Cerattepe: 61 avukat ve 760 müdahille açılan Türkiye’nin en büyük çevre davası.

Cerattepe davası ile ilgili olarak davaya müdahil olan davanın yakın dönem tüm sıkıntılarını bizzat yaşamış dostumuz Cevahir Efe Akçelik ile Çevre Mühendisleri Odası İstanbul Şube’de buluşup bir söyleşi gerçekleştirdik.

Türkiye’nin en uzun soluklu mücadelelerinden biri olan Cerattepe ile ilişkili kısa konuşmak çok zor. Hem Artvin’i anlamak, hem davadaki hukuksuzlukları görmek, hem de Cerattepe mücadelecilerinin neler yaşadığını kavramak bir iki sayfalık bir yazı ya da söyleşi ile mümkün değil. O yüzden okurun sabrına sığınarak sohbetimizi neredeyse olduğu gibi muhafaza edip sizlerle paylaşıyoruz. Türkiye’nin tüm mücadelecilerine bir nebze olsun katkı sunabileceğimizi umuyoruz.

Sedat: Cevahir bu kadar iş ve yorgunluk arasında vakit ayırdığın için teşekkürler. Ama öncelikle sana gecikmiş bir selam da iletmeliyim. Hem odadaki genel sekreterlik döneminde hem de TMMOB İstanbul İKK Sekreterliği döneminde emekten yana kimse ve kurumları birleştirici bir kişiliğin, üslubun oldu. Bu konuda ciddi çabalar da sarf ettin. O yüzden yalnızca partim İDP’nin değil, İşçi Cephesi gazetesini okuyanların da sempati duyduğu bir yoldaşsın. Onların da selamları ile başlamış olayım.

Cevahir: Teşekkürler, bende çok selamlarımı iletiyorum.

Sedat: Tabii konuşmaya güzel sözlerle başlamak senin alıştığın bir şey değil. Her gün Twitter’dan sana edilmiş küfürleri okuyarak güne başlıyorsun.

Cevahir: Maalesef, aynen öyle.

Sedat: O yüzden nezaket kısmını hızla atlıyorum. Hemen Cerattepe’ye geleyim. Sen de mahkemeden yeni geldin. Davanın bu dönemde en çok konuşulan kısmı şu oldu; önce yasaklama geldi, sonra davayı izlemek isteyen insanlara defalarca olağanüstü aramalar gerçekleşti. İnsanların çorapları dahi arandı. Bunu niye yaptılar?

Cevahir: Cerattepe davası 61 avukat ve 760 müdahille açılan Türkiye’nin en büyük çevre davası. Yaklaşık 25 yıldır mücadele eden bir Artvin halkı var. Sadece Artvin halkı değil bütün yaşam savunucuları olarak Cerattepe’de bir maden yapılmasının Artvin’in yok olmasına sebep olacağından dolayı 25 yıldır Artvin halkı ile birlikte tüm yaşam savunucuları omuz omuza mücadele ediyor.

Şubat ayında gerçekleşen Cerattepe direnişi hükümetin hedefi haline gelmişti. Cumhurbaşkanı tarafından bu direniş küçük Gezi olarak nitelendirilmişti. Davadan bir gün önce de hem Rize hem de Artvin Valilikleri OHAL’i gerekçe göstererek Artvin’de bir ay boyunca, Rize’de ise davanın olduğu gün olan 19 Eylül’de her türlü basın açıklaması, eylem vb. girişimleri yasaklamıştı. Bunun sebebi tabii ki Yeşil Artvin Derneği’nin çağrısı ile bütün yaşam savunucularının Artvin’e gelmesi ve davaya destek vermesini engellemekti.

Yasağı duyduğumuz andaki ilk yorumumuz Cerattepe davasının kararının verildiğini ve bu karar sonrası oluşacak tepkileri boğmak için bir aylık bir eylem yasağının getirildiğiydi. Ki mahkeme boyunca sergilenen tavır bu yöndeki gözlemimizi doğruladı. Bunu söylememiz lazım.

Sedat: Hiç Cerattepe yakınlarında ya da Artvin’de demokrasi nöbetleri olmuş mu? Sonuçta bir ay önce her gün eylem yapılabilirken şimdi birden eylemlerin yasaklanması yadırganmadı mı?

 Cevahir: Artvin’de olmuş. Cerattepe zaten Artvin’in üzerinde bir bölge, orada bir yerleşim yok. Artvin merkezde demokrasi nöbetleri olmuş. Ama eylem yasağı döneminde demokrasi nöbetleri zaten bitmişti. Olay o kadar net ki, eylem yasağı davadan bir gün önce geldi. Mahkemeden sonra olumsuz bir kararda Artvin halkı kesinlikle sokaklara dökülecekti. Belki Cerattepe’de nöbetler olacaktı yeniden. Devlet yine Gümüşhane ve Erzurum’dan polis getirmek zorunda kalacaktı. Şubat ayında bunların hepsini yaşadık.

Almanya, Amerika ve Rizeli Yurtsever (?) Gençler

 Sedat: Bu yasakların bölge halkı üzerindeki etkileri ne oldu? Bir taraftan eylemler için önlem alınıyor, bir taraftan da kendilerine Vatansever Rizeliler diyenler bir eylem hazırlığında olduğunu söylüyor. Ama devlet onlara karşı tedbire girişmiyor, yasak onlara işlemiyor.

Cevahir: Tabii. Davadan bir gün önce bize bir metin ulaştı. İşte Rize merkezde dağıtılan bildiri ülkemizi ve Rize’yi karıştırmak isteyen, saf ve temiz Artvin halkını kullanmak isteyen, Almanya bağlantılı dış mihraklar Rize’ye gelerek ikinci bir Gezi yaratacaklar şeklinde açıklamalar yayınlandı. Bir de her türlü kargaşaya karşı yardımcı envanterler (bıçak, sopa vb.) getireceklerini beyan etmişler altına da Rizeli Yurtsever Gençler diye bir imza koymuşlar.

Biz tabii şunu biliyoruz, bu devletin yıllardan beri yaptığı, muhalefeti bastırmak amacıyla kullandığı bir yöntem. Rizeli yurtsever gençler diye bir bildiri yayımlayıp Rize’deki halkı Artvin mücadelesine karşı kullanmak istiyorlardı. Biz o metinden sonra şu yorumu yapmıştık: Rize’de yıllardan beri HES’e karşı mücadeleler var. O derelerin yabancı şirketlere satılmasına karşı olan insanlar var. Mesela Kazım Amca’mız var, ineğini satarak HES’lere onlarca dava açmış, bu şirketler tarafından darp edilmiş. Bu Rizeli Yurtsever gençler de kendi toprakları yabancı şirketlere satıldığında ortada yokken haklı bir davaya karşı bir anda ortaya çıkıyorlar.

Ben Hopa’dan gittim davaya. Daha önce Cerattepe ‘ye giderken Şubat ayında da benzer uygulamalar vardı. Hopa’ya giden insanlar Cankurtaran geçidinde çevrilmişlerdi. İstanbul’dan Artvin’e ulaşmak isteyen insanlara 20 ye yakın GBT yapılmıştı. Artvin’e gelen her otobüste arama yapılmıştı. Daha önceden tecrübe edindiğimiz için biz özel araçlarımızla gittik. Buna rağmen epey aramaya maruz kaldık.

Sedat:İnce” aramaya maruz kaldınız her seferinde yani.

Cevahir: Tabii. Durduruyorlar arabayı, aracı arıyorlar. GBT kontrolü yapılıyor. Hopa-Rize Adliyesi arası 89 km tam olarak. Bu 89 km de dört defa GBT kontrolü yapılıp bırakıldık. Böyle garip bir uygulamaydı.

Sedat: Gittiğin yer de mahkeme bu arada.

Cevahir: Tabii yani davayı izleme hakkı her vatandaşa verilmiş bir hak. Anayasada var. Artı seyahat etme özgürlüğü var. İstediğiniz yerden istediğiniz yere bir sıkıntı olmadan gidebilmelisiniz. Rize valisi örneğin bu yayınladığı son açıklamada dava izlemeyi de yasaklamıştı. Sadece müdahil olanların gidebileceğine dair bir açıklama yapmıştı. Ama bu hukuksuz bir uygulama. Bu gün istediğiniz anda gidin bir adliyeye dilediğiniz davayı izleme hakkına sahipsiniz. Artı benim Rize’den Artvin’e Artvin’den Rize’ye, Trabzon’a seyahat özgürlüğüm var. Bunu da engelleyemezsin.

Sedat: Bunu OHAL’E dayandırdılar mı, yoksa keyfi bir uygulama mı yaptılar?

Cevahir: Tabii OHAL. Zaten ellerine bir fırsat geçmişti bunu kullandılar. Son olarak bizim geçişimizin ardından Hopa otobüsü ve Artvin’den gelen bir otobüsü Çayeli’nde durdurup insanların çoraplarına kadar “ince” arama yaptılar. İnsanların kimliklerine el koyuldu! Mahkeme salonu doldu sizin gitmenize gerek yok, 60 tane avukat var siz niye gidiyorsunuz gibi söylemlerle insanların iki anayasal hakkını gasp ettiler. Hatta şöyle komik bir şey var, yolda davaya gitmeyen başka araçtakilere “sizin bir suçunuz yok ama dava var o yüzden sizi de durdurmak zorunda kaldık” diyerek davaya giden insanlar sanki suçluymuş gibi gösterdiler. Pek çok arkadaşımızı mahkemeye almadılar.

Sedat: Davayı baya terörize etmeye çalıştılar yani.

Cevahir: Tabii. Hatta Hopa otobüsünün seçilmesi de Hopa’nın geçmişten bu yana taşıdığı muhalif kimliğinden kaynaklanıyor. Son yaşanan Metin Lokumcu olayı ile zaten Hopa halkına karşı devletin güttüğü bir politika var. Hopa otobüsünün Rize merkeze sokulmaması da zaten bu şekilde yorumlanır. Çok açıktır. Hopa otobüsü ve Artvin’den gelen bir otobüs Çayeli’nde yaklaşık üç saat bekletildi. Burada da arkadaşlarımız boş durmadı bir protesto eylemi gerçekleştirdi. Horon oynadılar, oturma eylemi yaptılar. Daha sonradan da dava sonuçlanmaya yakın olarak ilçelerine dönüş yaptılar.

Sedat: Polisle iletişim nasıldı? Özel bir kabalıkları var mıydı yoksa yine emir kuluyuz destanı mı dinlediniz?

Cevahir: Arkadaşlarla konuştuğumuzda burada polisin oldukça kibar olduklarını şehre alamayacaklarına dair emir aldıklarını ama bir kabalık yapmadıklarını öğrendik. Zaten Sedat, arama noktalarında üst düzey emniyet yetkilileri vardı. Başlarında yıldızlı emniyet müdürlerinin, ilçe emniyet müdürlerinin olduğu bir üst aramasıydı. Bu kadar önlem vardı.

Sedat: Kendini iyi hissetmişsindir ama. Baya emniyet müdürü aramış seni. Kolay mı?

Cevahir: Tabii. Korunduğumuz (!) için mutluyduk orada. Hatta Fındıklı arama noktasında polisin yanında 4-5 tane jandarma vardı. Ekstra önlemlerdi bunlar.

Burada temel itiraz ettiğimiz noktaları zaten söyledim. Bir, insanların seyahat etme özgürlüklerinin kısıtlanması. İki, davayı takip etme özgürlüklerinin kısıtlanması. Davacı insanlar bile bu uygulama yüzünden mahkemeye gelemediler. Hatta Yeşil Artvin Derneği avukatları davacıların davaya katılamamasından dolayı mahkemenin ertelenmesini talep ettiler. 700’e yakın insan var bu davaya müdahil olan. Bunların çoğu da bu uygulama yüzünden davaya ulaşamadı. Böyle bir uygulamaya maruz kaldık. Faşizan bir uygulama yapıldı. Gelen otobüslerin çoğu milletvekilleri sayesinde geçebildi. Toplu gelişleri engellemek için hukuksuzca her şeyi yaptılar. Yıldırma politikası uyguladılar.

Sedat: Yıldırma deyince benim aklıma daha farklı bir şey geliyor. Bu uygulamalara bakınca benim aklıma gelen sıfat korku.

Cevahir: Kesinlikle. Aslında hem Artvin hem de Rize valilerinin yaptığı açıklama da bu korkularının bir göstergesi. Adliyeye giderken aranıyorsunuz, adliye öncesinde aranıyorsunuz. Ortada taşkınlık yapılacak bir şey yok. Sadece kendi yaşam alanlarını savunan insanlar bunlar.

Sedat: Bir de kitlenin böyle bir sicili de yok. Artvin insanı evine, kapısına dayanmadıkça…

Cevahir: Tabii ki yok! 25 yıldır mücadele veren bir halk herhangi bir taşkınlık yapmamıştır. Artvin halkı, eğitim seviyesi yüksek Türkiye’nin yıllarca okuma yazma oranının en yüksek olduğu bölgesi. Öyle bir taşkınlık yapacak insanlar değiller zaten. Devletin provoke etme çabası bu.

Sedat: Buradan şu sonuç çıkar mı? Devlet diyor ki biz bu insanları yıldıramayız. Çünkü kolay değil. 60 yaşında bir insan gaz kapsülünü uzatıp neden diye soruyor polise jandarmaya. Gencecik çocuklar nasıl direneceklerini çok iyi biliyorlar…

Cevahir: 80, amca 80 yaşında

Sedat: Heh, 80 yaşında. Daha büyük bir şey bu! Böyle bir direnişin yıldırılamayacağını dünyanın en kavrayışsız kişisi bile anlar. Sanırım şunu açıkça biliyorlar. Biz burayı ancak ezerek geçebiliriz. Bu işi ciddiye aldığımızı da göstermemiz lazım. Devlet jandarmasıyla, polisiyle, mahkemesiyle bu mesajı vermiş. Peki Artvin halkı bu mesaja nasıl tepki veriyor?

Cevahir: Yahu Artvin halkı 25 yıldır bu mücadeleyi sürdürdüğü, çok daha ağırlarını gördüğü için tüm bunlar halkı daha da şevklendiriyor. Ters tepiyor. Havuz medyası diye adlandırdığımız medya davadan bir hafta öncesinden beri üç günde bir Cerattepe ile ilişkili haberler yayımlamaya başladı. İşte Almanya’nın para gönderdiğini, ABD büyükelçisinin bölgede gezdiğini, Yeşil Artvin Derneği’nin Alman hükümeti tarafından kurulduğunu yazdılar çizdiler.

Sedat: Yalnız o gün iyi ki beraber gidememişiz. Bu saç rengiyle ben direk Alman ajanı diye belgelenirdim.

Cevahir: Tabii, pasaport bile çıkartırlardı sana. Yani Sedat, isim vermek gerekirse Sabah gazetesi, Güneş gazetesi gibi gazetelerde sürekli Artvin haberleri çıktı. Alman büyükelçiliğiyle ilişkilerimiz varmış. Bir anda kimsenin görmediği, adını bilmediği Amerikan büyükelçisi Artvin’e ziyarette bulunmuş! Almanya Türkiye’yi karıştırmak adına Yeşil Artvin Derneği’ne para aktırıyormuş vs. Hatta mahkeme savunmasında çok güzel bir örnek verildi. Eğer Alman kurumlarıyla dernek arasında böyle bir ilişkiden şüphe duyuluyorsa bunlara dava açın, soruşturma açın. Ortaya çıkarın. ABD büyükelçiliği Artvin’e geldiyse sorsun Türkiye Cumhuriyeti senin Artvin’de ne işin vardı diye? Niye gittin, kimle görüştün? Ama bunu Artvin halkı bilmez ki. Artvin köylüsü nereden bilsin Amerikan büyükelçisinin geldiğini? Kimseyi tanımazlar zaten. Bir anda ortada Amerikan-Alman ajanlığına dair söylentiler çıktı ama hepsi yalan. Daha doğrusu karar önceden belirlenmişti. Bu karara karşı oluşacak tepkileri bastırmak için bu tip haberlerle karşı muhalefet oluşturmak istediler. Bakın bunları şunlar şunlar destekliyor. Almanlar var bunlara destek vermeyin demeye çabaladılar. Baskıların başka bir açıklaması yok.

“Yılmamış, o zaman bile bu inatçılığını sürdürmüş bir toplumu baskılar yıldıramaz ki…”

Sedat: Zaten 25 yılda kaç kere kazanılmış bir dava yeniden neden açılsın?

Cevahir: Aynen öyle.

Sedat: Biraz daha basit bir soru gibi gelecek de, benim anne tarafım göç ettikten sonra Demirköy’e yerleşmiş. Şimdi de biliyorsun, beraber de çalıştık üzerine, İğneada’ya önce bir termik santral istediler olmayınca nükleere çevirdiler. Ben bu konuyla ilgili birkaç tane Demirköylü ile konuştuğumda içlerinde “santral çok da kötü olmaz tamam langoz ormanları çok güzel ama bizim de işimiz yok bari iş olanağı olur” diyerek destekleyenler vardı. Peki Artvin halkı Cerattepe konusunda niçin çok kararlı? Siz Artvinliler sırf inat mısınız, yoksa bir bildiğiniz mi var? Bazı Demirköylülerle konuşsanız ne derdiniz?

Cevahir: Tabii Karadeniz inadı var ama

Sedat: Ona da toz kondurmazsın yani.

Cevahir: Tabii ki (Cevahir ile burada uzunca gülüyoruz) Ama Artvin’de oluşturulan mücadele, özellikle Yeşil Artvin Derneği ile yürütülen mücadelede hemen hemen her siyasetten insan var. İşin özü artık o anlamda politik değil. Gerçekten bir yaşam mücadelesi olduğunu çok iyi anlamış insanlar. Zaten kafasını kaldırdıkları anda Cerattepe bölgesine bakan insan buradaki madenin ne etkiler yaratabileceğini anlıyor. Kaldı ki İğneada’dan farklı olarak önlerinde canlı örnekler de var. Murgul var. Artvin’in Murgul ilçesinde yıllarca maden çıkarılmış, bakır çıkarılmış. Şu anda neredeyse yaşamın bitme noktasına geldiği bir yer. Artvin halkı yıllardır bunlarla yüzleşmiş. Örneğin baraj inşatları… Baraj inşaatları sonrasında mikro klima etkisiyle iklim değişikliği, yağmur rejiminin değişmesi, aşırı nem gibi konulardan insanlar şikayetçiler. Yani Artvin’e yapılacak dışarıdan müdahalenin Murgul gibi, Çoruh’a yapılan barajlar gibi ne yapabileceğini çok iyi biliyorlar. Yine komşu ilçelere bakıyorlar. HES’ten yok olan dereleri ve ekoloji tahribatını görmüşler. Onlar da çok iyi aktarabilmiş birbirine. Kaldı ki mücadeleleri için bir dernek kurmuşlar o dernek çatısı altında da hem 25 yıldır hukuki mücadele veriyorlar, hem de insanları bilinçlendiriyorlar. 80 yaşındaki insanın kapsülü tutup bunu niye atıyorsunuz, valiye gideceğim sizi şikâyet edeceğim demesi bunun en büyük örneğidir. Çünkü oradaki insan oraya bir maden yapılırsa Artvin’de yaşayamayacağını, oradan göç etmek zorunda kalacağını biliyor. İnsanlar bunu çok iyi anladıkları için, kendi topraklarında, doğup büyüdükleri topraklarda ölmek istedikleri için de bu mücadeleyi sürdürüyorlar. Bu yüzden kaybedecekleri bir şey yok. Çünkü kaybederlerse Artvin’i kaybedecekler Sedat. Bundan dolayı da bir mücadele sürüyor.

E yok mu tabii karşı güçler? (Cevahir burada kelimenin gerçek anlamıyla bıyık altından gülüyor ve o gülüş sinsice bana da bulaşıyor) AKP’nin beslediği, AKP’nin eliyle orada kurulmuş dernekler var. Onlar da bir mücadele sürdürüyorlar. Ama bu mücadelenin ne kadar etkisi var? Hiçbir etkisi yok. Çünkü Artvin halkı neyin ne odluğunu biliyor. Şöyle bir örnek var. Çok çarpıcı bir örnek… Eti Bakır, işte madeni yapmak isteyen Cengiz Holding’in şirketi bir billboarda bir afiş asıyor. Artvin halkı onu yırtıyor. Bir afiş daha asılıyor. Bir daha yırtıyor. Daha sonra afişin önüne polis dikiliyor! Şimdi bu polisin görevi bu afişi korumak mı? Polis kimin polisi? Halkın polisi mi yoksa Cengiz Holding’in polisi mi? Bu arada polisler oradayken halk yine gidiyor afişi yırtıyor. Haklarında tutanaklar hazırlanıyor, cezai işlemler uygulanıyor ama bir yılgınlık yok. Buradan anlatmak istediğim devlet bütün gücüyle Cengiz Holding’e hizmet ediyor. İşte polis ve Vali millete küfür eden kişinin emrinde Artvin halkını sindirmeye çalışıyor. Artvin halkının 25 yıldır inatla istemediği bir projeyi yapmak istemenin başka bir adı yok!

Sedat: O zaman Artvin halkının iyi bildiği şeyler var diyorsun.

Cevahir: Kesinlikle. İyi biliyorlar ve öğreniyorlar. Bazı örnekler verdim, bunun yanında başka örnekler de var komşu ilçelerden. Murgul’a bakıyorlar, Çoruh’a bakıyorlar, altlarındaki vadiye bakıyorlar ne hale gelmiş. Borçka’ya baktıklarında oralardaki tahribatı görüyorlar. Doğaya insan eliyle müdahale edildiğinde neler olabileceğinin çok iyi bilincindeler. Kendi başlarına gelmemesi için de bir yaşam mücadelesi veriyorlar. Devlet ne kadar baskılarsa o kadar azimle bu mücadeleyi veriyorlar. İşte bu da o inatçılıktan geliyor.

Artvin geçmişten beri bir muhalif kimliği olan, aydın, bilinçli bir kent. 12 Eylül’de bile Artvin halkına uygulanmış çok özel bir baskı politikası var. Artvin Öğretmenevi işkence haneye çevrilerek yüzlerce insan işkenceden geçirilmiş. 939 sanıklı Türkiye’nin en büyük davalarından biri Artvin’de açılmış ve 11 idamla sonuçlanan bir dava. O zaman bile yılmamış, o zaman bile bu inatçılığını sürdürmüş bir toplumu baskılar yıldıramaz ki…

Sedat: Kenan Evren biz gelmeseydik kim başa gelecekti diyordu?

Cevahir: O Fatsalılar için söylenmiş bir söz.

Sedat: Ama biz de gelebilirdik diyorsun.

Cevahir: Tabii Artvin’de gelebilirdi. Direnişle ilgili onlarca anı var. Bilahare bunları da konuşalım. Artvin halkı o kadar dirençli bir halktır. Kolay kolay yıldıramazlar.

“Mahkeme heyeti, mahkeme duvarı derler ya, işte o durumdaydı”

 Sedat: Bir maden araması var gündemde. Biz de seninle birlikte emek ve bilim diyoruz. Peki Türkiye’de maden aramaları kalkınma için mantıklı bir şey mi? Bir ormanımızı kaybedersek, Türkiye işçileri, yaşayanları olarak biz öğlen yemeğimizde daha iyi beslenebilir miyiz? Bu nasıl bir argüman?

Cevahir: Şimdi Cerrattepe’de yapılan maden aramasının fayda/maliyet analizlerinde aslında Türkiye ekonomisine çok da bir katkı sağlayamayacağı ortaya çıktı. Hatta davada şöyle bir görüş de sunuldu. Buradan kazanılması planlanan parayı Artvin haklı kendi cebinden versin maden de yapılmasın diye! Aslında Türkiye ekonomisine çokta bir katkı sağlamayacak, Türkiye’nin gelişmesinde bir şey sunmayacak bir proje bu. Aslında amacı çok farklı… Ruhsat verilen alana baktığınızda şirketin maden çıkaracağı bölge A birim ise maden ruhsat aldığı alan bunun 5-10 katı. Zaten Karadeniz maden yatağı olarak adlandırılan bir yer. Amaç buradan girip Karadeniz’in diğer bölgelerine ulaşabilecek bir maden kazısını aralamak. Bir truva atı gibi. Bu proje Artvin ile başlayıp diğer yerlere gidecek bir proje olarak görülüyor.  Yeşil yol projesi de bunun bir uzantısı, maden rezervlerine daha kolay ulaşımın yapılması için yapılmış bir proje olarak adlandırılabilir.

Bu durumda Artvin maden projesine niçin karşı çıkmamız lazım? Öncelikle defalarca mahkeme tarafından reddedilmiş, ÇED davaları iptal edilmiş bir maden projesinin tekrar tekrar öne sürülmesi siyasi bir amaç. Artık bunun gerekten bir maden projesi olmadığını anlayabiliyoruz. Peki madenin ne zararları var? Bir önceki davadaki ÇED olumlu kararının iptalini sağlayan, maden projesi olursa maden yerinden ötürü Artvin’in yok olabileceğine dair bir bilirkişi raporu vardı. Bu rapor mahkemenin iptal gerekçesine aynen yazıldı. Madenin yerinden dolayı Artvin yok olacak vs. Şimdi o zamanki Çevre ve Orman Bakanlığı’nın yayımladığı genelgeye göre olumsuz karar alınan bölgelerde iyileştirme yapıldığı zaman tekrar bir ÇED raporu hazırlanabiliyor. Genelge bunu söylüyor. Şirket de bunu yaptı. O zaman şirkete yapılan başka itirazlar da vardı, heyelan, atık su kirliliği vb diye. Şirket bunları sözde iyileştirdiğini söyleyip tekrardan başvurdu ÇED’e ve olumlu karar aldı. Hâlbuki ilk mahkemenin iptal gerekçesi madenin yeri ile ilişkiliydi. Dolayısı ile bu genelgeye sığınılarak bir ÇED olumlu raporu hazırlanamaz. Yeri hala aynı çünkü… Nasıl bir iyileştirme yaparsanız yapın sonuçları aynı olur.

Şimdi burada bir hukuksuzluk ve işgüzarlık var. Maden aranması planlanan bölge Artvin’in hemen üzerinde yer alıyor. Maden projesi ile Hatila Vadisi Milli Parkı’ na, Kafkasör’e ve Artvin’e yönelik ciddi zararlar olabilir. Örneğin heyelan tehlikesi… Yeni bilirkişi raporuna göre sorun çözülmüş. Artvin yukarıda, Cerattepe aşağıda olarak gösterilmiş! Bu mahkemede ortaya çıkan, son bilirkişi raporunda ortaya çıkan bir yanlış. Daha bir sürü yanlışı var raporun.

Buna rağmen çok çarpıcı bir şey daha oldu. Örneğin Prof.Dr. Doğan Kantarcı, bilirkişi raporlarını hazırlayan iki kişinin hocası çıktı. Hocamız şöyle bir açıklama yaptı mahkemede “Bu bilirkişilerin -ikisinin de- doktora hocasıyım. Ama ben hayatımda böyle rezil bir rapor görmedim. Bir de utanmadan benden alıntı yapmışlar.” Bunu bir hoca söyledi ki bu kişilerin hocası söyledi! Bu artık rezillik… Artık hiç bir şeyin konuşulmasına gerek yok. Bu bile çarpıcı bir örnek. Türkiye’de bilirkişi heyetlerinin nasıl hazırlandığını biliyoruz biz.

Sedat: Bilirkişi seçimlerinde, kimlerin bu işi yapacağında dahi onlarca sorun var…

Cevahir: Çok haklısın. Bir sürü şey söylenebilir. Bu davadan devam edecek olursam, Oğuz Kuroğlu hocamız söylemişti, bilirkişi raporu kanaat bildiremez diye, bu raporla ilk kez onu da gördük..

Sedat: Maden çok iyi ya, mı demişler?

Cevahir: Valla hoca, biz hayatımızda böyle bir şey görmedik dedi. Örneğin Prof.Dr. İbrahim Kaboğlu ’da girdi duruşmaya. 12 sayfalık bir ders verdi mahkemeye. Bu davadaki yanlışların neler olduğuna dair. Yani mahkeme heyeti bir hukuk bilgisi olmasa dahi bu sunumlarla bir bilim ve hukuk fikri edinirdi. Oradaki bir insan şu savunmaları dinlese der ki, yahu şu maden ne kadar kötü bir şeymiş, insan nasıl hala bunun yapılmasını ister? Bunu anlamak için hâkim olmaya bile gerek yok. Herhangi biri bunu yapabilir. Ancak mahkeme heyeti, mahkeme duvarı derler ya, işte o durumdaydı her zamanki tavırlarını sürdürdüler.

Sedat: Buna rağmen orada efsane bir savunma yapıldığını söylüyordun, neydi o?

Cevahir: Şimdi zaten dava öncesi süreçten bahsettik. Hem haberler hem uygulanan faşizan baskılarla davadan çıkabilecek sonuç netti. Bu belliydi. Buna rağmen itirazların özünü anlatan ve bilirkişi raporundaki çelişkileri vurgulayan gerçekten de çok güzel bir savunma yapıldı. Ancak mahkemenin sonucunun çok öncesinden belli olduğu açık fikrimize dayanarak reddi hâkim talebinde bulunuldu. Mahkemeler sizin Cerattepe bizimdir sözünü sarf ederek mahkeme salonundan ayrılındı. Böylece hem süreci uzatarak zaman kazandık, hem de hukuksuzluğa dair kamuoyuna bir manifesto yayımladık.

Sedat: Ne kadar zaman kazandıracak bize bu?

Cevahir: Şimdi Rize İdare Mahkemesi Samsun Bölge Mahkemesi’ne taşıyacak reddi hâkim talebini. Bu talep orada ya kabul edilir ya da reddedilir. En azından bir ay vakit kazanmış olduk. Bizim buradaki amacımız topu taca atıp sadece vakit kazanmak değildi. Hukuksuzluğa vurgu yapmaktı. Aramalar, davaya ulaşmaya çalışan otobüslerin engellenmesi, yalan haberler ve davanın kendisi… Asıl amaç 25 yıldır verilen bir mücadelenin nasıl bu hale getirildiğini göstermekti. Defalarca bu karar iptal edilmiş. İptal eden her heyet sürekli sürülmüş. Bu ne demek, bir hâkim davaya ilişkin ret kararı alıyorsa onun yeri hemen değiştirilmiş.

Sedat: İşin suyunun çıktığı…

Cevahir: Buradan belli. Mahkeme için bu düzen 25 yılda alışıldık bir hale gelmiş. Reddi hâkim talebi de buna vurgu.

“Mücadelenin öznesi değil birer neferi olarak mücadele edersek”

 Sedat: Cevahir 25 yıl diye bir vurguyu o kadar çok yaptın ki… Aslında 25 yıl senin benim hayatımızın süresine denk geliyor. Yani neredeyse sen doğduğun zaman başlayan bir mücadelenin parçasısın şu anda. Ve Cerattepe mücadelesi Türkiye’nin en büyük mücadelelerinden birisi. Sadece çevre mücadelesi olması bağlamında da değil. Bu açıdan çok önemli ama Türkiye aslında sanıldığının aksine ya da düşündüğümüzün aksine bir mücadeleler cumhuriyeti. Bir taraftan sen neredeyse doğduğunda başlayan bir mücadelenin bir parçasısın -başka mücadelelerinin yanında. Bir taraftan Türkiye’de hayati talepleri olan bir kadın mücadelesi var. Kürt şehirlerinde kitleler devletin ve PKK’nin tüm parçalayıcı yöntemlerine rağmen taleplerinin arkasında, Aleviler, gazeteciler, akademisyenler, öğrenciler… Gazetecilik yapmak için mücadele eden gazeteciler var… Bir taraftan da gerçek ve güvenilir bir geleceğin tek garantisi olan işçiler var. Biz varız! Bana göre en büyük problemimiz bu parçalı mücadelelermiş gibi geliyor. Bence asıl güçsüzlüğümüz parçalı halde kalmamız. Sen de pek çok yerde mücadelesini sürdüren bir dostumuz, yoldaşımızsın. Sende bu mücadeleler nasıl birleştirilebilir?

Cevahir: Bu aşamada bizim yapmamız gereken bahsettiğimiz birleşik mücadele zeminlerini çok iyi oturup tartışmak. Ancak bunu yaparken de birbirimize karşı hegemonya kurmamalıyız. Düşüncelerimizi dayatmamalıyız. Hepimizin ortak değerleri çerçevesinde mücadele etmemiz lazım. Kimsenin mücadelesi kimseden daha değerli değil. Herkesin düşünceleri ve fikirleri önemli. Bu yüzden birbirimize karşı köşe kapmaca yarışı yapmadan buradan ne kazanabilirim buradan ne götürebilirim diye düşünmeden verdiğimiz mücadeleye odaklanarak mücadelenin öznesi değil birer neferi olarak mücadele edersek, o zaman gerçekten bir birleşik mücadele zemini oluştururuz ve o zaman kazanabiliriz. Çünkü bu çemberde başka bir çıkış yolumuz yok. 12 Eylül’ü yaşayanların tabiridir, 12 Eylül’den bile kötü zamanlar yaşıyoruz. Bunun tek yolu birleşik bir mücadele. Ama nasıl bir birleşme işte bunu oturup çok iyi tartışmamız lazım.

Sedat: Cevahir önceki soru son soruydu. Bunun dışında bir şey söylemek istiyor musun? İşçi Cephesi okurları ya da İDP Cerattepe ile biraz daha ilgilensin, şunu yapsın, ne bileyim Zırhlı Tren’de öyle bir yazı çıkartalım? Bize söylemek istediğin bir şey var mı?

Cevahir: Yapmamız gereken aslında şu; havuz medyasının ve yandaş basının verdiği karalama çalışmalarına karşı bizler de özellikle örgütlü olduğumuz yerlerde kendi propagandamızı yapmalıyız. Artvin halkının mücadelesini çok iyi aktarmamız lazım. Yapmamız gereken oradaki dernek yöneticilerinin ya da Artvin halkının görüşlerini almak. Orada gerçekten ne oldu, insanlar bunu yandaş gazetelerden değil bizlerden öğrenmeli. Çünkü doğru, tarafsız haberi bizler yapabiliyoruz. Bir elin parmağı kadar kalmış durumdayız. Bu yüzden daha güçlü olmalıyız. Gerçekten Artvin’de ne olduğunu, Artvin halkının ne için mücadele ettiğini anlatabilirsek bu mücadeleyi kazanabiliriz. Bahsettiğim gibi Artvin davası sadece Artvin halkının davası değil, Türkiye’nin davası olmuş durumda. Kaybedilirse çok şey kaybedilecek, kazanılırsa da çok şey kazanılacak. Bu yüzden bizim de bütün imkânlarımızla bu davayı ve ne için mücadele edildiğini çok iyi anlatmamız lazım.

Sedat: Cevahir bence çok doğru bir şey söylüyorsun. Bir de senin farkında olmadığın garip bir özelliğin var. Sinirlendiğinde de böyle aklı başında cümleler kurabiliyorsun. Kızıp bırakmıyorsun. Bir keresinde yanılmıyorsam TMMOB İKK’nun eleştirilen bir eylemi ile ilişkili şunu söylemiştin: “Ya tamam da burada hala bize sizin yaptığınız eylem diyorlar. Yahu bu sadece benim, senin mücadelen değil ki, onun da mücadelesi değil mi? Buna bizim mücadelemiz diyerek eleştirmeleri gerekiyor. Bu bizim ya bizim, nereden çıktı sen?” Diye sinirlenip bir şeyeler söylemiştin.

Cevahir: Evet ya!

Sedat: Bu mesele de böyle galiba. Bu mücadeleler bizim. Tamam, sen şu parti, ya da ben Sedat o gün oraya gelemedim. Çünkü başka bir mücadelenin içerisindeydim. Ama Cerattepe benim mücadelem. Ve bu mücadeleler işçilerin zaferi ile kalıcı olarak korunabilir. Mücadeleleri birleştirmek belki buradan başlayabilir. Mücadelenin bizim olduğunu anlamaktan!

 Yol yorgunluğu ile sıcağı sıcağına vakit ayırdığın, etraflıca konuyu ve fikrini aktardığın için çok sağ ol.

Cevahir: Dediklerine aynen katılıyorum! Ben teşekkür ederim. Çok çok sağ ol!

 

Cevahir Efe Akçelik Kimdir?

Çevre Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi’nin son iki dönemdeki genel sekreteri. 2016’dan itibaren de TMMOB İstanbul İl Koordinasyon Kurulu Genel sekreterliği görevini sürdürüyor. Yaşamını 9-6 çalışıp Çevre Mühendisliği yaparak kazanıyor.

Yorumlar kapalıdır.