Newroz geldi, barış yine gelmedi!

Eylül 2010 anayasa referandumunun en iddialı savunularından biri darbecilerin yargılanmasıydı. Bugün “eski” darbecilerin yargılanması bir yana yeni “askeri” darbe ihtimalleri dahi dillendirilmekte. AKP hükümetinin “orduya kumpas kuruldu” açıklaması ve ardından gelen tahliyeler bir bakıma “askeri vesayete son verildi” ilanının da geri sarımı oldu. Bu aynı zamanda kendisini her şeyden daha fazla “darbecilerle hesaplaşarak halkın iktidarını egemen kılma” noktasında konumlayan AKP’nin politik-programatik çöküşü anlamına gelmekte. “Dik durma” efsanesi sona erdi. “Uzun adam”ın yolsuzluk, rüşvet ve talan ile imtihanı ise ideolojik çöküşe işaret etmekte ve olası politik sonuçları oldukça dramatik görünmekte.

AKP hükümetinin 27 Nisan e-muhtırası dâhil son 10 yıla damga vuran “darbe” girişimi tartışma ve davaları üzerine kurduğu toplumsal meşruiyetini kendi elleriyle yıkması bir beklentiye dayanmakta: Ordu ile -zımnen de olsa- ittifak arayışı! Ergenekon, Balyoz vb. “darbe” ana temalı birçok davanın hükümlü ve tutuklularının tahliye olmasına imkân veren yasal düzenlemeleri AKP hükümeti bu nedenle yaptı. Kâğıt üzerinde demokratikleşmenin sınırı bu kadar!

Oysa referandumda evet oyu verenlerin en önemli motivasyonlarından biri Kenan Evren’in de yargılanmasına imkân verecek meşhur 15. maddenin kaldırılmasıydı. Yüzde 58 evet ile bu gerçekleşti. Ardından askeri darbelere yasal kılıf hazırladığı söylenen TSK İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesi de kaldırıldı. Dolayısıyla bu yasal düzenlemelerle bir yandan darbecilerden hesap sormanın önünün açıldığı, diğer yandan yeni darbe girişimlerinin önünün kesildiği söylendi. Bu şekilde “darbe ve vesayet” sorununun da bittiği varsayıldı. Bitmediği ortada! Darbecilerden hesap sorulmadığı gibi halkın iktidarının egemen kılınması da söz konusu değil.

Lakin bugün Kenan Evren’in yargılanması ya da yakın bir tehlike olarak askeri darbe ihtimalinin üzerine konuşmanın bir cazibesi yok. Gezi isyanında polis tarafından ağır yaralanan 15 yaşındaki Berkin Elvan 269 günlük hayata tutunma çabasını kaybetti. Başbakan Erdoğan akşamına Berkin’i terörist ilan etti. Toplumsal bellek, yüzleşme ve hesaplaşma adına Diyarbakır Cezaevi’nin müze yapılmasını öneren birçok insan var. Yaşanan acılar bir daha yaşanmasın, barışa bir kapı açılsın diye. Diyarbakır Zindanından bugüne barış, adalet, eşitlik ve demokratikleşme adına ne kadar yol alınabildiği ortada. JİTEM’cilere açılan kapılar Kürtlere açılmıyor. JİTEM’ciler tahliye edilirken KCK davasından tutuklu Kürtler alıkonuluyor. Hrant Dink’in, Zirve Katliamı’nın azmettiricileri, tetikçileri salıverilirken emekçi halkın evlatları daha 15’inde toprağa veriliyor.

Abdullah Öcalan geçen yıl Newroz’da okunan mektubunda; “zaman ihtilafın, çatışmanın, birbirini horlamanın değil, ittifakın, birlikteliğin, kucaklaşma ve helalleşmenin zamanıdır.” diyordu. Son bir yılda Gezi isyanından 17 Aralık operasyonuna yaşananlar düşünüldüğünde bu noktadan giderek uzaklaşıldığını görüyoruz.

Ve yeniden bir Newroz geldi ama barış yine gelmedi. Acı ve öfke ise her yanı sarmış durumda. Bu tarihsel süreçte ittifakın ve birlikteliğin kimlerle yapılacağı, kimlerle kucaklaşılacağı ve helalleşileceği ise her zamankinden daha hayati bir önem taşıyor. Her tutumun tarihsel sonuçları olacaktır…

Yorumlar kapalıdır.