Faturayı ödeyen taraf olmayı sürdürecek miyiz?

Koronavirüs salgınına ilişkin Türkiye’de ilk vakanın duyurulması üzerinden bir yıl geçti. Bu bir yılın işçi ve emekçiler için özeti ise tek kelime ile ifade edecek olursak “kayıplar” oldu. Kaybedilen, kimimiz için hayatlardı; kimimiz içinse sağlık, iş, ücret ve/veya haklarımız. Etkileri görece farklılık gösterse de en temel ortaklığımız şuydu: Pandeminin bedelini ödeyen taraftaydık! Elbette sadece pandeminin değil, pandemi etkisi ile derinleşen ve hızla toplumsal bir krize evrilen ekonomik krizin de…

İşverenler, tüm dünyadaki sınıfdaşlarına benzer şekilde, servet ve kârlarını muhafaza etmek için olanca gücüyle mücadele ederken, bizler de onlar için birer maliyetten ötesi olmayan yaşamlarımızı idame ettirme uğraşına koyulduk.

Pandemi bahanesi olsun olmasın; işçileri türlü kılıflarla ve hukuksuzca işten attılar, ücretsiz izne gönderdiler, ücretleri düşürdüler… Ya da adeta zorunlu çalışma kamplarına benzer yöntemlerle işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerinden yoksun koşullarda çalışmaya mahkûm ettiler. Oysa bu pandemi öncesinde, devasa kârlar biriktirenler yine bu şirketlerdi.

İktidar da, yine dünyadaki tüm muadillerine benzer şekilde, sözde destek paketleri açıkladı; ancak emekçileri veya halk sağlığını desteklemek için değil, yine o malum şirketleri, onların patronlarını kurtarmak için!

Desteklerin 10’da 9’u sermayeye gitti

DİSK-AR’ın hazırladığı rapor Türkiye’de iktidarın uyguladığı pandemi politikalarındaki bu adaletsizliği çarpıcı bir şekilde ortaya koydu: Türkiye, dünyada Covid-19 ile mücadelede vatandaşlarına en az nakit destek veren iki ülkeden biri oldu. Ve daha da vahim olanı, Türkiye’nin nakit destek harcamalarının toplam ekonomik ve mali desteklere oranı yüzde 11 iken; işletmelere, şirketlere ve bankalara (sermayeye) sağlanan desteğin oranı yüzde 89’du. Yani yapılan 10 birimlik toplam ekonomik desteğin 9’unu şirketler alırken, emekçiler sadece 1’ini alabildi.

Bu elbette iktidarın sadece pandemiye değil mevcut ekonomik krize de verdiği cevabın bir göstergesiydi. Düşen kâr oranlarını artırmak için pandemiyi bir bahane, hatta araç olarak kullandı. Ve şaşırtıcı olmayacak şekilde; halihazırda en zengin yüzde 1’in toplam servetin yarısından fazlasına sahip olduğu muazzam bir bölüşüm adaletsizliği ile karşıladığımız pandemi süreci, yine en zenginlerin daha da zenginleşmesi ve güçlenmesi ile sonuçlandı.

Şimdi mevcut işsizlik ve enflasyon ile yoksulluğun kitleselleştiği, ekonomik ve sosyal krizin her boyutuyla hayatlarımızı sardığı bir tablo ile karşı karşıyayız. Buna karşın, suçlu Covid-19 ilan edilip, aşının üretimi ve dağıtımı başlı başına bir sorun olmayı sürdürürken, mart ayı ile birlikte tedbirlerin kısmen esnetileceğine işaret ediliyor. Buna paralel olarak, Kısa Çalışma Ödeneği mart sonu itibarıyla bitiyor. Benzer uygulamaların kısa süre içinde ücretsiz izinler için de geçerli olacağını öngörebiliriz. Tüm bu sözde tedbirler işçi ve emekçiler için zaten bir çare olamamışken, yerine hiçbir sahici önlem koymadan tamamen kaldırmak, toplu işten çıkarmaların yolunu açmak; emekçileri işsiz, gelirsiz bırakmak, milyonlarca insanı açlığa mahkûm etmek anlamına gelecek.

Saldırıların ortak amacı mücadelemizin ortak zemini olabilir

Peki, bizim buna cevabımız ne olacak? Faturayı ödeyen taraf olmayı sürdürecek miyiz?

Bugün irili ufaklı sürdürdüğümüz birçok mücadele var. Kimimiz ücretsiz izinlere karşı, kimimiz Kod-29 ile hukuksuzca işten çıkarılmaya karşı, kimimiz sendikal haklarımızın gaspına karşı, kimimiz TİS taleplerimizin, irademizin yok sayılmasına karşı mücadele ediyoruz. Ancak mücadelelerimizin öne çıkan talepleri farklılık gösterse de hepsini birbirine bağlayan çok temel bir ortaklık söz konusu. Hepimize dönük türlü saldırıların ardında aynı gaye, aynı politika var: Faturayı bize ödetmek.

Bu yüzden, Migros işçisinin de, Baldur işçisinin de, PTT işçisinin de, Belediye işçilerinin de, ya da şu an herhangi bir işyerinde ücretini, haklarını korumak için mücadele eden herhangi birimizin de mücadelesi ortak! Bizler, saldırılara karşı direnirken en temelde faturayı yine ve yeniden bize ödetmelerine karşı çıkıyoruz! Ve mücadelemizi, tekil taleplerimizi bu zeminde birleştirebilir, işverenlerin tüm saldırılarının ardındaki bu ortak politikayı teşhir ederek mücadelemizi yaygınlaştırabiliriz: “Krizin faturasını artık biz ödemeyeceğiz!”

Yorumlar kapalıdır.