Doğu Akdeniz’de savaşa doğru mu?
Saray’ın Doğu Akdeniz’de sürdürdüğü çatışmacı ve yayılmacı dış politikanın sonucu olarak bölgedeki gerilim yükseliyor. Libya’dan Katar’a uzanan askeri varlığı ve müdahaleleriyle Saray yönetimi, kimi zaman diplomatik restleşmelerin kimi zaman da sıcak çatışmaların bir tarafı konumunda. Son dönemin ana başlıklarını Libya’daki iç savaşın seyri ve Doğu Akdeniz’deki petrol yatakları üzerinden gelişen restleşmeler oluşturuyor. Bölge ülkeleriyle yükselen gerilim Türkiye’yi bir savaşa mı sürüklüyor? Bu soruya biraz daha yakından bakmaya çalışalım.
Son dönemde yaşanan gelişmeleri kısaca hatırlayalım. Öncelikle, Libya’da Türkiye’nin aktif askeri destek verdiği Sarrac güçleri Trablus bölgesini kontrol altına almış ve ülkenin doğusunda bulunan petrol bölgelerinin kontrolü için ilerlemeye başlamıştı. Bu doğrultuda ilk hedef, Fransa, Birleşik Arap Emirlikleri, Rusya ve Mısır’ın desteklediği Hafter birliklerinin kontrolünde olan Sirte ve Cufra kentlerinin ele geçirilmesiydi. Ne var ki, Sirte ve Cufra’ya dönük askeri operasyonu Sisi yönetimindeki Mısır hükümeti “savaş nedeni” sayacağını ilan etti ve Mısır Meclisi, Libya’ya bir askeri operasyona izin veren tezkereyi kabul etti. Cufra hava üssünde Wagner şirketi üzerinden asker ve savaş uçağı barındıran Rusya ise, buradaki varlığını tahkim etti. Öte yandan, Libya kıyılarında Türk ve Fransız savaş gemileri arasında gerilimler yaşanırken, Türkiye’nin askeri varlığı olan Trablus’un batısındaki Vatiyye hava üssüne “kimliği belirsiz yabancı savaş uçakları” saldırı düzenledi ve Türkiye’nin buradaki hava savunma sistemleri tahrip edildi. Bundan birkaç gün sonra ise Sarrac hükümeti, Türk SİHA’larıyla Cufra’da Wagner’e ait güçlere saldırı gerçekleştirdiğini açıkladı.
Benzer gerilim haberleri Doğu Akdeniz petrol ve doğalgaz yataklarının kontrolü için yaşanan güç mücadelesinden de geliyor. Son olarak Muğla açıklarında bulunan ve Yunanistan’a bağlı Meis Adası çevresinde sondaj çalışmasına başlanacağının açıklanmasına sadece Yunanistan değil, Fransa ve ABD’den de tepki geldi. Doğu Akdeniz’deki petrol ve doğalgaz yataklarının paylaşımına ilişkin Yunanistan, Güney Kıbrıs, Mısır ve İsrail ortak bir cephe oluştururken, Türkiye hükümeti Libya’daki Sarrac hükümetiyle yaptığı ikili anlaşmalar ve Kuzey Kıbrıs’taki varlığı üzerinden sürece müdahil olmaya çalışıyordu.
Saray yönetimi, Mısır ve müttefikleriyle savaşmayı göze alarak, Libya’daki askeri operasyonlarına devam edecek mi? Doğu Akdeniz’de Yunanistan’la askeri çatışmayı göze alarak hidrokarbon yataklarının kontrolü için mücadele sürdürülecek mi? Türkiye’nin ne ekonomik ne de askeri kapasitesi bu türden savaşları tek başına yürütebilecek bir güce sahip. Saray yönetimi son yıllarda silah sanayisine büyük ölçekli yatırımlar yaparak çeşitli ilerlemeler kaydetti. Bu şekilde, Damat Bayraktar örneğinde görüldüğü gibi Saray’la doğrudan bağlantılı bir patron kesimi serpilip büyüdü. Ne var ki, bu alandaki “yerli ve milli” atılımlara rağmen, NATO üyesi Türkiye en önemli başlıklarda ABD’ye bağımlı olmayı sürdürüyor. ABD’nin rızası olmadan TSK’nin envanterinde bulunan en kritik araçları kullanabilmek dahi söz konusu değil.
Ekonomik alanda ise Türkiye tarihinin en karanlık dönemlerinden birinden geçiyor. Dış borç, TL’nin değer kaybı, işsizlik, enflasyon… Tüm bu alanlarda Saray yönetimi tamamen çuvallamış durumda. Mevcut tabloda, kısa ve orta vadede gerçek anlamda bir savaş riski bulunmasa da, Saray’ın maceracı ve yayılmacı politikaları bölgedeki çatışma dinamiklerini güçlendirdiği gibi uzun vadede bir savaş ihtimalini de gündeme getirebilir. Türkiye’nin ekonomik ve askeri çapını aşan maceralara girişen, ABD ve Rusya arasında salınımlar yaparak kendine alan açmaya çalışan, bunu yaparken ülkeyi daha da bağımlı ve kırılgan hale getiren Saray politikalarının faturası daima emekçilere kesiliyor. “Şehitler Tepesi”ni boş bırakmayanlar her zaman emekçilerin çocukları olduğu gibi, iflas eden dış politikaların ekonomik sonuçlarıyla, Saray’ın kanatları altında semiren silah baronları değil, emekçi kitleler yüzleşmekte.
Yorumlar kapalıdır.