KESK’in g(ö)revi!

21 Aralık 2011 günü Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) ve Türk Tabipler Birliği (TBB) öncülüğünde emekçiler, ülke genelinde, son aylarda çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnamelerle (KHK) sağlık sisteminin sermayenin kâr kapısı haline getirilmesine, kamu emekçilerinin her geçen gün güvencesiz çalışmasının yaygınlaştırılmasına karşı bir günlüğüne greve ya da KESK’in tabiriyle “uyarı” grevine çıktı.

Elbette memurların en büyük mücadelelerinden biri de kamuda toplu iş sözleşme hakkının elde edilmesiydi. Kamu emekçilerinin toplu iş sözleşmesi elde etme mücadelesi yeni değil. Daha önce yine KESK öncülüğünde 25 Kasım 2009 ve 19-20 Nisan 2011 olmak üzere iki kez daha “uyarı” grevi yapılmıştı. 21 Aralık grevinin en büyük farkı ise, neoliberal saldırılara karşı atılan taleplerin yanı sıra, son günlerde artan KESK’e yönelik baskı ve KCK kapsamındaki tutuklamalardan kaynaklanan hoşnutsuzluğun da talepler içinde fazlasıyla yer almasıydı. Şüphesiz sağlık sektörünün de greve katılımının önceki grevlere oranla çok daha fazla olmasını göz ardı etmememiz gerekir.

2009’dan günümüze ekonomik krizin derinleşmesi ve artan neoliberal saldırılarla beraber emekçilerin yaşam standartlarının daha da düştüğü düşünüldüğünde kitlelerin çok daha fazla radikalleşmesi beklenirken, tam tersine 21 Aralık grevi, yine uyarı niteliği taşıyan 25 Kasım grevinden bile her anlamda sönük geçti. 25 Kasım grevine Kamu-Sen’in de katılımı ve grev boyunca demir yolu işçilerinin ulaşımı felç etmesi ve bu grevin verdiği güvenle sınıf mücadelesine güç katması -grev ardından İstanbul İtfaiye, Esenyurt ve TEKEL direnişlerinin başlaması- düşünüldüğünde sönük kelimesinin anlamı netleşebilir.

Eğer sınıf mücadelesini ileriye taşımak istiyorsak bu grevin eksikliğini tespit etmemiz ve en büyük tehlikenin sendikal bürokrasiden geldiğini emekçilere anlatmamız gerekir.

Öncelikle KESK, greve hazırlık sürecinde diğer kamu sendikalarının tabanlarına ulaşmaya çalışmadığı gibi kendi içinde de ciddi bir taban çalışması yapmadı. 2000’lerden bu yana üye sayısı hızla düşse de KESK’in Aralık 2011 üye sayısının 232 bin 83 olarak belirlendiğini göz önüne alırsak kamu işçilerinin greve katılımının düşük olduğunu görebiliriz. KESK, TBB, Sağlık-İş ve diğer sağlık örgütleri katıldığı halde sadece İstanbul’da greve çıkan emekçi sayısı 20 bini geçmedi. Şunu da belirtmemiz gerekir ki tüm Türkiye’de “sendikalı” memur sayısı 1 milyon 195 bin.

Eğer, toplu iş sözleşmesi ve grev gibi önemli taleplerle sokağa çıkıyorsanız, bir günlük uyarı yürüyüşlerinden ziyade, birkaç ay öncesinden ciddi hazırlıklar yapıp, tüm örgütlü iş kollarında bir grevler silsilesini başlatmanız gerekmektedir. Çünkü ancak bu şekilde üretimden gelen güç kullanılarak kamuda ki tüm işler durdurulabilir. Kendi sınıfına güvenmeyen hatta ondan korkan, bürokratik çıkarını sınıfın çıkarından üstün tutan bu bürokratlara karşı, kamu emekçileri olarak sendikalarımıza sahip çıkarak mücadele edebiliriz. Bugün KESK, görece daha mücadeleci bir sendikaysa, kuşkusuz bunda tabanının payı çok büyüktür. Burada Memur-Sen, Türk Kamu-Sen ve KESK emekçilerinin çıkarlarının aynı olduğunu unutmamak gerekiyor. Tüm kamu emekçilerinin ortak taleplerle hareket edip gerçek anlamda greve gittiği gün, hükümete geri adım attırılabilir. Tüm bunların yanında 21 Aralık’a dönecek olursak, bu eylemde KESK bürokrasisinin grevi ve görevi, atanamayan öğretmenlerin, sözleşmeli doktorların, grev hakkı arayan büro emekçilerinin kısacası kitlerin gazını almaktan öteye geçemedi.

Yorumlar kapalıdır.