Apartheid’in* iki yüzü: siyah ve beyaz

1994’te Apartheid’ın devrilmesiyle iktidara gelen ANC (Afrika Ulusal Kongresi) ve Apartheid rejimine karşı yürütülen mücadelede “demokrasi kahramanı” haline gelen Mandela’nın “gökkuşağı toplumunu yaratma” vaadi liberal çevrelerce Türkiye’ye de model olarak sunulmuş, 11 resmi dilin bulunduğu Güney Afrika Cumhuriyeti (GAC), kimi zaman oryantalist zihinlerle de harmanlanarak gıptayla izlenir olmuştu. Afrika’nın iç savaşlar, kıtlık ve salgınlarla belirlenen sosyal ve politik atmosferinde GAC’ın görece istikrarlı görünümünün ardında yatan çelişkiler, son olarak Marikana’da gerçekleşen ve en az 45 işçinin ölümüyle sonuçlanan katliamla dünyanın gündemine oturdu.

Olayın ardından, dünya basınında hayal kırıklığıyla harmanlanmış, “demokrasiyi rayına oturtma” temalı makaleler yayınlanırken manzara, GAC’da Apartheid rejiminin hala canlı olduğuna işaret ediyor. Çeşitli istatistiksel verilerle doğrulanması mümkün olan bu durum en somut biçimde, katliamı gerçekleştiren kolluk kuvvetlerine ateş emrini veren beyaz adamın havaya kalkan yumruğunda billurlaşıyor.

Öte yandan, çalışabilir nüfusun neredeyse yarısını pençesine alan işsizlik, 15 milyon Güney Afrikalının açlık sınırında yaşadığı gerçeğiyle birleştiğinde “siyah” demokrasinin beyaz Apartheid’ın makyajlı bir kopyası olmaktan ileri gidemediğini göstermekte.

İlk olarak, ANC hükümetine yakınlığıyla bilinen bir sendika olan NUM’a (Ulusal Maden İşçileri Sendikası) bağlı işçilerle AMCU’ya (Maden ve Yapı İşçileri Birliği) bağlı işçiler arasında çıkan olaylar ve 4 işçinin ölümüyle gündeme gelen Marikana platin madeni, grevci işçilerin üzerine açılan ateşle bir kez daha gündeme geldi. Sendikal bürokrasi, grevi sonlandırmak için yoğun çaba harcarken, grevlerin altın madenlerine sıçraması ve bu bölgelerdeki çatışmalarda da 4 işçinin polis kurşunuyla yaralanması madenlerde işçi komitelerinin kurulması fikrinin gündeme gelmesine sebep oldu. Devlet Başkanı Zuma ve Mandela ailelerinin maden endüstrisinde sahip olduğu hisseler göz önünde bulundurulduğunda, hükümetin hem kolluk kuvvetleri hem de sendikal bürokrasi aracılığıyla yoğunlaştırdığı saldırılar, “gökkuşağı toplumunun” sınıfsal çelişkilerden azade olmadığını gözler önüne seriyor.

Gelir dağılımı eşitsizliğinde Brezilya’yı koltuğundan eden GAC’ın Apartheid artığı savcıları son olarak, katledilen işçilerin sorumluluğunu da işçilerin üzerine yıkmaya çalıştı ve 270 işçiyi tutukladı. Buna karşın, ülkenin çeşitli kentlerinde gerçekleşen eylemler ve grevci işçilerin sendikal bürokrasiye rağmen gösterdiği direniş sayesinde geri adım atmak zorunda kalan ve elli işçiyi serbest bırakan ve geri kalan işçilerle ilgili suçlamaları da “rafa kaldırmak” durumunda kalan Zuma hükümetini, zor günlerin beklediğini söylemek yerinde olur.

* Afrikaans dilinde “ayrılık” anlamana gelen bu sözcük, GAC’da 1948-1994 yılları arasında iktidarı elinde bulunduran Ulusal Parti’nin ırkçı yönetimine verilen isimdir.

Yorumlar kapalıdır.