COP26 ve Glasgow İklim Paktı çevresel yıkımı durdurabilir mi?

2021 Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı (COP26), 31 Ekim-12 Kasım tarihlerinde Glasgow’da gerçekleşti ve zirvede Glasgow İklim Paktı kabul edildi. Zirveden çıkan kararlar arasında 2030 yılına kadar ormansızlaşmayı durdurma, küresel ısınmada artışı 1,5 °C ile sınırlamaya yönelik yeni emisyon azaltma planı vaatleri ve gelişmekte olan ülkelere mali yardım gibi başlıklar yer alıyor.

Zirvenin en ön plana çıkan sonucu, Hindistan’ın son dakika itirazıyla, kömürü aşamalı olarak kaldırma değil aşamalı olarak “azaltma” taahhüdü oldu. Elektriğin yaklaşık yüzde 70’inin üretiminin kömür kaynaklı olduğu Hindistan dünyanın en büyük ikinci kömür ithalatçısı. Aynı zamanda dünyada hava kirliliğinin en yüksek olduğu ülkelerden biri. Henüz birkaç gün önce Yeni Delhi’de hava kirliliği nedeniyle bazı fabrika ve okullar geçici olarak kapatıldı. Her yıl milyonlarca insan hava kirliliği nedeniyle hayatını kaybediyor. Başbakan Naredna Modi’nin daha geçen yıl 41 yeni kömür madeni sahasını özel sektöre ihale ettiğini hatırlatalım. Hindistan, kapitalistlerin kâr hırsının halkın sağlığına nasıl mal olduğunun en çarpıcı örneklerinden birini teşkil ediyor.

Önceki zirvelerde olduğu gibi bu zirve de kapitalizmin ikiyüzlülüğünün teşhiri oldu. Örneğin, ormansızlaşmayı durdurmayı taahhüt eden ülkelerden biri, her yıl Amazon’da devasa yangınların çıktığı Brezilya’ydı. Amazon yangınlarının tek nedeni küresel ısınma değil; yangınlar aynı zamanda tarım ve madencilik gibi sektörlerin kullanımı için kasten de çıkarılıyor. Yaratılan yıkımla beraber yerli halk da yerinden ediliyor. Göreve geldiğinden beri ormansızlaşmanın daha da arttığı Brezilya devlet başkanı Jair Bolsonaro’nun tutumu ise yangınları inkâr etmek ya da sönmesi için pek de çaba harcamamak oluyor. Amazonları yağmalayan çokuluslu şirketlerin çıkarları söz konusuyken, Brezilya’da ormansızlaşmanın sona ermesi hiç gerçekçi görünmüyor. Zirvede gerek Greenpeace gerekse de burjuva siyasetçiler tarafından hem temkinle hem de mutlulukla karşılanan bir diğer gelişme, dünyanın en büyük kapitalist güçleri ve kirleticileri arasında olan ABD ve Çin’in iklim değişikliğiyle mücadelede işbirliği yapacaklarını ilan etmeleri oldu. Halbuki Çin, enerji krizi nedeniyle kömür ithalatını ve kullanımını artırmakta. Çin’deki Kuzey Amerikalı ve Avrupalı ​​çokuluslu şirketler de doğanın ve işçinin sömürüsünde suç ortaklığı yapıyor. ABD ise “yeşil yeni düzen” makyajına rağmen petrol şirketlerine destek vermeyi sürdürüp çevrecilerin en basit beklentilerini bile karşılamaktan uzak duruyor.

Zirveden kısa bir süre önce Paris İklim Anlaşması’nı onaylayan Türkiye zirveye “Net Sıfır Emisyon 2053” hedefiyle katıldı. İklim değişikliğiyle mücadelede öncü ülke olma hedefinin güvencesi olarak sıfır atık projesinden, millet bahçelerinden, yenilenebilir enerji kaynaklarından (yani yıkım yaratan HES, JES vb.) ve çoğaltılan karbon yutak alanlarından (yani orman arazisi tanımının değiştirilmesiyle ve yeni bir hesaplama biçimiyle birdenbire artan orman varlığından) bahsedildi. Alınacak 3,1 milyar dolarlık finansmanın “yeşil kalkınma” için bir “kaldıraç etkisi” olarak kullanılacağı bildirildi. Bu örnek aslında ülkelerin kendi durumları hakkındaki beyanlarının ne denli sorgulanabilir olduğunu ve durumun raporlandığından da kötü olabileceğini gösteriyor.

Zirve boyunca Glasgow, Londra ve Paris dahil birkaç şehirde düzenlenen eylemlerde sokağa çıkan kitleler, hükümetlerin iklim kriziyle mücadele planlarından hoşnut değil. Ancak bir yandan da yıkımın bizzat sorumluları arasında olan hükümetlere baskı yaparak harekete geçilmesi talep ediliyor. İklim krizini ve ekolojik yıkımı durdurmak için burjuva hükümetleri ikna etmeye, ikiyüzlü iklim zirvelerine, kapitalizm altında bir çözüm aramaya ve kapitalistlerin çıkarlarını önceleyen boş taahhütlere değil; doğadan ve emekçiden yana bir programa ve bu program etrafında mücadele edecek kitlelerin seferberliğine ihtiyacımız var.

Yorumlar kapalıdır.