Koç Üniversitesi’nde emekçiler direnerek kazandı!
Koç Üniversitesi’nde 2 Nisan tarihinde başlayan direniş 7 günün ardından kazanım ile sona erdi. İşlerinden atılan işçiler, yıllardır emek verdikleri işlerine daha güvenceli şartlarla dönüp, pazartesi günü işbaşı yapacaklar. Koç Üniversitesi’nde süregelen mücadele, emeğin güvencesizleştirilmesi yoluyla daha yoğun sömürülmesine dayanan taşeron çalışma düzenininde gedikler açmayı başarabilmiş ve “imtiyazlı” olarak anılan bir vakıf üniversitesinde beklenmeyen bir seferberlik ve kararlılık örneği oluşmuştur.
Bu kararlılık doğrultusunda ise işçiler, öğretim görevlileri ve öğrenciler, yani bütün üniversite bileşenleri ortak bir mücadele örmüşlerdir. Zira bu seferberlik, güvencesizlik ve taşeron çalışma sisteminin yalnızca işçilerin sorunu değil, geleceğin işsizler ordusunun ve güvencesizlerin de sorunu olduğunu bize yeniden hatırlatmış olmalı. Neoliberal düzen içerisinde öğrencilik ve çalışma hayatı arasındaki keskin sınır giderek yok olmakta ve bu saflar giderek birbirlerine yakınlaşarak emek eksenli taleplerde buluşmakta. Koç örneğinde olduğu gibi öğretim görevlileri de görece ayrıcalıklı konumlarını kaybetmiş durumda ve sözleşmeli çalışarak aynı güvencesiz çalışmanın farklı bir biçimine maruz kalmaktalar. Asistanlar ise “bursiyer öğrenci” statüsünde gösterilerek ve kendilerine yaptıklarının bir “iş” olmadığı söylenerek, sigortasız ve güvencesiz çalışmaya mecbur bırakılıyorlar. Kısacası bu neoliberal tablo öğrencilere yalnızca müşteri olmayı, öğretim görevlilerine ise sözleşmeli köle olmayı reva görmektedir. Bütün bu üniversite bileşenlerinin proleterleşme süreci, üniversitenin yalıtık niteliğini yok etmiş ve bütün bileşenleri ortak taleplerle bir araya getirmiştir.
Süreç boyunca Koç Üniversitesi Rektörü Ümran İnan temizlik ve servis hizmetlerinin “üniversitenin ana fonksiyonunu” oluşturmadığını ve bu nedenle de bu sektördeki işçilerin kadrolu çalışanlar olamayacaklarını öne sürmüştü. Koç Üniversitesi’nde yaşanan pratik ise bize bunun tam aksini, 7 günlük yaşanan filli grev ile üniversite içerisindeki hayatın aksayabileceğini, sınavların dahi gerçekleşemeyeceğini göstermiştir. Bu deneyim bize, üniversitedeki temizlik ve servis işçilerinin üniversitenin asli unsurları olduklarını ve üniversiteyi yaşanır hale getiren damarlar olduklarını söylüyor.
Bugün Koç Üniversitesi’nde gerçekleşen direniş, taşerona karşı mücadelede çok önemli kazanımları ile bir emsal olmuştur. Taşeron işçilerinin kendilerine dayatılan bu esnek çalışma biçimine karşı sessiz kalmamaları, ve her ne kadar örgütsüz ve deneyimsiz olsalar dahi bu sisteme karşı çıkmaları Koç Üniversitesi’nde 7 gün sonucunda imkansız denilen, işçilerin işe geri alınmaları kazanımı ile sonuçlanmıştır. Bu kazanım ise taşerona karşı parça parça yürütülen bu mücadelelerin ortak bir hatta birleştirilmesi ve tek bir hareket haline gelmesi için önemli bir umut vaad etmektedir.
Peki Koç Üniverstesi’nde neler oldu?
Süreci olabildiğince özetlemeye çalışalım. Koç Üniversitesi’nde ISS adlı taşeron firmasında çalışan 161 işçinin sözleşmesi yasal olarak 13 Mayıs tarihinde bitecekken, 2 Nisan tarihinde Koç Üniversitesi sözleşmenin bitiş tarihini erkene çekerek, 161 işçiyi işten çıkarttı. Bu süreç öncesinde işçiler, öğrenciler ve akademisyenler arasında bir dayanışma başlamış, öğrenciler yürüttükleri destek kampanyası ile işten çıkarmaları olabildiğince duyurmaya çalışmış, akademisyenler ise sürece karşı tutum alan bir imza kampanyası başlatmıştı. 28 Mart Perşembe günü 400 kişinin katılımıyla işçilerin sorunlarını aktarabileceği bir toplantı gerçekleştirilmiş ve bu toplantıda, sürecin takibini sağlayacak, bileşenleri işçiler, öğrenciler ve akademisyenler olan bir koordinasyon komitesi seçilmiş, bu komite ise sürecin takipçiliğini üstlenmişti. Hemen ardından 1 Nisan’da 300 kişinin katılımıyla kampüsün içinde, taşerona karşı işçilerin Koç Üniversitesi’nin kadrosuna alınması talebiyle kitlesel bir eylem gerçekleştirilmişti. Tam da bu eylemin ardından, ne tesadüftür ki, iş sözleşmesinin tek taraflı feshedildiği rektörce bütün okula mail yoluyla duyurulmuştu: “ISS firması ile karşılıklı olarak anlaşarak firma değişiminin 90 günlük süreyi beklemeden, 13 Mayıs yerine hemen yapılmasının daha uygun olduğunu tespit etmiş bulunuyoruz.”
Elbette bu bir tesadüf değil, gerçekleşen eylemin ve üniversite bileşenleri arasında oluşmaya başlayan birlikteliğin ardından üniversite yönetimi, bu süreci derhal durdurmak istemişti. Ama o günden itibaren işçiler, öğrenciler ve akademisyenler Koç Üniversitesi ana kapısında çadır kurdular ve direnişe geçtiler. Direniş süresince Koç Üniversitesi yönetimi ve rektörü üniversite kapısındaki direnişi kendilerine muhatap almama konusunda ısrarcıydılar, hatta bu doğrultuda rektör Ankara’da olduğu söylentisini yayıp, bir açıklama yapmayı reddetmişti. Fakat hemen bir gün sonra bütün fakülteleri ayrı ayrı görüşmeye çağırarak, kendileri ile süreci konuşmak için bir toplantı talep etti, böylece yalanı da ayyuka çıkmış oldu. Bu durum karşısında, bütün öğretim görevlileri seferber olup tek bir toplantıda rektör ile görüşmeyi talep etmişlerdi, rektör ise karşılaştığı bu örgütlü tavır karşısında geri adım atarak bütün akademisyenlerle ortak bir toplantı almak zorunda kaldı. Bunun hemen akabinde okul kapısına inerek direnişçi işçilere bir açıklama yapmak zorunda kaldı ve bu açıklamasında kadrolaşmanın mümkün olmayacağını, taşeron sisteminin bir sosyal düzen sorunu olduğunu ve kendinin de bu düzeni değiştiremeyeceğini söyledi. Kısacası, bu söylemiyle neoliberal kapitalist düzen ile eşgüdümlü hareket ettiğini ve sermayenin sözünün dışına çıkamayacağını ifade etmiş oldu.
Fakat aynı Koç Üniversitesi yönetimi 6 Nisan tarihinde direnişçi işçiler ile müzakere masasına oturdu. İşçilerin sunduğu taleplerin büyük çoğunluğunun kabul edildiğini bildirerek bu doğrultuda müzakere heyetine bir taahhütname gönderdi ve bu maddelerin en geç 8 Nisan 11.00’e kadar imzalanacağını belirtti. Ancak taahhütname için imzalar alınamadığı gibi, Koç yönetimi işçileri soğuk hava ve yağmur ile yıldırmayı ve sınamayı tercih etmişti. Maddeler prensipte anlaşılmış ve kamuoyuna duyurulmuş olmasına rağmen, Koç yönetimi iş güvencesi talebini geri çekmiş ve yeni bir taahhütname önermişti. Koç yönetimi ve ISS patronları el ele vererek çok stratejik bir hamle gerçekleştirmişlerdi, direnişçi işçiler oyalanarak direniş sönümlendirilmeye çalışılmıştı. Koç yönetimi ve ISS işçileri oyalarken, Rektör Ümran İnan da diğer elden bütün okula mail atarak: “Bütün verdiğimiz sözleri yerine getirmiş bulunuyoruz” ve “şu anda eylem yapanların üniversite yönetimi tarafından kandırıldıklarına dair propaganda yapılmaktadır…hepinizi sağ duyu ile davranmaya ve kurumumuzun itibarının daha fazla zedelenmemesi için yardımcı olmaya davet ediyorum.” diyerek kendi zengin demokrasisinin bir sonuna vardığını açıkça duyuruyor, kendi deyimiyle “demokratik hak ve hürriyetlere saygısının” sınırlarını çiziyordu. Havuç gösterip sopa ile vurma taktiğini gösteren Koç rektörü kendi demokratik maskesini koruyarak, herhangi bir kapitalist sermayedarın uygulayacağı taktiği uygulamış, müzakere sürecinden kârlı çıkmaya çalışmıştı. Fakat mücadelenin ancak büyümekten ve birleşmekten geldiğini bilen işçiler, Koç yönetiminin hamlesine karşı içeride olmayı ve içeride örgütlülüklerini daha güçlü bir biçimde devam ettirmeyi yeğlediler. İşçiler 9 Nisan günü beraber tazminatlarını almaya gittiler ve 15 Nisan pazartesi günü de daha örgütlü ve güçlü bir biçimde eski işlerine geri dönecekler ve güvenceli iş talepleri için mücadelelerine içeride devam edecekler. Dolayısıyla artık Koç sermayedarlarının önünde daha bilinçli ve örgütlü işçiler dikilecek, kendilerine karşı yürütülen bu topyekün saldırı programına beraberce mücadele verecekler.
Mücadele bitmedi daha yeni başlıyor!
Direnişin bitmesi mücadelenin bittiği anlamına gelmiyor, aksine yeni başlıyor. Koç yönetimini süreç boyunca avantajlı konuma geçiren önemli etmenlerden bir tanesi, direnişin yalıtık bir biçimde Koç Üniversitesi kapısında gerçekleşmesi, direnişin kampüs içine temas edememesi ve bu direnişi görece kontrol edebilmesiydi. Fakat şimdi işçiler içeride eski çalışma koşullarına göre daha ayrıcalıklı bir konumda içeride mücadelelerine devam edecekler. İşçiler “herkese eşitlik, herkese kadro” taleplerine bir adım daha yaklaşmış durumdalar. Kurulan Taşeron Denetleme Komisyonu, taşeron şeflerinden değil, işçiler, öğrenciler ve öğretim görevlilerinden oluşacak ve işçilerin sorunlarını gündemine alan, taşeron sistemini denetleyen bir üst kurum olarak işlev görecek. İşçiler haftada 1 saat toplu toplantı alma haklarına sahip olmuş durumdalar ve bu toplantıyı kampüs sınırları içerisinde gerçekleştirecekler. Daha öncesinde mesai saatleri dışında okula dahi giremeyen işçiler, okula serbestçe girip çıkabilecek ve okulda düzenlenen faaliyetlerden faydalanabilecekler.
Saydığımız bütün bu kazanımlar içeride daha güçlü bir mücadele sürecinin örülmesinin önünü açıyor ve bu mücadele Bilgi ve İTÜ’deki gibi daha uzun erimli bir mücadele olma niteliğini taşımakta.
Aşağıda 8 Nisan tarihinde direnişçi işçilerin gerçekleştirdiği basın açıklamasının metnini paylaşıyoruz:
İşçi Arkadaşlar, Öğrenci ve Akademisyen Dostlarımız,
Değerleri Basın Mensupları,
Bizler haksız ve hukuksuz bir şekilde işten çıkarılan Koç Üniversitesi çalışanlarıyız. 2 Nisan itibariyle servisleri durdurup yürüyüşe geçerek bir direniş başlatmıştık. Altıncı gün dolarken okul önündeki direnişimizi
çok önemli kazanımlarla noktaladık. Yirmi iki talebimizden on sekizini söke söke aldık.
Direnişimiz sonucunda,
Bir hafta boyunca okul idaresinin imkânsız dediği şey gerçekleşti, tüm çalışanlar işlerine geri dönüş hakkına kavuştu. Sadece direnen değil işten çıkarılan 161 çalışanın da işe geri dönüşü kabul edildi. Kısacası tek bir işçi kardeşimizi bile dışarıda bırakmadık. Dahası, son bir yıl içinde işten çıkarılan on kardeşimize de işe alımda öncelik tanıyacaklar. Böylelikle son bir yıl içinde işten atılan arkadaşlarımızdan özür diledik. Onlar işten çıkarılırken onların yanında olmamız gerekirdi. Şimdiki direnişi o zaman başlatmak gerekirdi.
Direnişimiz gelecekte taşeron devri sırasında işsiz kalma tehdidini ortadan kaldırdı. İleride sözleşme imzalayacak taşeron şirketlerin eski işçileri çalıştırması garanti altına alındı.
Direnişimiz sonunda, okul idaresi ve işverenden bağımsız bir Taşeron İzleme Kurulu oluşturulması kararı alındı. Böylelikle işçiler olarak şikâyet ve taleplerimizi iletebileceğimiz bir kanala kavuştuk. Sorunlarımızı tartışabileceğimiz bu zemin taşeron sistemine karşı mücadelede önemli bir adımdır.
Direnişimiz Rektör Umran İnan’a, işten çıkarılmamıza varan sürecin tek sorumlusu olduğunu kabul ettirdi. Benzer şekilde okul idaresi, demokratik eylemlerinin bir suç olmadığını kabullenmek zorunda kaldı. 1 Nisan günü okul içindeki barışçıl gösterimiz nedeniyle bizleri işten atanlar, altı gün sonra direnişimizi demokrasi adına selamlamıştır.
Ancak idarenin bu konudaki tutumu çelişkilidir. İdare bir yandan direnişimizi demokrasinin bir parçası olarak kabul ettiğini söyledi. Diğer yandan da önümüzdeki hafta okul içinde yapacağımız etkinliği duyurmayı reddetti. Bu çelişkili tutum idarenin samimiyet iddialarına gölge düşürüyor.
Direnişimiz sorgulanamaz denileni sorgulatmıştır. Düne kadar herkes işçilerin idari personelden,hocalar ve öğrencilerden aşağı olduğunu sorgusuz sualsiz kabul ediyordu. “Biz bir aileyiz” kalıbı bu eşitsizlikleri gizleyen bir perdeydi. Herkese eşitlik isteyen direnişimiz ise bu perdeyi yırtıp attı.
Bu yönde kimi kazanımlar elde ettik. Bundan böyle işçilere hakaret etmek eskisi kadar kolay olmayacak. Hakaret edenler disipline gitme ihtimalini hep aklında tutacak. Bundan böyle kar tatillerinde idare bizleri kaloriferin yanmadığı boş binalarda durmaya zorlayamayacak.
Ancak eşitlik yolunda atılması gereken daha çok adım var. İdare kütüphaneyi, spor salonunu kullanma talebimizi reddetti. Okuldaki dersleri dinleme talebimiz de reddedildi. Görünüyor ki idare bizi hala ikinci sınıf insan olarak görüyor. Bu haksızlıklara karşı mücadeleye devam edeceğiz.
Ücretleri unuttuğumuz da sanılmasın. Bizlerin onlarca yıllık emeğini asgari ücrete mahkum edenler utanmalıdırlar. Ama aynı zamanda okul içinde ücretlerimizi arttırmak için mücadele edeceğimizi bilsinler.
Kısacası, yağmura çamura rağmen büyüyen direnişimiz sonucunda okul idaresinin imkânsız dediği taleplerin neredeyse hepsi kabul edilmiştir. Bu durumu özellikle bize “Hayal Kuruyorsunuz/Başkalarının oyununa geliyorsunuz” diyenlere hatırlatırız.
Sevgili Dostlar,
Direnişimiz bizim açımızdan büyük bir uyanış oldu.
Bugüne kadar bizleri haksızlığa karşı başkaldırmaktan alıkoyan tüm korkularımızın temelsiz olduğunu gördük ve uyandık.
Bireysel kaygılarımıza göre değil, ortak çıkarlarımıza uygun şekilde hareket ettiğimizde kazandığımızı gördük ve uyandık.
Rekabetin zararını, dayanışmanın önemini gördük ve uyandık.
Kendi gücümüzü gördük ve uyandık.
Bundan sonra kimse bizi uyutamaz.
Direnişimiz sadece bir uyanış değil aynı zamanda bir örnek oldu.
Bir direnişin öğrenci, akademisyen ve işçilerden oluşan bir komiteyle nasıl sürdürüleceğini gösterdik. Örnek olduk.
Direnişi kırmaya gelenlerin nasıl ikna edileceğini gösterdik. Örnek olduk.
Bizim bir sendikamız yoktu ama çoğu sendikadan daha kararlı ve mücadeleciydik. Kazandığımız haklar da bu yüzden daha fazla oldu. Mücadelemiz tüm sendikalara ve sendikasız işçilere örnek olacak.
Direnişimiz sonucunda “herkese eşitlik herkese kadro” talebi kabul edilmedi. Ama bu talebe ulaşma yolunda önemli adımlar attık. Mücadelemiz imkânsız denilen hakların mücadele ile nasıl kazanılacağını gösterdiği için bir örnek olarak kabul edilmelidir.
İşte bunun için dostlar,
Biz Koç Üniversitesi emekçileri 2 Nisan’ı hiç unutmayacağız.
İş güvencesi ve emeğe saygı hedefiyle yürüttüğümüz mücadelede 2 Nisan’ı bir kalkış noktası olarak hatırlayacağız.
Bundan böyle 2 Nisan bizim için bir uyanış ve direniş günüdür.
Sadece kendi gücümüzü hatırlamak için değil aynı zamanda bugünkü ve yarınki işçi direnişlerine umut taşımak için…
Direndik Kazandık!
Yaşasın Sınıf Dayanışması!
Yaşasın öğrenci, hoca ve işçi dayanışması!
Kurtuluş Yok Tek Başına, Ya Hep Beraber Ya Hiç Birimiz!
Yorumlar kapalıdır.