Elektrik kesintisinin faturası emekçiye mi kesilecek?
İran’dan gelen doğalgaz kısıntısı nedeniyle başta Organize Sanayi Bölgelerinde kurulu işletmelerde olmak üzere tüm sanayiye getirilen enerji kesintileri, fabrikalardaki mesai saatlerinde işçileri rahatsız eden kargaşaya neden oldu. Patronlar işlemekte olan mesai düzenini kendi ihtiyaçları doğrultusunda, kendi kafalarına göre değiştirip ortalığı hallaç pamuğuna çevirdiler. Ne yazık ki sendikalar da, “Durun bakalım, işçilerin çalışma ve yaşam düzeniyle böyle istediğiniz gibi oynayamazsınız” demedi.
Bu düzensizliğin maaşlarda herhangi bir olumsuzluğa yol açıp açmayacağını göreceğiz, ama bu konuda da sendika yönetimlerini ve temsilciliklerini dikkatli olmaya, işçiden yana aktif tutum almaya davet ediyoruz.
Ama bir başka sorun daha var. Patronlar da kesintilerden şikâyetçi. Hatta bazıları OSB’lerden kaçıyor, başka bölgelere taşınma planları yapıyor. Dahası, metal döküm, petrokimya ve cam gibi bazı sektörlerde enerji kesintisinin fırınların tamamen kullanılamaz hale gelmesine yol açacağını dile getiriyorlar.
Tabii patronlar işletmelerinin karşılaşacağı zararları üstlenmemenin yollarını arıyorlar. Kesintilerin doğuracağı zararları uzun mesailerle “telafi çalışması” adı altında işçilerin sırtına yüklemeye çalışacaklardır.
Ama bunun yanı sıra daha genel bir tehlike var: İşverenler kesinti nedeniyle maliyetlerde artış bahanesiyle ürün fiyatlarını artırmaya yöneleceklerdir. Bu da tabii netice itibarıyla tüketiciye yansıyacak, en fazla zarar gören de yoksul emekçi halk kesimleri olacak. Emekçilerin ücretlerinin alım gücü daha da düşecek.
Bütün bu kaosun nedeninin, plansız ve anarşik kapitalist ekonomik düzen olduğunu unutmayalım. Zira, bir ülke bazı enerji kaynakları bakımından yetersiz olabilir. Türkiye’nin birincil enerji tüketiminde dışa bağımlılığı yüzde 74. Ama planlı ve emekçileri önceleyen bir ekonomide bu yetersizlikler dikkate alınarak dışa bağımlılığı azaltmanın yolları bulunabilir.
Örneğin, petrokimya ürünlerine olan bağımlılık, bütün bir çevrebiliminin de önerdiği gibi, ülkede bol bulunan, su, rüzgâr ve güneş gibi kaynaklardan yararlanılarak azaltılabilir. Ama kapitalistler bu alanlara yatırım yapmak yerine dışardan petrol ve doğalgaz ithal etmenin daha kârlı olduğunu düşünüyorlar ve neticede emekçi halkın sırtından milyarlar vuruyorlar.
Öte yandan Türkiye’de son yıllarda elektrik üretiminin neredeyse tamamı kâr etmekten başka bir şey düşünmeyen özel sektör tarafından yapılıyor. Üretiminde kamunun payı 1984 yılında yüzde 87,2 iken 2020’ye gelindiğinde bu oran yüzde 18,1’e düşmüş durumda. Oysa enerji gibi yaşamsal bir sektörde tüm üretim ve dağıtım devletin elinde ve denetiminde olmalı.
Haydi işi oraya vardırmayalım diyelim, ama kış aylarının geleceğini de mi bilmiyorlardı? Örneğin, doğalgaz depolama tesisleri neden yetersiz? Ve var olan tesislerdeki gaza ne oldu? Asıl sorun İran’dan doğalgazın alınamaması değil, arz güvenliğinin sağlanamaması. Yazın pahalı denilerek gaz alınmayıp depolardaki gaz kullanıldı ve kış gelince kesintilere gidildi. Bu kaotik uygulamaların tek nedeni kapitalistlerin kâr hırsı ve faturayı biz emekçiler ödüyoruz.
Dolayısıyla tekrar edelim: Emekçi halkın çıkarı işçilerin denetimindeki planlı bir ekonomidedir ve bu bağlamda enerji sektörü tümüyle kamulaştırılmalıdır.
Ha bir de, Ege ve Ankara Sanayi Odaları başkanları ve benzerlerinin, enerji kesintisinin sanayiye değil konutlara uygulanmasını söyleyerek emekçi halkı bu kış günlerinde soğuğa mahkûm etmeyi önerdiklerini bir kenara not edelim.
Yorumlar kapalıdır.