Çöken Türk dış politikasının son örneği: Musul rehine olayı!

Türkiye’nin dış politikası tarihinin en kötü dönemlerinden birini yaşıyor; bölge politikası ise paramparça durumda. ABD askerleri tarafından Türk askerlerinin başına çuval geçirilmesi (Temmuz 2003) ve Türkiye’nin tüm diklenmelerine rağmen TSK’nın keşif uçağının Suriye tarafından düşürülmesiyle (Haziran 2012) birlikte Musul rehine olayı, çöken dış politikanın en uç örneklerinden birini oluşturmakta. Tam da bu nedenle, IŞİD tarafından rehin alınan 49 Musul konsolosluk çalışanının 101 günün ardından serbest bırakılmasının AKP hükümeti ve medyası tarafından destansı bir kahramanlık havasında sunulması beyhude bir çaba. Olayın vahameti bu şekilde örtülemez.

Evet, güneş balçıkla sıvanmaz! 49 rehinenin IŞİD tarafından bırakılması hiçbir şekilde siyasi bir başarı değil ve AKP’nin güçlü propaganda makineleri dahi tersini sağlayamaz. Ortada rehin durumuna düşülmesini gerektiren hiçbir koşul olmamasına rağmen; öngörüsüzlük, hesapsızlık, çokbilmişlik gibi nedenlerle 49 insan rehine olarak alıkonmuştu. Dolayısıyla rehinlerin bırakılması olayı olsa olsa hatanın telafisi anlamına gelebilir; AKP hükümetinin izlediği bölge politikalarının mezhepçi-gerici karakterinin yol açığı sonuçları ise ne gizleyebilir ne de benzeri olayların yaşanmasını engelleyebilir.

Musul rehine olayı Mısır’da, Libya’da, Irak’ta, Suriye’de yaşanan başarısızlıkların kaçınılmaz sonuçlarından biri. “Bölgesel bir güç olarak oyun kurucu ülke” olmaya soyunan Türkiye bu politikasını uygulamaya soyunduğu her noktada başarısızlığa uğradı. Bölgede neredeyse Kürtler dışında konuşabildiği hiç kimse kalmayan Türkiye, IŞİD’in Kobane saldırısıyla birlikte bu bağlantısını da kaybetme noktasına geldi. Bizatihi AKP medyasının kimi kalemleri dahi, özellikle Suriye politikalarıyla bu noktaya nasıl ve neden gelindiği yazmaya başladı. Kısacası Esad rejimini -Mısır’da olduğu gibi Suriye’de de Müslüman Kardeşler’in önünü açma hedefiyle- bir an önce devirme ve Rojava’da Kürtlerin önünü kesme adına IŞİD ve benzeri yapılara (Katar, S. Arabistan gibi gerici bölge rejimleriyle de işbirliği içinde) verilen destekler anılmaksızın Musul rehine krizi ne anlaşılabilir ne de açıklanabilir.

Bütün bunlara rağmen eğer Türkiye mezhepçi bir politika izlemediğini, politikasına insani ve vicdani ilkelerin yol gösterdiğini yine de iddia ediyorsa, bunun gereği Rojava’da IŞİD’e karşı Kürtlerin yanında yer almasıdır. Lakin bundan kasıt ağabeylik/hamilik yapmak değildir. “Bölgesel bir güç olarak oyun kurucu ülke” stratejisi bu anlama gelmekteydi. Diğer bir ifadeyle Türkiye yeri geldiğinde kulak çeken, yeri geldiğinde ayar veren, yer geldiğinde sırt sıvazlayan, bir nevi bölgenin küçük ABD’si bir ülke olmaya soyunmuştu! Tabii ki böyle bir ülkenin ne kendine ne de bölgeye hayrı olamaz.

Son olarak; uzun yıllara dayanan acı deneyimler bölgenin mezhepçi-gerici rejimleri yıkılmadan ve yerlerine laik ve demokratik işçi-emekçi hükümetleri kurulmadan, bölge işçi ve emekçilerinin ve ezilen halklarının barışa ve özgürlüğe ulaşamayacağını birçok kez gösterdi ve kanıtladı. Kısacası dostunu söyle, geleceğini öğren!

Yorumlar kapalıdır.