Biri yer, biri bakar; kıyamet nasıl kopar?

İşçi sınıfının 2021 yılındaki mücadeleleri üzerine bir değerlendirme

Patronlar kârlarına kâr katarken, zenginler servetlerini katlarken Türkiye’de emeğiyle geçinmeye çalışan milyonlar her gün biraz daha fazla sefalete, yoksulluğa itiliyor, hakları ellerinden alınmaya çalışılıyor.

Bu sürecin sorumlusu ise oldukça açık. Tek Adam rejimi ve mevcut sömürü düzeni.

Defalarca söylendi ama bir kez daha tekrar etmekten zarar gelmez. Pandemi ile birlikte daha da derinleşen ekonomik kriz karşısında iktidarın politikası aşikârdı: Patronlara kalkan olmak ve krizin faturasını emekçilere kesmek.

Tüm kaynakları sermaye grubu için seferber eden iktidarın politikalarının sonucu ise şu oldu: Büyük şirketler devasa kârlar elde etti. Türk Telekom, THY, Akbank gibileri yüzde 100’ün üzerinde… Zenginler servetlerini ikiye katladı. 2020 yılına kıyasla, Murat Ülker servetini yüzde 46,5, Erman Ilıcak ise yüzde 41,9 artırdı. Bu iki zatın toplam serveti (10,7 milyar dolar), yaklaşık olarak 36 milyon 150 bin adet brüt asgari ücrete ulaştı.

Bunun karşısında, Türkiyeli emekçilerin aldıkları ücret yıl içerisinde yüzde 45 oranında değerini yitirdi. Çalıştıkça yoksullaştık. İktidarın patronları kollayan politikaları neticesinde Covid-19 ve varyantlarına karşı hayatımızı, Kod-29 ve varyantlarına karşı işimizi savunmak zorunda kaldık. Güvenceli bir iş, insan onuruna yaraşır bir ücret için mücadele ettik.

Çünkü krizin sorumlusu biz değiliz!

Geride bırakmakta olduğumuz 2021 yılının işçi sınıfı mücadelelerinin ana karakterini işte bu tablo belirledi. Gıdadan inşaata, metalden tekstile, lojistikten hizmete birçok sektörde irili ufaklı mücadeleler cereyan etti.

Bu mücadeleleri üç ayrı tipte karakterize edebiliriz.

Bunlardan ilki, pandemi ile birlikte peyda olan ücretsiz izin dayatmasına, Kod-29 ve varyantlarıyla kronik hale gelen işten çıkarmalara karşı verilen mücadeleler. Saray rejiminin “işten çıkarmaları yasaklıyoruz” yalanı birçok işverene “ahlaksız suçtan” işçi çıkarmanın önünü açtı. Bunun sonucunda ise emekçiler işlerine sahip çıkmak adına, sendikalı ya da sendikasız, işyerlerinde savunma amacıyla direnişler gerçekleştirdi. Yasin Kaplan Halı, Güven Boya, Angel Halı, Migros Depo bunlara birkaç örnek…

İkinci örneği ise insan onuruna yaraşır bir ücret elde etme mücadeleleri oluşturdu. Çalışan nüfusun neredeyse yarısının asgari ücret seviyesinde maaş aldığı, asgari ücretinse yoksulluk sınırının altında olduğu bir ortamda emekçiler hakları olanı alabilmek için sahneye çıktılar. Ücret mücadelelerinin en çarpıcı örneğini ise belediyelerdeki TİS süreçlerinde gözlemledik. Emekçiler grev kararlılığını göstermiş olmalarına rağmen sendikal bürokrasi işçilerin iradesini hiçe sayarak, kapalı kapılar ardında sözleşmeyi imzalayarak mücadeleye ihanet etmiş oldu.

Üçüncü örnek ise, güvenceli iş ve örgütlü işyeri talebiyle, işçi sınıfının mevzi kazanma savaşı olarak cereyan etti. Türkiye’yi ucuz emek cennetine çevirme amacı güden rejim ve mevcut sömürü düzeni, bunun yolunun emekçilerin ücretlerinin düşük, iş güvencelerinin esnek, örgütlülüğününse parçalı tutulmasından geçtiğini bilerek, işçilerin en temel anayasal hakkı olan sendikalı çalışma hakkını engellemek adına her türlü metoda başvuruyor. Bunun sonucunda, uzun soluklu sendikal mücadelelere, grevlere tanıklık ediyoruz. Bunların en yakın örnekleri Bel Karper ve Adkotürk grevleri, Termokar ve Yemeksepeti mücadeleleri.

Bu tablodan çıkarmamız gereken önemli sonuçlar var. İşçi sınıfı mevcut sefalet koşullarını, güvencesizliği sorguluyor, bunlara karşı mücadelesini yükseltiyor ve örgütlenme arayışı içerisine giriyor. Ancak 2021 yılında mücadelelerin sayısında gözle görülür bir artış olsa da, sendikalı olma oranları kısmen yükselse de (2020 yılında 1 milyon 946 bin sendikalı işçi varken bu rakam bu yıl 2 milyon 124 bine yükseldi) benzer taleplerle yürütülen mücadelelerin çoğu birbirinden yalıtık kalmayı sürdürüyor. Bu yalıtık kalma hali de kazanımını ancak mücadelesiyle elde edebilecek, mücadelesini de ancak birliğiyle sürdürebilecek işçi sınıfının bir çıkış arayışını tırmandırıyor.

Gücümüz birliğimizden gelir, ittifakımız emekten geçer!

Bu çıkış arayışına cevap üretebilmek adına, yukarıda mücadeleleri karakterize ettiğimiz üç ayrı örnek bizlere emekçilerin acil talepleri bağlamında bir temel sunuyor: İşten çıkarmaların gerçekten yasaklanması, ücretlerin 3 ayda bir enflasyon oranında düzenli olarak artırılması, sendikalaşma önündeki tüm engellerin derhal kaldırılması!

Tek Adam rejiminin ülkeyi içine sürüklediği ekonomik çöküş ve bunun faturasını emekçilere yıkma gayretininse önümüzdeki süreçte işçi sınıfı içerisindeki hoşnutsuzluğu daha da derinleştireceğini tespit edebiliriz.

Bunun karşısında öncelikli olarak yapılması gereken ise, emekçilerin acil talepleri etrafında mücadeleleri birleştirebilmek.

Bu birlik, mevcut mücadelelerin kazanılmasının da ötesinde, yaratacağı olumlu örneklerle yeni mücadelelerin başlangıcının da önünü açabilir.

Ve yine bu yolla, emekçilerin iradesini gasp eden bürokratik sendikal anlayışlar karşısında, işyerlerinde, fabrikalarda işçi sınıfının öz gücünün açığa çıkması olanaklı hale gelebilir. Emekçilerin aidatlarıyla var olan sendikaların bütçesi emekçilerin yararına olacak şekilde düzenlenip, grev fonları aktifleştirilebilir. Mücadelelerde böylesi bir birliğin yaratılması, aynı zamanda sınıf güçlerinin önüne ekonomik çöküşten çıkışı, baskı ve sömürü düzeninden kopuşu sağlayabilecek bir Emek İttifakını da inşa etme olanağını koyacaktır.

Yorumlar kapalıdır.