Kuraklıkla mücadele Saray’ın gerçekten gündeminde mi?

Ocak ayında NASA, Türkiye’deki kuraklıkla ilgili bir rapor yayımlayarak uyarıda bulundu. Rapora göre şiddetli kuraklıkla ve son 15 yılın en düşük su rezervi seviyesiyle karşı karşıyayız. Bu, hem içme suyu hem de tarımsal sulama açısından ciddi bir tehlike olduğu, su krizinin yaklaştığı ve bir gıda ve tarım felaketine doğru yol aldığımız anlamına geliyor. Bu tablo sadece yağmurun yağmamasıyla ilgili değil; bu bir yönetim sorunu ve yıllardır uygulanagelen politikaların sonucu. Tek Adam rejiminin de bunda tabii ki önemli bir payı var.

Kuraklığın tekrar gündeme geldiği günlerde Erdoğan, katıldığı bir baraj ve içme suyu arıtma tesisi açılış töreninde kuraklık tehlikesine karşı alternatif su depolama yöntemleri arayışında olunduğunu belirtti. 2023’e kadar 150 yeraltı barajının tamamlanacağını müjdeledi. Ekonomide 2023 hedeflerinin gidişatındaki başarısızlığa bakınca, kuraklıkla mücadele için de gerçekçi bir çözüm sunulacağına inanamıyor insan. Var olan kaynakların yok olmasına göz yumulurken başka kaynakların devreye sokulacak olması, bu hedefin pek de halkın yararına sonuçlanmayacağını düşündürüyor.

İstanbul’daki örneklerle başlayacak olursak; Kanal İstanbul projesiyle birlikte su havzalarından oluşan bölge yapılaşmaya açılmış durumda. İstanbul’un su sorununa çare olarak öne sürülen Melen Barajı projesi tamamlanmak bilmiyor. Devlet Su İşleri’nin İstanbul’da herhangi bir su sorunu yaşanmayacağı yönündeki iyimser öngörüsüne karşılık kar yağışından önce Çevre Mühendisleri Odası İstanbul’un iki aylık suyu kaldığını söylüyordu. Üstelik bu süreye yüzde 22 civarındaki su kayıp ve kaçakları, yani altyapı nedeniyle boşa giden su dahil değildi. Su kayıp ve kaçakları ülke genelinde de ciddi bir sorun olmasına rağmen çatlak su boruları tespit edilmiyor veya onarılmıyor. Sanayi amaçlı ve plansız kullanım nedeniyle yeraltı suları Trakya’da yüzde 85 oranında, Konya Ovası’nda ise neredeyse tamamen tükenmişken su havzalarının korunmasına yönelik hiçbir plan açıklanmış değil. Kuraklıkla beraber tarım arazileri de yok olurken ve çiftçi kan ağlarken yerli üreticiden yana tarım planlaması yok. Kuraklığın devam etmesinin sonuçları yalnızca geçen yıl Polatlı’da yaşanan kum fırtınası gibi olaylar ve halk sağlık sorunları olmayacak. Su faturalarında artış ve ithal etmek zorunda kaldığımız temel gıda maddelerine zamla birlikte emekçinin cebinin daha fazla yanması da olacak. Çünkü ormanların talana açılıp tarlaların JES’lerle, derelerin HES’lerle kurutulması sadece patronların cebine yarıyor.

Kuraklık ve sel gibi aşırı doğa olaylarında her yıl bir önceki yılın rekorunu aşmaya başladık. İklim krizi elbette Türkiye’ye özgü değil, küresel bir sorun. Bununla birlikte, dünyadaki burjuva hükümetlerin bu kriz karşısında uyguladıkları kâr öncelikli politikalar ne yazık ki bize de yabancı değil. İklim krizini durdurmak için çok zaman kaybettik. Daha da geç olmadan hem ulusal hem de küresel ölçekte acil eylem planı yapılmasına ihtiyacımız var. Bu sırada doğal kaynakların korunması, temel bir hak olan suyun metalaşmasının engellenmesi ve bu planların doğadan ve emekçiden yana olması gerekiyor.

Yorumlar kapalıdır.