Soma: Asla unutma! Böyle geldi, böyle gitmesin!

13 Mayıs günü Soma’da en az 301 madenci hayatını kaybetti. 432 çocuk yetim kaldı. Yüzlerce ailenin ocağına ateş düştü. Başbakan Erdoğan kan dondurucu bir edayla, “madenciliğin fıtratında var” diyerek katliamı olağan karşıladığını ilan etti. Ölen madencilerin yakınları devlet erkânından acılarına merhem olmasını beklerken tekme, tokat, tehdit ve hakaretle karşılaştı. Başbakan Erdoğan madenci yakınlarına yönelik insafsız söylem ve davranışların bizzat başını çekti. İşçileri müdafaa etmesi gereken sendika yöneticileri katliama kılıf arama yarışına girdi. Pekiyi, ne olacak? Ateş düştüğü yeri yakıp kül edecek ve öylece kalacak mı? Hayır, Soma’yı asla unutmamalıyız! Böyle gelmiş ama böyle gitmesin, gitmemeli!

Böyle gitmemesi için: Tüm sorumlular hesap vermelidir. Tekrarlanmaması için kalıcı önlemler alınmalı, denetimler titizlikle yapılmalıdır. İhmalin bedelini işçiler ödemektedir, bu nedenle önlem ve denetim süreçlerine işçiler bizzat katılmalıdır. Sendikalar patrondan ve hükümetten bağımsız şekilde işçi demokrasisi temelinde örgütlenmeli, işlemelidir. Ölen ve yaralanan madencilerin ailelerine her türlü maddi/moral destek verilmelidir. Ulusal çapta, tüm işyerlerinde işçi güvenliği ve sağlığı azami düzeyde sağlanmalıdır. İşçi güvenliği ve sağlığıyla ilgili baştan savmacı davranan işyerleri ve denetim yapan kişi ve kurumlar en ağır şekilde cezalandırılmalıdır. Taşeron çalışma yasaklanmalıdır..

Elbette hiçbir önlem ve denetim giden canları geri getiremeyecek. Bununla birlikte ölen maden işçilerinin yakınlarının hayatları boyunca unutamayacakları acılarına en azından yenilerinin eklenmesi bu şekilde engellenebilecektir. Çok açık ki ölen madencilerin en yakınlarının birçoğu da bu madenlerde çalışmakta ve gelecekte de çalışacaktır. Dolayısıyla sorun ve çözüm her şeyden çok madencilerin ve ailelerinin ve benzer koşullarda çalışan on binlerce işçinin geleceğiyle doğrudan ilgilidir. Nitekim 263 madencinin ölümüne neden olan 1992 yılındaki Kozlu maden faciasından sonra eğer kalıcı önlemler alınmış olsaydı, bugün Soma’da yitip giden canlar aramızda olacaktı.

Hiç kuşkusuz bu kalıcı önlemleri alması gereken siyasi iktidarlardır. Geçen 22 yılda önlem almayan tüm hükümetlerin bu kazada sorumluluğu vardır. Bu 22 yılın yarısından fazlasında iktidar olan Erdoğan hükümetinin sorumluluğu ise hepsinden de fazladır. Lakin sınırsız yetki isteyen, sıfır sorumluluk kabul eden bir hükümetle karşı karşıyayız. Bahaneleri bitmeyen Erdoğan hükümeti hep yaptığı gibi Soma katliamının ardından da sorumluluğu kendisi dışında kim varsa ona yıkmaya çalışmış, değersiz polemiklerle gündemi değiştirmeye soyunmuştur. Bunu beceremediği noktada da “fıtrat” diyerek faciayı Allah’a havale etmiştir. “Fıtrat” ancak cezai ehliyeti olmayan bir hükümetin açıklaması olabilir.

Evet, bir gecede milyon dolarları sıfırlayanların Yeni Türkiye’si Somalı madencilere mezar oldu. Hayatları kendilerinden çalındı. 700 bin liralık saat takıp yüz liralık işçi güvenliği harcamasından kaçanlar 432 çocuğu yetim bıraktı. Madencileri öldüren, çocuklarını yetim bırakan dünyanın en büyük 17. ekonomisi olmakla övünmek Erdoğan hükümeti zihniyetidir. AKP tipi büyüme ve kalkınma patronların kasalarını büyütmüş ama ne işsizliğe, istihdama ne de çalışma koşullarına ve ücretlere yansımıştır. AKP hükümetleri döneminde ekonomi 3 kat büyümüştür, doğrudur çünkü taşeron çalışan işçi sayısı 6 kat artmış, cumhuriyet tarihinde gerçekleşen özelleştirmelerin yüzde 90’ı bu dönemde yapılmıştır da ondan! Sonuç mu? 12 yılda en az 12 bin iş cinayeti ve Soma!

Başbakan Erdoğan’ın “madene girdim, orada 6 saatten fazla çalışılmaz” açıklaması ise keyfiliğin ve hoyratlığın geldiği feci noktanın bir ifadesidir. İşçilerin çalışma koşullarının “düzeltilmesi” bizzat Erdoğan’ın kişisel gözlem ve tecrübesine indirgenmiştir. Her bir iş cinayetinin önlenmesi için Erdoğan’ın kişisel tatbiki mi beklenecektir?

Evet, trajediyle komedinin Türk usulü akraba evliliğinin bir sonucu olan Erdoğan hükümetinin; keyfiliğini, ölçüsüzlüğünü, acımasızlığını, kibrini, açgözlülüğünü tasvir edebilecek kelimeler tükendi. Ne söylense artık yetersiz kalıyor. Çarpıtma, gizleme, iftira, tehdit, baskı, şiddet, yalan-dolan, hepsi bir arada! Soma: 301 ölüm, tokat, tekme, hakaret… Gezi: yine şiddet, yine baskı, yine zulüm… Türkiye’ye bir deli gömleği giydirilmek isteniyor. Ne yapmalıyız? Geçit vermemeliyiz, ısrarlı ve kararlı şekilde örgütlenmeli ve mücadele etmeliyiz. Böyle geldi ama böyle gitmeyecek!

Yorumlar kapalıdır.