Haklarımıza “ileri demokrasi” darbesi!
Geçtiğimiz ay, Türkiye İstatistik Kurumu (TUİK) “11 yılın en düşük işsizliği”ni yaşadığımızı müjdeledi. Mayıs 2012 dönemi işsizlik rakamlarını açıklayan TUİK, Türkiye genelinde işsiz sayısının geçen yılın aynı dönemine göre 278 bin kişi azalıp istihdamın arttığını duyurdu.
Artık işsizlik rakamları açıklanırken ‘mevsimsel etkilerden arındırılmış’cümlesini duymaya çok alıştık. Bunun nedeni de, yaz ayında tarım, turizm ve inşaat sezonunun açılması. Artan istihdam mevsimlik, geçici ve çoğunlukla kayıtdışı sektörlerde olduğundan, istihdamın genellikle ucuz ve geçici işgücü üzerinden bir artış yakaladığını söylemeye gerek yok. Bu sebeple, boğaz tokluğuna çalışılacak bir iş değil; güvenceli iş, insanca yaşayacak bir ücret için mücadele rakamların yarattığı yanılsamayı bertaraf edecektir.
“Kıdem tazminatı rafa kalktı!”
Güvenceli bir işin en önemli dayanaklarından biri olan kıdem tazminatı hakkımız tam da bu noktaya oturuyor. Geçtiğimiz günlerde bir Türk-İş temsilcisi, Başbakan’ın kıdem tazminatının gündemlerinden kalktığını söylediğini duyurdu. Ancak daha sonra Başbakan “verilmiş böyle bir kararımız yok”dedi.
Elbette verilmiş böyle bir karar yok, hatta işverenlerle çoktan uzlaşılmış bir mutabakat söz konusu. Bölgesel asgari ücret ve kıdem tazminatının fona devri Ulusal İstihdam Strateji Belgesini referans alan 61. Hükümet programında yer alıyor. Çünkü işveren örgütleri asgari ücretin yüksekliği ve kıdem tazminatını en önemli maliyet sorunu olarak gösteriyor. Kıdem tazminatının fona devri; işsizlik fonunun bu fon için kaynak haline getirilmesi ve kıdem tazminatından faydalanma koşullarının sınırlandırılması bu stratejinin bir parçasıdır. Bu yüzden kıdem tazminatının fona devri konusu geriye çekilmemiş; sadece uygulamaya konmak için uygun bir zaman beklenmektedir. Yani gösterilen, hiç de olup bitenin birer açıklaması değildir!
Yetki bekleme, yetki sende!
İşçi sınıfının çalışma haklarına dönük topyekün saldırı planlayıp, örgütlenme hakkını es geçmek olmaz! Hükümetin istihdam stratejisinin bir başka yönü de sendikaları ve sendikalaşma hakkını ortadan kaldırmaya yönelik. Mecliste bekleyen Toplu İş İlişkileri Yasası da sendikal örgütlülüğü neredeyse imkansızlaştıran bir başka uygulama. Bu yasada tam bir uzlaşıya varamayan hükümet sendikalı işçi istatistiklerini de açıklamıyor. Bu yüzden de 7 aydır hiçbir sendika yetki alamıyor ve toplu sözleşme yapamıyor. İstatistiklerin açıklanması halinde DİSK ve Hak-İş’in tüm sendikaları toplu sözleşme hakkını kaybedecek. Toplu sözleşme hakkını kaybeden 550 bin işçinin zamsız çalışması gündemde. Çözüm önerisi DİSK’e bağlı Birleşik Metal-İş’ten geldi. Eylül ayında metal sektöründe toplu sözleşme süreci başlayacak olmasına ilişkin Birleşik Metal-İş Başkanı Adnan Serdaroğlu “Hiçbir ülkede sendikalar toplu sözleşme yapmak için bakanlıktan yetki beklemiyor. Biz de işverene işte toplu sözleşme taleplerimiz, işte üyelerimiz diyeceğiz. Eğer işveren yanaşmazsa üretimden gelen gücümüz var. Tüm sendikalara da çağrımdır. Yetkiyi beklemeyelim sözleşmeleri başlatalım. Böylelikle yasayı değiştirtebiliriz.” dedi. Benzer bir ses, Hak-İş’ten de geldi. Sendikal örgütlülüğü parçalayan ve toplu sözleşme hakkına el koyan bu yasaya karşı en önemli görev, tabandaki sendikalı işçilere düşüyor.
“İleri demokrasi”nin bitmeyen savaşı
Hükümet ekonomik ve sosyal hakları tırpanlanırken, Kürt illerinde yaşanan çatışmaları da körüklüyor. Gaziantep’te yaşanan patlama ve ardından gelen operasyonlarda ölen asker ve gerillalar barışın aciliyetini ve zorunluluğunu anlatırken; bu olaylar kimi siyasetçilere milliyetçilik naraları atma fırsatını sağladı. İdris Naim Şahin Gaziantep patlaması sonrası BDP İlçe binalarının kundaklanması olaylarına “halkımızın bir tepkisi ortaya çıktı. Bunlar, doğru bulduğumuz tepkilerdir, duyarlılığın ifadesidir”tepkisini verdi ve Kürtlere yönelik saldırılar neredeyse bir ritüel haline geldi.
Devletin “terör”ü gerekçe göstererek şiddet uygulama meşruiyeti gittikçe güçlenirken, siyaset yapma hakkı yalnızca muktedirlerin elinde bir araç. BDP’li vekillerin dokunulmazlık haklarının mecliste tartışmaya açılması Kürt sorununda muhatapsızlaştırma siyasetinin devamı niteliğinde. Bu yüzden, bu mesele yalnızca Kürtleri değil, baskı siyasetinin mağduru ve muhattabı olan tüm kesimleri ilgilendiriyor. Çünkü uygulanmakta olan güvenlik siyasetinin bir sonucu olarak muhalefet eden herkes hedef tahtasının merkezine yerleşiyor. Örneğin, adı değiştirilerek “Bölge Ağır Ceza Mahkemeleri” olan özel yetkili mahkemelerde son 9 yılda tam 229 bin 231 kişi yargılanırken, 3 bin 936’sı çocuk olmak üzere 153 bin 936 kişi hakkında mahkumiyet kararı verildi. Bu rakamlar, devletin siyaset yapmak isteyenleri tecrit etme politikasını göstermesi açısından manidar.
Uzunca bir zamandır Türk-Kürt çatışmasının güçlendirildiği, Alevilerin giderek hedef haline geldiği bir dönemden geçiyoruz. Açığa çıkan milliyetçi saldırgan ruh hali, yoksulluk ve örgütsüzlüğün çoğaldığı bir toplumsal arka plandan besleniyor. Sosyal hakların yok edildiği, siyasal demokrasinin giderek tırpanlandığı bir ortamda, umutsuzluk hali ‘bizden olmayan’a karşı bir silaha dönüşüyor. Bu yüzden, “işte ileri demokrasi” naraları atanların ikiyüzlülüğüne karşı, kenetlenerek mücadeleyi örmek gerekiyor. Emekçiler olarak, bu şoven histerinin bir parçası olmayı reddetmeli; savaşın durmasını ve Kürt halkına kendi kaderini tayin hakkı çerçevesinde gasp edilen tüm haklarının iadesini talep ederek mücadeleyi güçlendirmeliyiz.
Yorumlar kapalıdır.