Sendikal mücadele ve örgütsüzlüğün iktidarı

Emekçilerin en temel anayasal hakkı olan sendikalı çalışma hakkının dahi amansızca engellenmeye çalışıldığı bir dönemdeyiz. Sendikalı olmak anayasal olarak mümkünmüş gibi gözükse de bu hakka erişebilmek, bir işyerinde çoğunluğu yakalayarak TİS imzalayabilmek yasal çerçeve içerisinde değil, ancak ve ancak işçilerin örgütlü mücadelesiyle kazanılmak durumunda. Tıpkı Baldur ve Bel Karper örneklerinde, sendikal çoğunluk sağlanmış olmasına rağmen işverenin sendika düşmanlığı karşısında işçilerin üretimden gelen güçlerini örgütlü bir şekilde kullanmak durumunda kalmaları gibi.

Tek Adam rejimine kendi anayasal çerçevesi dahi fazla gelmekte. Toplumsal hayatın birçok alanında uygulanan baskı politikalarının bir benzeri de iktidar ve patronlar eliyle işyerlerinde ve fabrikalarda hayata geçirilmekte. Her alanda olduğu gibi, emekçiler için de en temel hak arayışı suç sayılmaya, örgütlülük/sendikalı olmak terörizm heyulasıyla bastırılmaya, ezilmeye çalışılıyor.

Mevcut iktidar, düzenden değil düzensizlikten, örgütlülük değil toplumsal örgütsüzlükten, haktan değil hak yemekten besleniyor. Fabrikalarda ve işyerlerinde de patronların çıkarları doğrultusunda bu tip bir rejimin egemen olmasına destek sunuyor. Ekonomik krizin faturasını emekçi halkın sırtına yükleme gayretindeki iktidar, işçilere güvencesiz, esnek çalışma koşullarını, bitmeyen mesai saatlerini ve sefalet ücretlerini reva görüyor.

Kötü çalışma koşullarına, düşük ücretlere, güvencesizliğe karşı sendikalı olmak isteyen işçiler karşılarında önce patronun işten çıkarma ya da fabrikayı kapatma tehdidini buluyor. Tıpkı Adkotürk patronunun yaptığı gibi. Bu tehditlere boyun eğmeyip örgütlü mücadeleden vazgeçmeyenlerin karşısına ise madenciye tekme atmayı kendisine hak gören rejimin kolluk güçleri ve temsilcilerinin (valisi, kaymakamı vb.) saldırgan tutumu çıkıyor. 

Bu mevcut tablo -çalışma koşullarının kötüleşmesi, yaşam koşullarının berbatlaşması, baskıların artması- ise emekçileri insan onuruna yaraşır bir yaşam mücadelesinden vazgeçirmiyor. Tam tersine, son iki yılda tanık olduğumuz üzere işçi sınıfının sendikalı olma ve hak arayışı mücadelelerinde bir artışı beraberinde getiriyor.

Tabii ki işçi sınıfı mücadelelerindeki bu artış kendiliğinden bir şekilde zaferle sonuçlanmıyor. İşçi sınıfı örgütleri olan sendikaların bazılarının sırt çevirdiği ya da bazılarının bürokrasilerinin yarı yolda bıraktığı örneklerle de karşılaşıyoruz.

Ama bu mücadelelerin toplamına baktığımızda iki olumlu sonuç görüyoruz. Birincisi, Türkiyeli emekçiler için insan onuruna yaraşır bir yaşam talebi acil bir talep haline gelmiş durumda ve bu aciliyet örgütlü mücadele, sendikalı olma konularında emekçiler nezdinde bir arayışı da görünür kılıyor. İkinci olumlu sonuç ise, mücadeleci sektörlerde ve mücadeleci sendikalarda sınıfın yeni bir öncü kuşağının şekillenme belirtileri.

Sürmekte olan Bel Karper, Adkotürk, Cargill mücadelelerinde ve çok daha fazlasında bu öncü kuşak kendisini ortaya çıkarıyor. Temmuz ayında aramızdan ayrılan Bağımsız Maden İş Sendikası Genel Başkanı Tahir Çetin ve işçi önderi Ali Faik İnter de bu mücadeleci kuşağın neferleriydi. Kriz, pandemi ve baskılar karşısında gerek işçi sınıfı içerisindeki arayış gerekse de sınıf içerisinde açığa çıkan öncü sektörler, Türkiye sınıflar mücadelesinin seyri bağlamında önemli birer işaret fişeği. Bu noktada, yüzünü sınıf siyasetine dönmüş devrimciler için en acil konu mücadeleci sektörlerin temel talepler etrafında ortaklığının inşası haline geliyor. Çünkü bugün en temel hak mücadelesi dahi, örgütsüzlüğün iktidarı Tek Adam rejimine karşı birleşik ve örgütlü bir hattın inşasını zorunlu kılıyor.

Yorumlar kapalıdır.