Savaşa devam: El Bab yollarında…

RTE, hedefin El Bab olduğunu söylüyor: “Bab’a neden iniyorsunuz, deniyor. Biz Bab’a ineceğiz. Buraları bize tehdit unsurları olmaktan çıkarmamız gerekiyor…” RTE burada durmuyor ve bazı bakanlarının önceki açıklamaları hilafına “Esad’ın geçiş sürecinde yeri olamaz. Dünya Esad’ın dahil olmadığı bir çözüm bulmalı!” diyor. Belli ki, Suriye’de barışın öyle kolayca gelmeyeceğinin ve bu “pilavın daha çok su kaldıracağının bilinciyle önünde yeni imkânların açıldığının farkında. Ardından Genelkurmay Başkanı’nın açıklaması geliyor. O da “Başkanının” izinde şunları söylüyor: “Menfur 15 Temmuz girişiminden kısa bir süre sonra başlayan ‘Fırat Kalkanı’ operasyonu hudutlarımızın ve komşu ülke insanlarıyla birlikte milletimizin güvenlik ve huzuru için hayati bir önemi haizdir. TSK ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin hiçbir başka ülkenin toprağında gözü yoktur.”

Yani kalıyoruz!

Neymiş: Buralar tehdit unsuru olmaktan çıkarılacakmış! Suriye operasyonu milletimizin (komşu ülke insanlarıyla birlikte) güvenlik ve huzuru için hayati önemi haizmiş! En önemlisi de ordumuzun ve devletimizin hiçbir ülkenin toprağında gözü yokmuş! Mesele anlaşılmıştır; Suriye’de kalıyoruz! Zaten Ortadoğu gibi daima huzursuz ve güvensiz bir bölgede, hele ki gerekçe milletimizin huzur ve güvenliği ise aksi mümkün mü?

Peki oraları “ÖSO”ya emanet edip dönmek mümkün değil mi? Pek değil. Hem ÖSO’nun gücü ve nitelikleri bu işe uygun değil, hem de TC tarafından örgütlenen Türkmenleri saymazsak diğer unsurları açısından güvenilir bir yapıdan söz edilemez. Kıçı başı ayrı oynayan bu güçlerin yarın kiminle ne yapacakları belli olmaz. Bu durumda iş başa düşüyor. Nitekim Dabık ve El Bab’ın fethi amacıyla Suriye’ye bir piyade harekâtından söz edilmeye başlandı bile. Yani savaşın büyüme ihtimali yüksek. Ancak dert değil. Zaten istenen de bu. Kürtlerle mücadele, özerk Kürt kantonları zincirinin eksik halkalarının tamamlanmasının engellenmesi, Türkiye’de Kürtlere karşı yürütülen savaşın kazanılabilmesi, iki Kürt bölgesi arasındaki bağın koparılması ve PYD’nin uluslararası itibar ve gerekliliğinin ortadan kaldırılması, Arap Ortadoğusu ile doğrudan irtibatın kopmaması ve Suriye “oyununda” yeniden rol kapma gibi pek çok nedenle böyle bir işgal zorunlu…

ABD ile neşeli günler!

Üstelik “IŞİD’le mücadele” üzerinden ABD ile avantajlı bir ilişki imkânı doğmuş. Bahane sağlam! Emperyalizmin “ağababasıyla” ortak çıkarlar temelinde, yeniden verimli bağlar kurulabilir. Zaten ABD’nin buna ihtiyacı var; tabii, sadece “dünyayı IŞİD teröründen kurtarmak” için değil, aynı zamanda Rusların (elbette İran’ın da) Suriye’deki bütün parsayı götürmesini engellemek için de! “Barış” bu haliyle büyük ölçüde Ruslara yarıyor. O zaman bir ara masaya oturulacak olsa da biraz daha gayret gerekiyor. Bu amaçla hem Türkiye ile Rojava Kürtleri arasında karşılıklı bir “tavşana kaç, tazıya tut” dengesi, hem de CİA ve Pentagon’un “havuz muhalifleri” (MOM) üzerinden bir “kontrollü orman yangını” siyaseti gerekli. (Her an kontrolden çıkma tehlikesi olsa da) ABD Suriye’deki siyasi konumunu güçlendirmeye çalışıyor. Yani son ateşkes denemesinin ömrünün kısa sürmesi tesadüf değil.

Zaten bize muhtaçlar, ancak..!

Bütün bunlar Saray’a göre hayra alamet durumlar. Yani talih rejimin yüzüne bir kez daha gülmüş görünüyor! Bunun üzerinden pek çok hesaplar yapılabilir. Mesela Suriye defterini yeniden açmak, çeşitli pazarlıklarda koz olarak kullanılacak kalıcı pozisyonlar almak mümkün! Hele ki emperyalizmin bu “muhtaç” halinde! Onların işini görür gibi yaparak kendi işini görme stratejisi falan… Zaten pek çok ortak çıkar ve kopmaz ekonomik-askeri bağlarımızla emperyalist sistem içinde değil miyiz?! Bir yere kadar zaten sorun olmaz; sorun olacak noktada da emrivakilerle, zorlamalarla kendi işlerimizi görebiliriz. Bizi kaybetmektense “ağız kokumuzu çekmeye” katlanacaklar, el mecbur!

Ancak her şeyin yolunda gibi göründüğü durumlar, özellikle de bizim bölgede pek çok tehlikeyi gizler. Daha doğrusu, kurnaz ancak yarı cahil ve dar kafalı yönetici sınıfların gerçek tehlikeleri görmezden gelmesini sağlar. Ancak Türkiye’nin Suriye’deki askeri harekâtı, bildiğimiz usuller ve hem iç hem de dış siyasi niyetler birlikte düşünüldüğünde kalıcı bir savaşa dönüşebilir. ABD ve Rusya’nın hedef ve manevraları, İran’ın artan rolü, Suriye rejiminin el büyütme çabaları ve de bir süredir sessiz gibi duran Suudilerle Katar’ın işleri yeniden kurcalamalarıyla harlayan bir savaş içinde evdeki hesaplar çarşıya uymayacaktır. Hani “Dimyat ve pirinç meselesinde olduğu gibi! Hep söyledik bir kez daha söyleyelim: “Bölge devleti” ve “müdahil” olma çabaları müdahale edilen ve hâkimiyet kurulmak istenen bölgenin bütün sorunlarını kendi bünyene taşımak demektir. Hem de iç çelişkilerini dışarıda çözmek isterken!

Hayır mı şer mi?

Bu askeri müdahalenin giderek kalıcı bir işgal ve savaşa dönüşmesi, beklentilerinin tam aksine Saray rejiminin hayrına olmayacaktır. Dış politika alanında tamamı fos çıkan kurnazca hesaplar düşünüldüğünde, bu son hesabın da doğru çıkmayacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Üstelik askerin hem içeride hem de dışarıda bu derece kullanımda tutulması, rejimin beklediğinin tersine sonuçlar verecektir. 15 Temmuz, öyle “FETÖ” ile falan sınırlı bir tesadüf değildir. Savaş şartlarında militarizmin güçlenmesi, bunca yıllık Bonapartist geleneği olan bir ülkede neticede askerlerden başkasına yaramaz; siviller her ne kadar askercilik oynarsa oynasın, asker taklidi yaparsa yapsın! Emperyalizme gelince. Onunla oyun olmaz. Ne kadar sistemin parçası olursan ol, politik olarak her zaman bir alternatifin bulunur; geçici veya kalıcı…  Var olan “muhtaçlık” durumunun kendini “tek çare” olarak sunan yerel bir otokrat tarafından tepe tepe kullanılması gibi durumlar emperyalizmin bu arayışını hızlandırır. Ne kadar dahli olduğu bir yana başta ABD, “Batı”nın 15 Temmuz’daki tutumu buna işaret etmektedir. Ayrıca boyunu aşan “stratejik derinliklerde” (Neydi o adamın adı ya!) dolaşma hevesi, işin içinden çıkamaz hale geldiğinde emperyalizme “muhtaç” durumlara düşmene yol açar ki, bedeli epeyce ağırdır…

İşlerin hem içeride hem de dışarıda daha da kötüye gideceğini söyleyebiliriz. Saray, bir iç savaş rejimi inşası için içeride başlattığı savaşı dışarıya da yayarak “zaferini” tamamlamak peşindedir. Ancak hemen her şey, bu rejimi kurmak veya zaten kurulduğu düşüncesiyle ayakta tutmak için yapılanların aslında rejimin sonunu getireceğini gösteriyor; kolaylığından veya zorluğundan ayrı olarak. Bakalım El Bab’a giden yol bu memleketi nerelere çıkaracak…

Yorumlar kapalıdır.