Güvencesizliğin adı: 50-D

2547 Sayılı Yükseköğretim Kanunu’nda üniversitelere asistan alımını düzenleyen iki madde var. 33. Maddenin “a” bendi; 33/a ve 50. Maddenin “d” bendi; 50/d. Bu iki madde sırasıyla şöyle demektedir.

33/a: Araştırma görevlileri, yükseköğretim kurumlarında yapılan araştırma, inceleme ve deneylerde yardımcı olan ve yetkili organlarca verilen ilgili diğer görevleri yapan öğretim yardımcılarıdır.

Bunlar ilgili anabilim veya anasanat dalı başkanlarının önerisi, Bölüm Başkanı, Dekan, enstitü, yüksekokul veya konservatuar müdürünün olumlu görüşü üzerine rektörün onayı ile araştırma görevlisi kadrolarına en çok üç yıl süre ile atanırlar; atanma süresi sonunda görevleri kendiliğinden sona erer. Bunlar aynı usulle yeniden atanabilirler.

50/d : Lisans üstü öğretim yapan öğrenciler, kendilerine tahsis edilebilecek burslardan yararlanabilecekleri gibi, her defasında bir yıl için olmak üzere öğretim yardımcılığı kadrolarından birine de atanabilirler. (http://www.yok.gov.tr)

Görüldüğü gibi 33/a’da araştırma görevlileri 3 yıllığına kadrolara atanırken 50/d’de araştırma görevlileri öğrenci statüsüne alınarak üniversite ile ilişkileri kesilebiliyor.

Fakat YÖK Yürütme Kurulu’nun 26 Kasım 2008’de aldığı kararla, araştırma görevlilerinin 33/a maddeye geçişlerin önünü keserek, kadro ilanı şartı getirmişti. Bu durum üzerine Eğitim-Sen, YÖK’ün bu kararının iptali için Danıştay’a dava açmış ve karar iptal edilmişti. Danıştay’ın bu hükmünden üç yıl sonra 25 Şubat 2011 tarihinde yürürlüğe giren, bizim torba yasa diye bildiğimiz kanunla birlikte, Yükseköğretim kanununda da değişiklikler yapıldı. Burada torba yasaya bir parantez açmak gerekiyor. Bu yasanın eğitim sisteminde öğrenci ve çalışanlara yönelik büyük bir saldırı paketi olduğunu defalarca söyledik. Hatırlanacağı üzere, yine bu yasada doktora ve yüksek lisans öğrencilerinin okulla ilişkilerinin kesileceği azami süre belirlenmişti -doktora için 6 yıl, yüksek lisans için 3 yıl.

Danıştay kararı ortada olsa da, YÖK tarafından verilen kararın İstanbul Teknik Üniversitesi Rektörlüğü tarafından uygulanmasıyla Haziran ayından bugüne kadar, 8 araştırma görevlisinin üniversite ile ilişkisine torba yasaya dayanarak son verildi. Bunun devamının geleceği ise alanen ortada. Oysa 50/d ya da 33/a statüsündeki çalışanların sorumluluklarının ve görevlerinin aynı oldukları bilinmesine rağmen YÖK’ün bu ayrımı germesi, güvencesizliğin yaygınlaştırılmak istenmesinden başka bir şey olamaz. Üniversite ile ilişkisi kesilen asistanlar, üniversitede çalışmaya devam etseler bile ancak güvencesiz ve esnek şartlar altında çalışma hayatlarına devam etmek zorunda kalmaktadırlar.

İstanbul Üniversitesi (İÜ) ve İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ)’ndeki asistan kıyımı başarıya ulaştığı takdirde, bunun tüm asistanlar için güvencesiz çalışma anlamına geleceği şüphesizdir. Bu sebeple İTÜ ve İÜ asistan direnişlerinin diğer üniversitelere yayılarak kitleselleşmesi çok önemlidir. Elbette bu sorunu sadece YÖK ve araştırma görevlileri arasında vuku bulmuş bir sorun olarak düşünemeyiz. Bu çalışanlara yönelik topyekün saldırı dalgasının bir parçasıdır. Tıpkı 4-C’de ya da çıkarılmak istenen yeni iş ilişkileri yasasında ya da yeni YÖK taslağında olduğu gibi…

Sermayenin işçi sınfını güvencesizleştirmek için attığı adımlara karşı cevabımız tüm Türkiye’de genel grev olmalıdır. 50-d yasası kaldırılsın. Asistan kıyımına son!

Yorumlar kapalıdır.