” olarak anılan sanayi bölgelerinde), PSOE’nin solunda bir seçeneğe, Sol Birlik’e (IU) kaydı. Oylarını yüzde 73,3 oranında artıran IU parlamentodaki temsilci sayısını 2’den 11’e çıkardı (1,7 milyon oy). İspanyol Komünist Partisi’nin (PCE) önderliğindeki Sol Birlik, “kapitalizmin insancıllaştırılması” çerçevesindeki reformist programına karşın, PSOE’den kopan emekçiler ve bir bölüm “öfkeliler” için “yararlı oy” seçeneği oluşturdu. IU’nun solundaki partilerin oylarıyla birlikte hesaplandığında sol sosyalist oyların seçmenler arasında yüzde 8 dolayında bir ağırlığa sahip olduğu görüldü.

Seçimlerin bir ilginç ve umutlandırıcı gelişmesi de, Bask ülkesinde yurtsever sol platform Amaiur‘un 333 bin oyla kendisini birinci politik güç haline dönüştürmesi oldu. Ayrıca Madrid’deki ulusal parlamentoya 7 milletvekili yollayan Amaiur‘un, monarşi rejimine karşı ulusal haklar ve toplumsal talepler çerçevesinde IU ile birlikte bir parlamenter mücadele grubu oluşturması şaşırtıcı olmayacak. Dolayısıyla, ülke düzeyinde bir sağa kayıştan çok politik bir kutuplaşmadan söz etmek, önümüzdeki dönemde sınıf mücadelesi sorunlarına daha gerçekçi yaklaşımın temelini oluşturacak.

Antikapitalist Sol

Devrimci sol seçimlere “Antikapitalistler” listesiyle katıldı. “Antikapitalist Sol” (Birleşik Sekreterlik) grubunun çevresinde ve “Mücadelede” (Uluslararası Sosyalizm akımı) ile “Enternasyonalist Mücadele” (Uluslararası Birlik Komitesi) çevrelerinin yanı sıra pek çok bağımsız aktivistin katılımıyla oluşan Antikapitalistler platformu, liste sunduğu 13 ilde toplam 24.456 oy (%0,1) topladı. Bu oldukça düşük bir oran olmakla birlikte, devrimci seçeneğin önceki seçimlerdeki oy miktarı ve dağılımıyla karşılaştırıldığında, Antikapitalist solun sistematik bir gelişme içinde olduğu ve emekçi yığınlar arasında gelişmekte olan bir eğilimi temsil ettiği görülebilir.

Antikapitalistler seçim çalışmalarını belirli birkaç eksen üzerinde kurdular. Ekonomik krize karşı, “krizin faturasını kapitalistler ödesin” sloganı çerçevesinde, dış borcun ödenmemesi, bankaların ve temel sanayi kuruluşlarının işçilerin denetiminde devletleştirilmesi, işten çıkarmaların durdurulması ve işlerin tüm çalışanlar arasında dağıtılması talepleri yer alıyordu. Toplumsal krizin yoğunlaştığı sektörlere yönelik olarak ise, ailelerin banka borçlarının iptal edilmesi; evden çıkarmaların durdurulması ve evsiz ailelerin boş binalara ve sosyal konutlara yerleştirilmesi; asgari, genel ve süresiz işsizlik ücretinin tespiti; göçmen işçi haklarının kabulü talepleri öne çıkıyordu. Politik düzeyde ise, monarşi sistemine son verilmesi, ulusal toplulukların kendi kaderlerini tayin hakkının kabulü, merkeziyetçi partiler yasasının ilgası şiarları ağırlıktaydı.

Krizin başından itibaren bu eksenler doğrultusunda sınıf mücadelesine müdahale eden devrimci sol/antikapitalist gruplar, yerel, bölgesel ve genel seçimlere çeşitli başlıklar altında kurdukları ittifaklarla katılmışlardı. 2009 Avrupa Parlamentosu seçimlerinde IZAN-RG (Antikapitalist Sol-Küresel İsyan) 52 ilde 25 bin, Enternasyonalist Girişim ise 24 bin oy almıştı (şimdi Antikapitalistler 13 ilde 24,456). 2010’daki otonom bölge seçimlerinde ise Katalonya’da Des de Baix (Tabandan) koalisyonunun 7 bin oyuna karşılık Antikapitalist platform 20 Kasım’da 13.829 oy toplamayı başardı. Bu rakamlar devrimci sol akımların sınıf mücadelesinin öncü kesimlerinde giderek ağırlık kazanmakta olduğuna işaret etmekte.

Şimdi mücadele sokakta, üniversitelerde ve işyerlerinde sürüyor. Yunanistan ve İtalya’daki seferberliklerin yanı sıra Portekiz’de patlak veren genel grev dalgası, İspanya’nın da önündeki günlerin dinamiğine işaret etmekte. Antikapitalist ve devrimci sol güçlerin önündeki en önemli görev ise, seçim ittifaklarını kalıcı mücadele cephelerine dönüştürüp sağlamlaştırarak, sınıf mücadelesi içinde devrimci partinin inşasını hızlandırmak. Kriz karşısında proletaryanın direnişi ve mücadele yolu, devrimci programın örgütsel biçimlere kavuşmasından geçiyor.

Yorumlar kapalıdır.